Çiçeklerin Sarısı ve Turgay Değirmenci
Başlarken başlığı altındaki yazısında Turgay Değirmenci, kitabı için “Türü belli olmayan karma bir kitap” tanımını yapmış. Bence de bu tanım doğru. Çünkü kitap iki hikâye ile başlayıp, şiir ve şairler üzerine yazılmış, daha çok anısal nitelikte tanıtım ve eleştiri yazılarıyla devam ediyor. Kitap Değirmencinin bugüne dek yayınlanan kitaplarında yer almayan dört yeni şiiri ile bitiyor.
Kitabın başında yer alan iki hikâyesiyle ilgili olarak Değirmenci, ben bir hikâye yazarı değilim, arkasını getirip bir hikâye kitabı yayınlayamam düşüncesiyle bu iki hikayemi bu kitaba koydum diyor.
Kitaptaki ilk hikâye Akdeniz Üçlemesi. Oldukça duygusal ve hüzünlü bir hikâye. Bu hikaye kime ne anlatır, kimde nasıl bir duygu yaratır bilemem, ama bende insan, duygu ve devlet denilen, birbiri içine geçmiş, yaşantımızı kuşatan üçlü bir sarmalın içinde boğulma hissi uyandırdı, diyebilirim.
Yani insan denilen milimetrik bir varlığın, insanlık onuru adına, devlet denilen bir dev ile savaşırken, aşkın girdabına yakalanmasını ve sonuçta devletin insan, aşk ve duygulara sağır bir değirmen gibi her şeyi öğütüp un ufak etmesi gibi duygularla sarsıldım.
İkinci hikaye “Çiçeklerin Sarısı” son dönemlerde kısmen değişse de, binlerce yıl süregelmiş, kırsal yaşam kültürümüzden bir kesit. Aslında bu hikâyeler ülkemizin her yerinde yüzlerce senedir, binlerce defa yaşanmış olsa da, her öykü yaşayana ve yaşanana özgü, yeni ve orijinal bir hikâyedir. Ayrıca Değirmenci’nin anılarından kalemine dökülürken olayın daha özgün bir nitelik kazandığını görüyoruz.
Her iki hikâyede de kısa, kesik ve vurgulu cümleler, bunların bir şair elinden çıktığını kanıtlar gibiydi. Doğrusu şairlerin yazdığı hikayeler bazen şiirlerini aşan bir duygusallığa ulaşabiliyor. Bu durumu ilk kez Edgar Allan Poe’nun “Beyzi Portre” adlı hikayesini okuduğum zaman fark etmiş ve bu hikayeden şairin dünyaca meşhur “Annabel Le” şiiri kadar etkilenmiştim.
Yazar kitabının ikinci bölümünü “Edebi Metinler Üzerine” diye adlandırmış. Çünkü Sayın Değirmenci bu kitabı çıkarış amaçlarını açıklarken, eleştiri ve tartışma kültürünü canlandırmayı ve bundan şiir ve sanat adına faydalanmayı düşündüğünü söylemektedir. Onun için bu bölümde, genellikle 20. Yüzyılın son çeyreğine ait anı nitelikli de diyebileceğimiz, eleştiri ve tanıtım yazıları var.
Bunlardan ilki yazarın bir ödüle eleştirisi ve buna karşı eleştirileri içeriyor. Yazarın eleştirisi, önceden ödül almış bir eserin genişletilerek yeni bir adla yeniden ödüle aday olması ve ödül jürilerinde ilgisiz insanların bulunması üzerine başlayıp belli yazarların kendi arasında paslaşmalara dönüşen övgülerinden yakınmalarla devam ediyor.
Turgay Değirmenci’nin bu eleştirilerine yanıt ise eleştirilerle ilgisi olmayan bir kalemden, Derya Çolpan’dan geliyor. Derya Çolpan kendi bakış açısından, Değirmenci’nin tüm eleştirilerini geçersiz göstererek, Değirmenci’yi bilgisizce ortalığa saldırarak, meşhur olmanın yollarını aramakla suçluyor. Sonraki yazı yine Derya Çolpan’a ait gibi görünüyorsa da, aslında bu yazıda Turgay Değirmenci kendini savunmakta ve tezlerini kanıtlamaya çalışmaktadır. Onun için yazı başlığının “Değirmenci’den Derya Çolpan’a yanıt” biçiminde olmasının daha uygun olacağını düşünüyorum
Şimdi bu karşılıklı eleştiriler bölümüne bir göz atacak olursak, öncelikle eleştiriler şiir ve sanat üzerine değil. Şairler ve ödüller üzerine. İkincisi nezaket sınırlarını aşan saldırılar biçiminde. Üçüncüsü, bu kitabın dışında da defalarca karşılaştığım bu tür ödül tartışmalarında, tartışmacılar ödüllerin gerçek sanat kriterlerinden uzak ve hakkaniyet ölçülerine ters olmasından yakınırken, herkes kendi aldığı ödülle övünmekte ve öne geçmeye çalışmaktadır. Bu yüzden Sayın Değirmenci savında haklı olsa bile -ki öyle görünüyor- bana göre eleştiri konusu şiir veya diğer sanatlar değilse, olay usul tartışmasına dönüşmektedir diye düşünüyorum.
Burada ödüllerin gerekliliği ve hakkaniyeti konusuna hiç girmek istemiyorum. Bunun üzerine kitaplar yazılabilir. Fakat şu kadarını da söylemeden geçemeyeceğim. Birincisi insan akıldan çok duygudur. İkincisi Türkiye’de başka alanlarda başka işlemler ne kadar doğru, düzgün ve hakkaniyet ölçülerinde yapılabiliyorsa, ödül olayı da bunlardan bağımsız düşünülemez.
Bana göre bu kitapta, şiir ve şairin sanatına dönük gerçek anlamda tek eleştiri 27. sayfadaki Metin Demirtaş’ın eleştirisidir diye düşünüyorum. Fakat burada da fazla ileri gidilmiş. Şairin şiirini eleştirmen kendine göre yeniden yazmış. Bu durum her ne kadar kabul edilemez bir şeyse de, eleştiriler çok doğru ve yerindedir. Ki, bunu yazar kendisi de kabul etmektedir. Fakat şiirinin başka bir şair tarafından yeniden yazılmasına aşırı tepkilidir. Oysa burada rahmetli Demirtaş’ın yazarı aşağılamak ve küçük düşürmek gibi bir niyeti olmadığı gibi, aksine değer verdiği için samimi duygularla bunu yaptığı anlaşılmaktadır.
Metin Demirtaş’ın eleştirisini ve yazarın buna yanıtını izleyen sayfalardan sonra, yazarın iki makalesi yer alıyor. “Konya’da imza ve söyleşi” ile “Taşrada şiir yazmak” başlıklarını taşıyan makaleler, yazarın makale alanında da hikayeciliği kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Özellikle 80. Sayfadaki “Şairi şiiri üzerinden konuşmak” adlı 3. makalesini, kitabın amacıyla da doğrudan bağlantılı olduğu için çok beğendiğimi söyleyebilirim.
Bu makaleler arasında kalan yazıların tümü, genelde Turgay Değirmenci’nin şiirleri üzerine değerlendirme yazılarından oluşuyor. Bunlara eleştiri diyemiyorum, çünkü hepsi de övgü. Elbette ki eleştiri iki yönlüdür, ama bunlarda ikinci bir yön yok. Gerçi böyle olması yazılanların yanlış olduğu anlamına gelmiyor. Elbette ki Turgay Değirmenci iyi bir şair ve bu saptamalar doğrudur. Ama bunun hiç olumsuz eleştiriye tabi bir tarafı yok mudur? Yazarlar o tarafını hiç görememiş mi, yoksa kırar, darıltırım korkusuna mı kapılmıştır.
Eminim ki, yazarın iyi taraflarını gören bu eleştirmenler, eksik taraflarını da görmüşlerdir. Ama bizim eleştiriye karşı milletçe bir tahammülsüzlüğümüz olduğu da kesin bir gerçektir. Eleştirmeyi çok sever ama eleştirilmeyi hiç sevmeyiz. Bu yüzden çok sık yinelenen şu üç söylemi ben tam tersinden anlarım. Birincisi, ben eleştiriye açığım. İkincisi, ben başka fikirlere de saygılıyım. Üçüncüsü de ben kendimi şair olarak kabul etmiyorum. Ben bunları tersinden anlarım. Hatta bu düşüncemi “Söze Bakmam” adlı şiirimde şöyle dile getirmişim.
Her nedense:
Söylediğinden farklı
Herkesin yaptığı.
Söylenen farklı, eylem farklı/dır.
Oysa niyet sözde değil, özde saklı/dır.
Ve derler ki:
İnsan icraatlarının toplamı/dır.
Bakmazsanız icraata
Nasıl inanacaksınız insanlara?
Çünkü “Yapmam” dedikleri yaptıkları
“Yaparım” dedikleri yapmadıkları/dır. 26.03.07 Çıralı
Peki şimdi Turgay Değirmenci’yi bu genel değerlendirmelerin dışında tutabilir miyiz? Üstelik Metin Demirtaş’ın eleştirilerine aşırı tepkisini gördükten sonra…
Önyargı gibi ileri sürdüğüm yukarıdaki deneyimlerime karşın ben bu kez Turgay’ın, bu genellemelerin dışında tutulabileceğini düşünüyorum. Çünkü o tepkilerin üzerinden 22 yıl geçmiş. Edebi kişiliği olgunlaşmış, oturmuş. Ayrıca yazar, edebiyatımızdaki kısır döngülerin en önemli nedenlerinden birisinin eleştiri eksikliği olduğunu fark ederek, bu kitabı yazma amaçlarının başına, eleştiri kültürünü başlatmak ve geliştirmeyi koymuş. Bu yüzden samimi, haklı ve yerinde eleştirilerden gocunmayacağını, hatta memnun kalacağını düşünüyorum.
“Madem böyle düşünüyorsun, haydi eleştir bakalım” derseniz, o zaman da kendimde bu yeterliliği göremiyorum. Çünkü bundan sonra yayınlayacağım “Şiir ve eleştirisi” adlı makalemde de belirttiğim gibi şiiri eleştirmek çok, ama çok zor bir iş.
Ama illaki bir şeyler söylemem gerekirse, hemen her şair için söylenebilecek ve Metin Demirtaş’ın da dediği gibi, fazlalıkların atılmasını dile getirebilirim. Gerçi Turgay Değirmenci bu alanda çok yol almış, ama şiirde bu temizlik hiç bitmeden ömür boyunca sürmektedir. Ayrıca ben maalesef şiiri ata ata değil, kata kata yazan birisi olarak, bu alanda en son söz söylemesi gereken birisiyim.
Şiirlerinde kafiyeyi çok seyrek kullanıyor desem, özenle seçilmiş sözcükleri öylesine vurgulu kullanıyor ki, kafiye ile bu etkiyi yaratmak daha zor. Anlatım biçimi olarak, aynı şiir içinde hem kapalı ve hem açık anlatımın örneklerini görmek olanaklı.
Ama şiirin eleştirisi çok zor bir olay ve ben kendimi bu konularda yeterli bulamıyorum. Fakat şundan eminim ki, yerel öğelerin yerinde kullanıldığı mısralarda Turgay Değirmenci şiiri hemen yükselişe geçiyor. Aşağıdaki mısralarda bu durum açıkça görülüyor.
“Hafız binemez kır atına
Geceyi dağlar sesi
İbecikli Kör Emin
Sazının tellerine vurur yüreğini
Kızları oynatırken
Kuşlar konarmış omzuna
Curacı Deli Kadir’in” (Turgay Değirmenci)
Yine kitaba dönecek olursak, 86. Sayfada “Bir Aşkın Anatomisi” adlı şiirin 2. Mısrasında yazar, “Aşka uçarsan/ Kanatların yanar” demiş, Şirazi, diyor. Ben İran’da çok sayıda Şirazi, Tebrizi ve Hemadani unvanı kullanan şairle karşılaştım. Burada İran’ın en büyük şairlerinden Hafız dahil, Şirazi mahlasını kullanan pek çok Şirazlı şair olduğu için, Sadi veya Sadi Şirazi demek daha doğru olur, diye düşünüyorum.
Turgay Değirmenci’nin “Çiçeklerin Sarısı” adlı kitabı hakkında sonuç olarak, diyebilirim ki, şiir dünyamızın 1990’lı yıllarına ait güzel bir kesit oluşturmuş. Dönemin şairleri, şiir ve ödül üzerine tartışmaları, şairlerin öne geçme çabalarıyla ilgili yazıları ve Değirmenci’nin şiirlerini değerlendiren, aynı değerdeki yazılar, yazıldığı yıllara ışık oluşturmuş.
Ayrıca Turgay Değirmenci’nin hikayelerinde olduğu gibi diğer düz yazılarında da, bir şair özen ve titizliği derhal göze çarpıyor. Yazıların dizilişinde ise duygulu güzel hikâyelerle başlayan kitabının eleştirel bölümden sonra şiirle kapatılması, tatlı başlayan okuma yolculuğunun yine tatlı bitmesini sağlıyor. Sayın Turgay Değirmenci’yi bu kitabından dolayı kutlar, hikâye ve makale türlerinde de yazmaya devam etmesini tavsiye ederim. 13.07.2017 Çıralı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.