- 821 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
8Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 8.
Tüm kalanlarımla, kırık dökük neyim varsa, benden neler kalmışsa berabersin sanırım artık...
Ve zaman, o an zamanı, kimsesiz ve de sessizce gideceği yere, gidebileceği hızla gittikçe, yaşadığını anlar insan nefes vuruşları ile...
Oysa hayat bir ritimdi, sessiz, sahipli, her an kendini hatırlatan, sadece bakınmakla devam edemeyeceğini insana anlatan bir düş sanki...
Sessiz ama sonsuzuna kadar umutlu...
En önemlisi zamanın içinde kendinle var olmak, zamanla yürümek, düşünmek…
Öylesine sahipsizlik, öylesine farklı düşlerle yaşam nefesleri, öylesine zaman kovalamacası ile düşmemek için…
Var güçle meydan okumak tüm isteklere, yalnızlığa, sahipsizliğe, geçmişin tüm etkilerinden uzaklaşıp kapanmak üzere olan güneş ışıkları ile volta atmakla bu günlere ulaşma çabasıydı tüm düşlerin ardındaki güç…
Aslında tüm güçsüzlüğüm senle başlar, senle biterdi güçlülüğüm…
Yarından beklentiydi aslında bu umutlanmalar…
Karanlıklara saklıyız… Saklanıyoruz günışığından karanlıklara, bakıp, bakıp görmemek ardı üstü bir yaşam, içine özlemi örmüş, içine acıyı saklamış, kimin kime ne borcu vardı, kimden ne saklanıyordu, gizliye dönüşmüş bir yaşam, ışığı solmuş bir gün yaşamı, sadece kimsesizliğe boyun bükmüş bu sevda ki yarını dünden daha karanlık, dünü yarınlardan daha parlak ve saklısı toz pembe, kendisi mavi düş kurmada, koyu mavi bir masal düşü bu içinde hep saklılar hapis olmuş, hep yarınlardan korkmuş, dünlerin gülüşlerini, kayboluş heyecanları ve kendine kapanık adam düşündeki kadın karanlık bir yaz gecesi durgunluğunda…
Canıma can katanım, bana bensin diyenim, derken yaşadığım nefesler aldığımı hissederdi…
Kayıp yaşanmışlıkların tüm düşleri perdelenmiş göz diplerime ve yaşamı sen saydığım sevgili sesleri ile uyanırken kayıplık rüyalarından, şimdi artık ah demelerin öfkeye dönüşmüş bir yaşamda adımlaşıyorum acılanımalarla…
Gerekmiyor artık yaşamın anlarında senle beraber olup yanmalara ve de sıkıntı terleri dökmelere…
Kendi kendimizde düşüncelerde kayboluyoruz artık içimizdeki yangınların ruhsal yapımızda yaptığı tahribatlarla, sadece ruhsal değil, bedensel bozukluklar da kendimizi kendimizle hırpalıyor...
Doğruların dışına çıkmaya alışamamış olmamız, gün gün bizi kendimizde yıkıklığa uğratır oldu… Öyle ki artık kendime acır olarak yaşamaya çalışıyorum…
Her şey her düş içimde kendini büyüterek karabasan düzeyinde kendime fikir düzeyinde atık yetiksiz kalıyorum…
Her düşünce kendinde ek düşler kurarak, sanki kurgu labirenti yaşıyorum…
Sadece yollar ve uzaklar içimde bir şeyler koparıyor.
Kendime güven ve özgüven tazelemesi oluşturuyor…
Ama gerçeklik hep sıla özleminde ve var olan alışkanlıklarımın içine kattığım düşler ve düş kurmalarla kendi kendimi düşüncede besliyorum sanki…
Bir kere hayatın dengesi bozulmasın, artık her şeyin nirengi noktası bozuluyor…
Ve sevgili ile beslenen bir bedenin artık gün gün nefrete dönüşen konuları ile bedensel güvenimi kaybeder oluyorum…
Hep neden, neden bu yaşamın içinde aynı düş acısı ile mücadele veriyorum, neden silkinip geleceğin özgüvenine ulaşamıyorum? Sevgiye saygı ve sadakat kime karşı bütünlüğünü korumalıydı ve yalnızlığın ağır bedeli bu şartlarla mı oluşuyordu?
Pişmanlıkların bir çare olmadığı yaşamın içinde edinilen başka güçlerle var olma gerekliliğini neden hâlâ kendime uygulayamıyordum?
Sevgideki tutsaklık, neden bu kadar kolay şartlarla sürüp gelebiliyordu yaşamımda…
Daha kaç kere yığılacağım bir yerlere ve daha kaç kere çökük yaşayacağım olur olmaz zamanları?
Daha kaç yıl bu sorulara cevap arayacağım, iç huzuruma ait güvene, ne zaman ulaştırabileceğim bedenimin umutsuz düşlerini?
Daha ne kadar özleyeceğimi düşüneceğim gün batımı zamanlarının körfezde oluşturduğu kızarıklığın buğulu duruşunun körfez sularında yankılanmasını…
Korkusuz rüyalarımda gel
Kimsenin duymadığı,
Bilmediği
Sadece hasretin
Yabancıların olmadığı
Kalabalıklardan uzak
Hem de
Benim hiç beklemediğim
Gecenin koyusunda
Günün solgun renklerinden
Sonra
Şafak sökümüne en yakın
Zamanda…
Hani
En çok gözlerine baktığım
Yüreğini dinlediğim
Uykulu GÖZLERİNE konuştuğum
O, çaresiz zamanlarımda
Seni, en çok özlediğim
Çoğu zaman uykuyu yenip
Seni en çok özlediğim
Çoğu zaman uykuyu yenip
Sana en çok kızdığım
En çok konuştuğum
Sonra sustuğum
Kendimden çok
Kendim gibi özleyip
Seni ruhuma değişemediğim
Zamanların
En huzurlu su ve en öfkesizi
olduğum zamanlarda gel…
Gözlerime bak
Geçmiş zamanlardan
Tek kelime veya
Bir tek cümle söyleyip
Gözlerini yum
Ve benim içimde hissettiğim
O cümleyi, o sevdirecek kelimeler
Bende seni sevmek istedim
Hep derken bil
Gözyaşlarını göğsüme düşür…
Ve yum gözlerini bu rüyaya
Sabah olsun…
Güneşe yumayım gözlerimi
Uzaktan yeni doğmuş kuzunun
İlk sesleri düşsün kulağıma
Ve tüm geçmiş
Tüm geleceğe sığsın ki
Ben de seni
Bütün bütün sevmiştim
Diyebileceğim
Kapanan gözlerimin an zamanında…
Duramayasıya, durdurulamayasıya, hep kayboluyoruz yaşamın girdili çıktılı girdaplarında savrulur gibi…
Belki de kendimizi bu koşullarda yaşama zorluyoruz…
Sanki içimize sahipsizlik hissi üstün bir güç gibi hüküm sürmekte kendimize rağmen.
Oysa yıllara aldırmadan yaşamımıza dahil ettiğimiz düş yorgunluklarının artık bedensel duruşlara hükmetmektedir…
Buna rağmen hâlâ yaşamımızda pek bir şey değişmiyor…
Kendine hisleri ile kendimize ait olan yaşam çemberi durdurulamayasıya çapını büyültmekte ve biz daha geniş çaplı alanlarda yaşam mücadelesi veriyoruz…
Her zaman aşımında sırtımızdaki yükler heybetini büyültüp, yaşam şartlarımızı gün gün zorlaştırmada inatçı bir güç sarf ediyor ve biz artık kendi yaşam çapımıza sığmaz olup her sanki uzakların avcılığına çıkma amacı taşıyoruz ve çoğu kez de özlemi içinde yaşıyoruz…
An rüyalarıydı bunlar sanki saklısı aşikârı içinde gizli, sade bir vurgun sonrası bedensel titreyişlerin kırık ve soluk düşünceleri her şeyin yokluğa saklandığı giden ile kalan sevgilerin parçalanmış düşünceleri bunlar…
Hepsi birbirine karışmış çaresizlikleri, zül edilenle, edenin birbirine karıştığı tüm isteklerin ve duyguların durdurulup, umutsuz bir gizli isteğe bağlanmış bekleyişlerle, sonu olmayan ve olamayacak geçmişten gelip, sonsuza uzayan bir sevgi umuduydu…
Aslında içinde öfke ve pişmanlıkları karışan karmaşa bir yaşamın yalnızlaşan isteklerle tek başına ve geleceği tek başına yönetmiş güçsüz ve çaresiz sevginin artık dermanı tükenmiş nefes almaları ile düşünce karmaşasına dönüşmüş bir aşkın artık sonsuza uzayan ve yok oluşa doluşan isteklerin olumsuzlaşmış çaresizlikleri bunların birleştiği ortak nokta…
Sadece geçen yılların ardından sesleri ile birbirlerine ulaşmaya çalıştılar. Sanki her an birbirlerini düşünüp her kırık zamanda birbirleri ile içten içe konuştukları ve asla birbirlerini görmeden nefrete gömüldüler…
Öyle rüsvalıktır yaşam işte...
Boşa harcanmış zamanlardan say bunları, arkası vardır bu zamanların de ki, ömre feda edilen yokluklarla nefes almanın bedeli var deme…
Kaç zaman var boşa geçmiş ömürden, kaç gün ışığı var ardından bakamadan sönmüş, kaç zamanın saat tıkırtıları var kendi kendime konuşurken?
Nefesi tüketilmiş kaç yolculuk var uzaklardan koşan, bir el tutma uğraşında, kaç gecenin uykusuzlukları var ardına bakıldığında hâlâ yüzdeki yorgunluk yapışmış gözlere…
Yaşamın, kaç kez devretmiş geceden güne zamanı ve kaç kez haykırmış dudaklar bende sevdim cümlesini?
O kadar yordu ki yaşam, göz kapakları artık düşmüş düşeceği kadar.
Yarınsız düşler, ertesi günü olmayan rüyalar hep tükenmiş:
Geriye sadece gözlere düşmüş bakışlar kalmış ki ömre düşmüş tüm o bakışın acıları. Neredesin sorusu hep cevapsız kalmış, arkası gelecek düşler hep tökezlemiş yaşamdan ki vaz geçilemeyen tüm anılar sabah mahmurluğu ile düşüncelere kilitlenmiş ve ben hâlâ sana, “seni hep sevdim” diyememişim pişmanlık gibi düşünürsün diye…
Neden beyaza boyalı bu düşler, neden her an nergis kokusunda?
Neden boynunu eğmiş biri ki hasreti düşmüş kendinden?
Daha kaç zamanı var yaşamdan hâlâ ki hep hasreti peylemiş günlere?
Gene geç kaldık yaşamın nefes atmaları gibi ben de sende var olmak isterdim demeye
Gecenin sesine… Öyle rüsvalıktır yaşam işte...
Birbirlerini sevdim kelimeleri ile tamladıkları cümleler ile anlatırlardı, oysa eksikti anlatmak istedikleri, aynı isimli kitabı ayrı ayrı yerlerde ayrı ayrı zamanlarda okuyup inandıkları cümlelerin altlarını çizmeleriydi, birbirlerine karşı kurdukları cümlelerin içten sevgiye duyarlık benzerlikleriydi…
Diğeri uzaklara bakarken, biri ise yüreğinde arardı özleme dair işaretleyeceği cümleyi…
Yıllar art arda birbirini tökezlerken, zamanın içinde kaybolurlardı aslında kitapların altını çizdikleri cümlelerle…
En çok sevdik kelimesine bağlı cümlelerdi içlerinden uzakları düşünerek baktıkları ile dağıldıkları, oysa sevmek, bir ömrü içine alan tek başına bir kelimeydi, hele ben de sevdim cümlesi kendini apaçık açığa atardı sevgideki yeri ile…
Yaşamın kaçaklık korkularını taşırdık çoğu zaman içimizde…
Kaçak nefes almalar, kaçak zamanlar, oldukça korkulu geçmiş zamanlar, çoğunda gitme korkularımı içimize sindirememiş korkak zamanların korkulu nefes almalarıydı galiba yaşamın içindeki kaçak zamanlar…
Her an, her daim sanki bir ayağımız uçuruma sekerek düşecek korkularını bir türlü içimize sindirememiştik…
Gitme korkularının kâbusa dönüştüğü zamanlardı nefes almalara korktuğumuz zamanlar…
Tek cümle yankılanıp duruyordu içimde bu ömrüne çok şeyimizi feda ettiğimiz beraberlik gün gün sona yaklaşıyordu…
Çoğunda içimizde ürettiğimiz korkular “O gidiyor” cümlesi ile başlayıp, nereye kadar sürtecek bu düşler korkularına ve de şüphelerine dönüşüyordu…
Artık her an bedensel ve ruhsal güçsüzlüklerimle karşı karşıya kalıyor ve kendime yakıştıramadığım ayrılık gerçeğini kabullenemez zamanlarını yaşıyordum…
Her an her geçen zamanı, kendince hazmedilemez yaşam nefesleri ile örtüşüyordum…
Bir anda içimden buruk bir düşünce sesi fırladı…
“Bir yangının içindeki telaşlar bu sensizlik iliklerime kadar çözülen hasret ve ona bağlı olan nefret duygularını kaplayan yalnızlık sesleri artık canımı acıtıyordu…
Vedasız gidişlerdir bu dar nefeslerin kaburgalarıma vuran acıları ki vedasız gidişlerin armağanıdır bedenime bu can alıcı vuruşların acıları…
Hesabı görülemeyen duyguların bedensel yorgunluklarıdır bir birimize söylenememiş sözler ve bedeli ödenememiş olgular ki hayat bu olgulara benzerlerinin tümünü ağır yüklerin altında ezildiklerini göstermiştir…
Bağışlanamaz ve hoş görülmez yüklerdir bunlar bu bedensel acılara sebep olan…
Mustafa yılmaz
Fotoğraf OYA ZOBU MUTVER’ RE AİTTİR KENDİSİNE TEŞEKKÜR EDERİM...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.