Karanlık Adam
Onu izliyordum, Balkondaki Adam’ı. Adam sigara içiyordu. Sigarayı içine çekiyor, sonra da tüm dumanı duvara asılı kafesteki kuşa üflüyordu, “Ötsene lan!” Kuş çırpınıyordu. Adam parmaklarını tellerin arasından kafese sokuyor, tellere vuruyordu, “Ötsene angut!” Kendisi ötmeye başladı. Kuş hâlâ çırpınıyordu. “Bak böyle öteceksin, böyle, cik cik cik…” Açık pencerenin perdesini çektim. Yatağa uzandım, sırt üstü. “Hayat” dedim kendi kendime “hayat, neden bu kadar güzelsin.”
Hava kararmak üzereydi. Hâlâ tavanı izliyordum. Ona gökyüzünü işlemiştim. Kenarlarındaki geceye serpiştirilmiş ay ve yıldızlar, tam ortadaki mavi gökyüzünü, derin bir kuyuya bakıyormuş hissi veren kadın yüzlü güneşse hepsini süslüyor, bu küçük evrenime ışık saçıyordu. Mükemmel bir tavanım vardı. Onunla gurur duyuyordum. Gündüz vaktinin büyük çoğunluğunu bu şahane eserimi izlemekle geçiriyor, hava kararınca da, karanlık bir adama dönüşüyor, hikâyeler uyduruyordum.
Dışarı çıkmaya bir anda karar verdim. Yataktan kalkarken oda kapkaranlıktı. Düğmeye bastım, güneş yüzlü kadının ışığı altında hazırlandım. Çıkmaya hazırdım artık. Işığı kapadım. Pencere perdesini aralayıp baktım. Balkondaki Adam hâlâ oradaydı. Yalnız değildi, yanında bir kadın vardı. Kavga ediyorlardı. Kadın hırsla kafesi eline aldı, kapağını açtı, kuş uçup karanlığa karıştı. Perdeyi kapadım. Bu 6 katlı apartmanın 6. Katından yürüyerek indim. Tüm bina bana aitti, 10 kiracımla birlikte.
Tipik bir sonbahar akşamıydı, insanoğlunun serin ya da soğuk dediği cinsten. Üstümdeki siyah tişört ve yırtık pırtık kot pantolon bana tip tip bakılma sayısını arttırıyor olsa da ısı dengemi sağlamaya yetiyordu. Dakikalar önce kendime bağışladığım işim uzun sürmeyecekti. Birkaç sokak öteye gidecek, o evin önünden geçerken cebimdeki zarfları çıkaracak ve bahçesine fırlatacaktım. O tek katlı evde yaşayan mutlu çiftten, yarın sabah, belki de az sonra, belki de daha sonra, zamanın birinde o zarflardan en az birine, en az biri rastlayacak, merak edecek, eline alacak, zarf üstündeki “ÇOK ÖNEMLİ MUTLAKA OKU” yazısını görecek, zarfı açacak “EŞİN SENİ ALDATIYOR “ yazılı kâğıdı okuyacaktı. Bu başarılı olmazsa devreye fotoğraf desteğini sokacaktım, bunu aşk mektupları izleyecekti. Onları tanımıyordum, hem de hiç tanımıyordum, sadece birkaç kez görmüştüm. İnsanlar mutlu olmamalıydı.
İşim bu kadardı. Zarfları normal yürüyüşümü bozmadan karanlık bahçeye fırlattım, karanlık sokakta yürüyüşümü sürdürdüm. Artık eve dönebilirdim. Eve dönmek istiyordum, Onu görene kadar. Sonbahar azgın saçlarını yüzüme çarpıyordu, dar sokaktan geniş caddeye adımını atarken gördüm Onu. Adına ister popo deyin, ister kalça, o göt takip edilmeyi kesinlikle hak ediyordu. Takip ettim. O incecik deri pantolonun altında, her devinimi yeni bir dünya oluşumunun temel parçacıklarını işliyor, onlara şekil veriyor, onları birleştiriyor… Kısaca, göt de göttü yani. Bayan G’nin elindeki telefonu kulağına götürüşüyse benim için farklı bir boyuta geçiş yapmak gibiydi:
“Efendim annneee!”
“…”
“Aysellere gidiyorum dedim ya ya üfff!”
“…”
“Bu gece onlarda kalcaaaam… hadi öptüm, baaayy!”
Aysellere gidiyorduk demek. Gidelim öyleyse! Akşamın bu saatinde cadde kalabalığını yara yara gidelim. Ne gereksiz yaratıklardı bunlar, Bayan G’yi takip etmemi zorlaştırıyorlardı. Nefret ediyordum hepsinden. Onlar her türlü pisliği hak ediyorlardı. Bayan G’nin deri pantolonu yavaşça yırtılmaya başladı, dev bir yumurtadan civciv çıkıyordu sanki. Yumurtadan çıkan metal yığını sivri dişlerini gösteriyordu şimdi. Kalabalığı kendine çekiyor, içine alıyor, onları öğütüyordu. Bayan G’nin ağzından fırlayan kemik parçaları havada yok oluyordu. Kuvvetli rüzgâra karşı sağa sola tutunarak direnenlerin kafalarındaki demir parmaklıklardan kurtulan beyaz kuşlar ise neşeyle etrafa dağılıyorlardı. Kırmızılığına kattıkları ahenk inanılmazdı.
Gelmiştik. Eğer bir rock barda oturuyorsalar, Aysellere gelmiştik. Karanlık ortam renkli ışıklarla süslenmişti. Duvardaki posterlerle sergilenen ölülere vuran ışık onlara ayrı bir can veriyordu. Jimi abim, Jim abim, Janis ablam hepsi oradaydı. Diğerlerinin aksine daracık masa ve sandalyelerle doldurulmamıştı bar. Birinde 4 birinde 3 tarafı uzun geniş koltuklar olan iki odadan oluşuyordu. Girdiğimde Accept çalıyordu, Kill The Pain, hastasıydım bu şarkının. Hastasıydım bütün ölmüş eşeklerin. Bar fazla kalabalık değildi, 20-30 kişi vardı. Biramı aldım ve diğer odadaki Bayan G’yi görebilecek şekilde oturdum. Yirmili yaşlarındaki beyaz tenli, mükemmel yüzünün bira bardağına gömülüşünü görebiliyordum. Sürekli Ona bakıyordum. Sonunda göz göze geldik. Gülümsedi. Gülümsedim. Biralarımıza döndük. Tekrar bakıştık. Ayağa kalktım. Tuvalete giderken Ona göz kırptım. Sıra vardı. Birama geri döndüm. Bana bakıyordu. Ayağa kalktı ve yanıma geldi, “Merhaba” dedi, “saçların çok güzel.” Sustum. Sadece gülümsedim. “Takılalım mı?” dedi. “Çirkinsin” dedim. “Anathema aşkına, çok salaksın” dedi arkasını dönüp koltuğuna dönerken. Garson kız geldiğinde Ondan bir bira ve Anathema’dan herhangi bir şarkı istedim. Biram geldikten az sonra bar duvarları Fragile Dreams’le inliyordu.
Bir saatten fazladır bu koltuktaydım. Bayan G, keçi sakallı bir keltoşla öpüşmekten vakit buldukça bana göz atıyordu. Yaklaşık yarım saattir yanımda oturan Kızıl Siyah’a baktım, göz göze geldik, en fazla otuzunda harika bir kadındı. “Sigarandan alabilir miyim?” diye sordum. Uzattığı paketten sigara alırken, “Ellerin” dedi, “ellerin boya içinde?” “Ressamın” dedim. “Sahi mi” dedi “ben sanat öğrencilerine modellik yaptım, İngiltere’de. Konuştuk. Doluydu, anlatmak istiyor gibiydi ve ben Onu dinleyebilirdim. “Master için gitmiştim İngiltere’ye. Bursum kesilince iş aramak zorunda kaldım. En rahat ve parası en iyi iş buydu. Başlangıçta çok zordu, insanların karşısında çırılçıplak öyle durmak… Escort muamelesi yapanlar… Bir dakika, telefonum çalıyor.” Dışarı çıktı, gelmeyecek sandım, onlarca dakika sonra geldi, “Müşterim” dedi otururken, “İngiltere’den bir müşterim aradı, buraya bir iş için gelecekmiş, beni de görmek istiyor. Şey… tek işim modellik değildi, başka işler de yaptım.” “Anladım” dedim. “Parayı seviyorum” dedi gülümseyerek “napayım.” Gözlerimi Ona dikip uzun uzun baktım. “Ne var?” dedi. “Senin gibi ülkeler arası çalışan orospuya her zaman rastlamıyorum” dedim, “bakışım ondan.” “İngiltere’de kadın kesat değil tabi, ama onların istediğini herkes yapamaz, o yüzden ben… Mesela, bu müşterim kadını aşağılamayı seviyor, küfür etmeyi, sonra başka acı veren şeyler yapmayı. “anlatsana” dedim, başına gelen en şaşırtıcı istek neydi?” Yaşlı bir herif varmış, onu bir günlüğüne kiralamış, herifin tek istediği üstüne iç çamaşırsız içini gösterecek seksi kıyafetler giyip ortalıkta dolaşması, milleti azdırmasıymış. Bir ton para ödemiş buna karşılık. Aniden “Bana modellik yapsana” dedim. Biraz kem küm ettikten sonra kabul etti.
Dışardaydık. Geceyi içime çektim. “Üşümüyor musun böyle” dedi bana bakarak, “Hayır” dedim. Yürüdük. Gece azgın bir bakire gibiydi, onu yırtarak, kanatarak yürüdük. Binalarımdan biri buraya fazla uzak değildi, hemen şu ilerdeki köprüyü geçince… Yol boyunca düşündüm, kendi içimdeki köprüyü düşündüm, bir tarafı iyilik bir tarafı kötülükle kaplı… Şu an neresindeydim o köprünün? Bilmiyordum, bilmek de istemiyordum. Kötüydüm ben, kötü olmalıydım, tam bir pislik… “Ne düşünüyorsun?” diye sordu, “Ben düşünmem!” dedim. Köprüdeydik işte, tam ortasına gelince “Dursana biraz” dedim, biraz seyretmek istiyorum. Vücudumu demirlere yasladım, altımdan arabalar geçiyordu, ışıklarını saçarak, diğer ışıklarla haberleşiyorlardı sanki. Gökyüzüne baktım. Mırıldandım, “Şehir ışıkları şehir ışıkları, seviyorum sizi. Şehir ışıkları şehir ışıkları, yıldız katili pislikler…” “Bi şey mi dedin?” diye sordu, “Sevişelim mi?” dedim. “Burada mı?” dedi, “Evet” dedim, şuracıkta, bu köprü üstünde, soyun hadi.” Yürüdük, eve kadar yürüdük. “Ne güzel evin varmış” dedi, “bunların hepsini sen mi çizdin?” “Sevişmek istiyorum” dedim. Bana yaklaştı, öpmek istedi. İzin vermedim. “Soyunsana” dedim kibarca, soyundu, yavaş yavaş beni tahrik ederek. Çırılçıplaktı. Mükemmel bir vücudu vardı. Tekrar öpmek istedi. Onu ittim, “Giyin” dedim, defol git buradan!” “Noldu?” dedi şaşkınca, “Vücudun kötü, defol git buradan!” Hırsla kapanan kapının sesini duydum.
Kapı açıldı. Sabah olmuş, annemin “Hadi oğlum, yemeğini ye” sesiyle uyandım, “ilaçlarını da getirdim.” Hiç uyumamıştım. Gecelerimin çoğu hayal kurmak, hikâyeler uydurmakla geçiyordu. “Dışarı çıkmak istiyorum” dedim “beni gezdirsene bugün biraz.” Alışık değildi, sevindi. Annem tekerlekli sandalyemle beni iki kişi yaşadığımız iki odalı bu gecekondu kapısından dışarı çıkarırken karşı binadan elinde bavulla gözü yaşlı bir kadın çıkıyordu. O da benim kadar karanlıkta yaşamaya mahkûm, karanlıktaki biri miydi? Bilmiyorum. Tek bildiğim Karanlıktaki Adamdım ben.
YORUMLAR
Engelinden dolayı dünyası kararmış bir karakterin, belki yapamayacağı hareketleri hayaller kurarak karanlık dünyasına yolculuğu.Ama kendisi mutsuz diye mutlu insanları kıskanması iyileştirip olumlu ya çevirmeli. Hayal kurmak karanlik adamida bizleride olgunlastirir.yi aksamlar
Dar alanın geniş ruyaları..bir kafeste başka dunyalar yaratma sanatı..içe bakamayan dışa bakamaz der gustav jung..bu anlamda gerçeğin,gozlemin surreal sıçraması..
Adamın karakterine dikkat ettim..bir yerde bağlı kalıyor olması( tekerlekli sandalyeye) onu hayal dunyasında futursuz kılmış..
René Belletto'nun görüntüyü öykünün önüne çıkarma amacı gütmeyen ama okuyucuların öne çıkardığı, film sekansı gibi anlık fotoğrafları takip etme fırsatı...
Her neyse cümleyi fazla kastım. Bu metin yaklaşık olarak senin üslubunu yansıtan bir öyküleştirmeydi.
Gule doğru demiş bu arada. Bu yazıyı ilk okurken de o vesile olacak aldatıcı kayırma hissi tekrar oluşmadı. Karanlıktan, daha fazla karartıdan belki de.
HakkınSesi tarafından 8/4/2017 10:07:24 AM zamanında düzenlenmiştir.
Bu arkadaşımın yazılarının bundan böyle takipçisi olacağım. Usta bir kalem olduğu besbelli...
Birinci tekil ağzıyla başarılı bir çalışmaydı. Sakat gencin hayal gücüne hayran kaldım doğrusu.
Selam ve saygılar...
olricx
selamlar ve saygılar.
sadece hayal dünyasında değil, gerçek hayatta da bu böyle galiba; insanların hem karanlık çetin bir tarafı, hem de aydınlık bir yüzü var...ikisini birden idare ediyorlar...öğrenmişler bi şekilde ve üstün performansları göz yaşartacak cinsten üstelik..bazı günler fazlasıyla sisli-duman, bazı günler de güneşli ve açık...
p.s: içimdeki duman'ı söylüyordu adam. gitarı güzel çalıyordu. her gün aynı saatte, aynı listeden yine de bıkmıyordu. kadının adımları geri gidiyordu yoksa söyleyecekti kulağına bir fısıltıyla 'rica etsek son kez dinleyebilir miyiz o şarkıyı sizden acaba?'. ama cesaret edip söyleyemedi kadın ya da yormak istemedi bilemiyorum.
o sesi alıp geldim. her dönüş sonrası kuş olup uçma isteğiyle yüreğim ve gözlerim yine dolu dolu.
bizim buralarda birkaç ay sürer bu bulutlu hava. sonrası yine iki adımlık yerküre.
p.s: bu yazını da hatırlıyorum..sildiğin yazılar mı bunlar?
olricx
https://www.youtube.com/watch?v=VJpxzYaP-g4
şunu anladım ki, beni okuyup yorum bırakanlar yazımı okuyup çıkıyor. ve hafızaları çok iyi. paylaşım listemi bile verdim yahu. yarın gece Tımarhane Dünlüğü'yle tamamlanıyor.
bulutlara gelince, ben onlarla yaşamayı öğrendim.
Gule
o şarkıyı ben de çok sevdim...