- 1503 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DENİZ KIZI (Masal)
Bir varmış bir yokmuş, memleketin birinde ta çocukluğundan beri masallardaki deniz kızını görme hayaliyle yaşayan bir genç varmış. Bu genç bir an önce büyüyüp de yola çıkmayı dört gözle bekliyormuş.
Kum saati hiç durur mu? Kum akar da zaman hiç akmaz mı? Kum saatinde kum döküldükçe güneş dönmüş, ay da dönmüş; ya yıllar? Onlar da öyle; hep böyle durmadan dönmüşler. Bir yıl geçmiş, yetmemiş. Beş yıl geçmiş, yine yetmemiş. Sonunda on yıl geçmiş. Artık, yetmiş.
Neyse, bizim genç de, göz açıp kapayana kadar geçen bu yıllar içinde büyümüş; güçlü kuvvetli, tuttuğunu koparan, yiğit mi yiğit bir delikanlı olmuş. Öte yandan da genç kızların kalplerini yakacak kadar da yakışıklı bir genç olmuş.
Ama, hiçbir zaman hayalini gerçekleştirme düşüncesinden vazgeçmemiş. Artık deniz kızı bulma vaktinin geldiğini düşünmüş. Annesinden babasından izin istemiş. Onlar bu izni vermemişler, çünkü oğullarının böyle boş bir hedef peşinde koşmasını istemiyorlarmış. Bu işte gidip de dönmemek varmış. Kim çocuğunu göz göre göre kaybeder. Ama öte yandan oğullarının içindeki hevesi kırmak da istemiyorlarmış. Sonunda oğullarının ısrarı üzerine, gönülleri istemese de razı olmuşlar, izni vermişler.
Genç, yola çıkmadan önce tanıdığı, bildiği, dinlediği ne kadar masal anlatıcısı varsa, hepsinin yanına gidip durumu anlatmış. Onlara deniz kızlarını nerede, nasıl bulacağını sormuş. Ama hiçbiri deniz kızlarının nerede yaşadıklarını bilmediklerinden, gence bir şey söyleyememişler. Sadece içlerinden biri, ak saçlı, ak sakallı, bilge görünümlü olanı, adeta bununla ilgili bir şeyler yaşamış gibi biri varmış ki, o birden “Billûr Dağı’nda”demiş. Genç de “Billûr Dağı nerede?”demiş. Bilge görünümlü ihtiyar, önce düşünmüş, sonra da: “Gönül nerede istiyorsa, oradadır!”demiş. Genç de “Bu da ne demek şimdi?”, anlamında ona bakmış. “Eğer, gönülden bir şeyi ararsan eninde sonunda onu bulursun; ama bir gün sonra, ama bir yıl sonra... Billûr Dağı her şeyin kirlenmediği, pırıl pırıl olduğu bir yüce dağ. Eğer bu dağı bulursan onları da burada bulursun.”
Bunun üzerine genç hiç durmamış, hemen yola çıkmış. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş, dağ üstüne dağ dememiş, taş üstüne taş dememiş; gitmiş de gitmiş. Gece gitmiş, gündüz gitmiş. Gücünün yettiği yere kadar gitmiş. Böyle böyle, bir gün bir bakmış, yol bitmiş. Yol biter mi demeyin; biterse biter. Kim ne der. Yol bu; isterse biter, isterse bitmez. Neyse, genç, yolun tam bittiği yere gelince durmuş. Çünkü önünde gökyüzünü delercesine yukarıya doğru uzanan dimdik yükselen bir dağ varmış. Başını kaldırıp yukarıya doğru bakmış. Ama ilk anda istediği gibi bakamamış, çünkü gözleri kamaşmış. Billûr gibi pırıl pırıl parlayan bir dağ imiş burası: Billûr Dağı! İnanamamış! Bir dağ nasıl bu kadar parlak olabiliyormuş. Meğerse, Billûr Dağı gündüzleyin güneş ışığı ile altın, geceleyin ay aydınlığı ile gümüş rengindeymiş. Hem, doğada ne kadar renk varsa hepsi de bu parlaklığın içinde kristaller halinde yer alıyomuş. Eee... Ne de olsa, adına uygun olmalıymış. Boşuna mı Billûr Dağı demişler.
Genç, Billûr Dağı’nın yanına yaklaşmış, dağın içine girmek için bir yol aramış. Ama dağ sanki ser verip sır vermeyen cinstenmiş. Dağın içine girmek o kadar da kolay değilmiş. Ama sonunda genç girecek dar da olsa bir yarık bulmuş, oradan içeri yan yan girmiş. Sonra da, yol yukarı doğru gittiği için, yukarı doğru çıkmaya başlamış. En sonunda da tepeye varmış. Çevreye bakınmış. Tepeden sağ tarafa bakmış: Burada billur gibi parlayan uçsuz bucaksız bir deniz varmış. Sonra sol tarafa bakmış: Dağlar iç içe sıralanmış şekilde uzayıp gidiyormuş. Bu dağlara bakarken önündeki dağın dibinde billûr gibi parlayan bir iç deniz görmüş. Meğer, iç deniz dediğimiz yer, bu denizin devamıymış; denizden derinlemesine bir koy, oradan da dağın içine doğru bir yol varmış. Buradan daha ileri gitmek ise neredeyse imkansızmış; çünkü içe doğru gittikçe, yol, suyun dibine doğru gidiyormuş. Buradan hiçbir insanoğlu uzun süre nefes alamadan devam edemezmiş. Bu nedenle, deniz kızlarının dünyada özellikle insanoğullarından korunmak için su üstüne çıktıkları tek yer burasıymış.
Genç, dağın içindeki bu iç denize tekrar bakmış. İç denizde deniz kızlarına benzer bir şeyler varmış. Genç bir süre onları uzaktan seyretmiş. Sonra da dağın, denizin güzelliğini seyretmiş. Bu güzellikler karşısında içi açılmış. Ama aşağı inmek için de sabırsızlanıyormuş. Sonunda aşağıya inmeye başlamış. Ama inmek yukarı çıkmaktan zormuş. Çünkü ikide bir kayıp duruyormuş. Ama tüm bu tehlikelere karşın inmeye çalışmış. Azmeden nasıl her engeli aşarsa, o da öyle yapmış. Dik dağdan böyle inerek aşağıya varmış.
Şimdi, sırada deniz kızlarını görmek varmış. Her gün sabah erkenden gidiyor, akşama kadar bekliyormuş. Ama bekle bekle dur. Böyle kaç gün sürecek. Bir süre sonra sıkılmaya başlamış. Deniz kızlarının denizden çıktığı çıkacağı yok. Denize deniz kızlarından başka kuş gibi, hayvan gibi her türlü canlı geliyormuş, ama bir tek deniz kızı gelmiyormuş.
Sonra birden masalcıların masallarında anlattığı bir şey gelmiş aklına. Meğer, deniz kızları sadece sabah erkenden çıkarlarmış. Bir de hava günlük güneşlikse. Eğer güneşli bir sabah erkenden gider de, suya dikkatle bakarsanız, suyun billûr gibi parladığını görürsünüz ya! İşte böyle havalarda deniz kızları sudan çıkarmış.
Genç, bundan sonra artık suyun başına gidip her gün saatlerce durmak yerine, sabah erkenden gidip güneş iyice yükselene kadar beklemeye başlamış. Ama anlatılan böyle olsa da deniz kızları yine bir türlü ortaya çıkmıyormuş. Bunun üzerine yine düşünmüş. Bu defa yine masallarda anlatılanlar üzerine kafa yormaya başlamış. Derken, deniz kızlarının insan oğullarının varlığını hissettiklerinde de ortaya çıkmadıklarını hatırlamış. Bunun üzerine ertesi gün erkenden gittiğinden varlığının hiç belli olmayacağı bir yere gizlenmiş. Biraz sonra güneş çıkıp su da billur gibi yansımaya başlayınca, genci bir heyecan almış. Çünkü bu kez deniz kızlarının çıkacağından eminmiş. Gerçekten de çok geçmeden suyun içinde hafif bir dalgalanma olmuş. Bir süre sonra da bir genç kız başının o billûr sulardan çıkmakta olduğunu görmüş. Deniz kızının saçları altın gibi sarıymış ve uzunmuş. Derken, deniz kızının beyaz yüzünü, beyaz kollarını görmüş. Deniz kızının teni güneş görmemekten şeffaf berrak bir renkte imiş. Gözü ise yeşille mavi arası bir şeymiş. Deniz kızı suda biraz yüzmüş, sonra da her yeri yosun tutmuş yüksekçe bir taşın üzerine çıkıp oturmuş. İşte tam bu sırada deniz kızının ayaklarının olmadığını, onun yerine balık kuyruğu gibi kuyruğu olduğunu görmüş. Kendisi denizi kızını böyle seyrederken, deniz kızı saçlarını bir yandan güneşte kurutuyor, bir yandan da sudaki görüntüsüne bakarak tarıyormuş. Derken çok geçmeden su gibi billûr bir sesle, çok güzel şarkılar söylemeye başlamış. Bu sırada doğadaki tüm varlıklar susmuşlar, onu dinliyorlarmış.
Deniz kızı, böyle keyifli keyif şarkılar söylerken, genç farkında olmadan bu güzellik ve bu güzel ses karşısında kendini yitirmiş, hareket etmiş ve bir tıkırtı çıkarmış. Bunun üzerine deniz kızı tehlikeyi anlayıp hemen suya dalıp gitmiş. Genç kendine çok kızmış, ama ne yapsın, bu kadar güzellik hiçbir insanda yokmuş. O gün artık yapacak bir şey yok, ertesi gün sabah erkenden yine gelmiş. Ama deniz kızı çıkmamış. Ondan sonraki gün de çıkmamış. Hatta daha sonraki günlerde de. Günler günleri, haftalar haftaları kovalamış. Genç tam da umudunu kestiği bir gün deniz kızı yine ortaya çıkmış. Ama bu kez yalnız gelmemiş, yanında bir deniz daha varmış.her ikisi de bir süre çevreye dikkatle bakmışlar, kendi aralarında bir şeyler konuşmuşlar, çok geçmeden de birlikte suya dalıp gitmişler.
Birkaç gün sonra da deniz kızı artık insan yok diye düşünerek, her gün çıkmaya başlamış. Önceleri kısa süre kalıp, sonra giderken, günler geçtikçe daha uzun süre kalmaya başlamış. Derken yine ilk günkü gibi kalmaya başlamış. Birgün birkaç deniz kızı birlikte gelmişler, bir süre birlikte yüzmüşler, güneşlenmişler, birbirlerinin saçlarını taramışlar, bu sırada kendi aralarında sohbet de etmişler, hatta birlikte şarkılar da söylemişler; sonra da suya dalıp gitmişler.
Ama ne olursa olsun, kaç kişi gelirlerse gelsinler, her zaman tedbiri elden bırakmıyorlarmış; çünkü insan oğulları ve vahşi hayvanlar onlara her zaman zarar verebilirmiş. Masallarında da insanoğlunun kötülüklerinden de söz ediliyormuş. Bunun için insanlara hiç güvenleri yokmuş. Biraz cesareti olan kimi genç deniz kızları insanları yine de merak ediyormuş. Meğer bizim deniz kızı da bunlardan biriymiş.
Genç, deniz kızlarının insanlardan kaçtığını bildiği için, deniz kızıyla nasıl tanışıp konuşacakmış, bir türlü bunun yolunu bulamıyormuş. Sonunda bir yol bulmuş: Deniz kızı denizde yosunlu taşın üstünde otururken, genç, güya, buraya hayran kalmış da şaşkın şaşkın bakınıyor, ama kimi zaman da burada ne varsa onlarla ilgileniyormuş gibi yaparak dolaşacakmış. Ama bunları yaparken deniz kızının hiç farkında değilmiş gibi de yapacakmış. Amaç deniz kızının güvenini kazanmakmış.
İlk gün düşündüklerini yapmış. Deniz kızı, daha ilk seste suya dalmış. Genç, suya şöyle bir bakmış, deniz kızının varlığından hiç haberi yokmuş gibi davranmış. Ertesi gün yine aynısı olmuş. Deniz kızı yine hemen suya dalmış. Genç, yine deniz kızından haberi yokmuş gibi davranmış. Bu hali fark eden deniz kızı bu kez kaybolup gitmemiş, denizin gizli bir yerine gitmiş, uğrun uğrun genci izlemeye başlamış. Genci alıcı gözüyle inceleyince, gencin hoş bir çocuk olduğunu fark etmiş. Üçüncü gün genç yine aynı biçimde davranmış. Ama deniz kızı bu kez suya biraz geç dalmış. Genç o dalınca denize bakmış. Genç, bu iş tamam galiba, diye geçirmiş içinden. Dördüncü gün genç yine aynısını yapınca, deniz kızı suya dalmamış, beklemiş. Genç yine bilerek bakmamış. Deniz kızı da bunu fark edince, gencin dikkatinin çekecek biçimde kuyruğuyla suya vurup ses çıkarmış. Genç bunu beklediği için dönüp bakmış, şaşırmış gibi yapmış. Deniz kızı gülmüş bu davranışa. Kendini güvende hissetmiş olacak ki gence, karşısına geçip oturması için işaret etmiş. Genç de gidip karşısına oturmuş.
“Ey insanoğlu! Kimsin? Nasıl geldin buraya? Nereden gelip nereye gidiyorsun?”
Genç kim olduğunu, başından geçenleri bir bir anlatmış. Gencin tüm bu anlattıkları deniz kızının ilgisini çekmiş. Deniz kızı da ona insanoğullarını merak ettiğini, bu nedenle onu görünce, hemen kaybolup gitmediğini söylemiş. Böylece konuşmaya başlamışlar. Her gün böyle böyle konuşuyorlarmış.
Bu durumu öğrenen deniz kızının annesi, kızına bu işin tehlikeli olmaya başladığını söylemiş. Çünkü evlenmeye doğru giden bu arkadaşlığın önünde bir sürü engel olduğunu söylemiş; ardından da “Sen karada, insanoğlu denizde nasıl yaşayacak?” Deniz kızının annesi kızına böyle diyormuş hep. Sonra da kara kara düşünüyormuş. Aslında bir yerde de haklıymış. Nasıl olacak bu iş? Doluya koymuş almamış, boşa koymuş dolmamış. Bakalım, demiş. Elbet bir yolu vardır, demiş. Ama kendi aklı da buna inanmamış. Ana yüreği; tabi ki, kızından başka nesi var? Düşünecek taşınacak. Ne olacak bu kızın hali diye sağa sola akıl danışıp durmuş. Sonunda bir gün çok bilen yaşlı bir deniz kızı annesinin yaşadığını, hatta bu annenin, yaşadıklarından yola çıkarak birçok şeyi çözdüğünü öğrenmiş. Anne kız kalkmışlar, birlikte onun yanına gitmişler. Ona her şeyi anlatmışlar. Yaşlı deniz kızı annesi, kıza “Sen yine burada yaşayacaksın. Eğer oğlan seni çok seviyorsa, senin yanında kalacak. Ona bir başlık bulacağız, uzun süre o başlıkla su altında kalabilecek.
Ertesi gün deniz kızı, her şeyi oğlana anlatmış. Genç tereddüt edince de deniz kızı nazlı nazlı,
“Benim uzun zaman karada yaşamam zor. Çünkü uzun süre güneşte kalırsam vücudum erimeye başlar. Sen benim eriyip ölmemi ister misin?”demiş. Bunu duyan oğlan,
“Hiç öyle şey olur mu?” demiş. Deniz kızı,
“Sen zaman zaman suda, zaman zaman karada kalırsın.” demiş. Artık evliliği düşünmeye başlamışlar.
Hep böyle sürüp giderken, bir gün, genç yine denize giderken, o gün denizi her zamanki sakinliğinden farklı görmüş; telaşlanmış. Çevreye dikkatle bakmış. Arka taraflarda bir yerlerde birtakım karartıların telaşla hızlı hızlı gitmekte olduklarını görmüş. Uzaktan iki kişinin içi dolu bir çuvalı telaşla taşıdıklarını görmüş. Herkesin çuvalının içindekiler başkasını ilgilendirmez, deyip sormamış. Ama içine de bir kaygı düşmüş.
İçindeki bu kaygıyla düşüne düşüne deniz kızıyla denizde her zaman buluştukları yere gelmiş. Burada bir süre beklemiş. Ama deniz kızının ne çıktığı varmış, ne de çıkacağı. Bunun üzerine seslenmeye karar vermiş.
“Deniz kızı! Deniz kızı!”
Ama ses seda yokmuş. Seslenmeye devam etmiş. Yine ses seda yok. Bir süre sonra suda bir hareketlenme görmüş, buna çok sevinmiş. Ama bir de bakmış ki, kendi sevdiği deniz kızı değil, başka bir deniz kızı. Bu deniz kızının gözlerinden yaşlar akıyormuş. Ne olduğunu sorunca, deniz kızı bir yandan ağlıyor, bir yandan da anlatıyormuş:
“Senin deniz kızın, bu gün yine seni göreceği sevinciyle erkenden hazırlandı. Ama bugün senin her zaman geleceğin saatten önce ses duyunca, senin erkenden geldiğini sanıp çevreye bakmadan hemen dışarı çıktı. İşte o sırada da olanlar oldu. Bizim çok ağlayınca gözyaşlarımızın inciye dönüştüğünü öğrenen kötü niyetli kişiler, bize tuzak kurmuşlar. Deniz kızı ne bilsin böyle olacağını. O saatte senden başkası gelmez diye, büyük bir sevinçle, sağına soluna bakmadan hemen dışarı çıktı. Tam da o an ona tuzak kuran o kötü niyetli kişiler onu hemen yakalayıp götürdüler. Ne olursun onu kurtar. Çünkü, bizi ne kadar çok ağlatırlarsa, onlara o kadar çok inci veririz, ama bu bizim sonumuz demektir. Her inci oluşu deniz kızlarının bedenlerinden bir parça götürür. Kötü niyetli kişilerse çok para kazanmak için onu çok ağlatacaklardır. Deniz kızı buna bir süre dayanır, sonunda bedeni erimeye başlar, bir süre sonra tamamen eriyip ölür. Ne olursun, onu bu kötü niyetli insanların elinden kurtar!”
Genç ne yapacak, nasıl yapacak, deniz kızını nasıl bulacak, bilememiş. Sonra sakinleşince daha iyi düşünmeye başlamış. En yakın şehri dolaşmaya başlamış. Herkesi takip edeyim, bakalım. Kimler telaşla bir yerlere gidip geliyor, kimler kuyumculara sıkça girip çıkıyor. Bir gün geçmiş, iki gün geçmiş... Kimsede bir telaş ya da hareket yok! Herkes sakin sakin her zamanki gibi aynen yaşıyormuş. Ama her geçen gün deniz kızı için hal böyle değilmiş. Bunu bilen gencin, deniz kızının ne kadar kötü durumda olduğunu düşündükçe içi içini yiyormuş.
Hep de böyle sürecek değil ya! Sonunda öyle de olmuş. Birgün birinin çevresine bakına bakına bir kuyumcuya girdiğini görmüş. Alışverişe gelenlerin içinden bir tek bu kişi diğerlerinden farklı davranıyormuş. Üstelik bu, kuyumcuda da uzun zaman kalmış. Sonra da çıkıp gitmiş. Bunun üzerine, kendisi hemen içeri girmiş. Kuyumcuya sormuş:
“Ben tüccarım. Hint’e Yemen’e gider gelirim. Buralarda inci boncuk işleri nasıldır?”
Kuyumcu, “Bu işten iyi para kazanacağım anlaşılan, baksana şu işe, kısmetim açıldı anlaşılan; biri çok güzel inciler getirir, biri de gelip satın alır. Bu tüccara bu incileri toptan satarsam iyi para kazanırım.” demiş içinden, hem de ellerini ovuşturarak.
“İstediğin inci boncuk olsun!” demiş. “Hem de en iyisi...”
Genç, kuyumcuya biraz da para gösterince, kuyumcu hemen hem elindeki hakiki incileri göstermiş, hem de incileri öve öve bitirememiş. Genç de elindeki parayla hepsini satın almış. Daha fazla almak istediğini söyleyince, kuyumcu,
“Olur!” demiş “Yarın aynı saatte gel!”
Genç, ertesi gün yine erkenden gelip beklemiş. Bir süre sonra yine aynı kişinin kuyumcuya doğru geldiğini görmüş. Kuyumcuya girmeden yine aynı şekilde çevresine bakınıp duruyormuş. Sonra endişenilecek bir durum görmemiş olacak ki, kuyumcuya girmiş. Bir süre sonra da kuyumcudan çıkmış. Genç, kuyumcudan çıkan adama iyice bakınca, birkaç gün önce denizin orada çuval taşıyanlardan biri olduğunu hatırlamış. Şüphelenmiş ve onu takip etmeye karar vermiş. O gitmiş, genç gitmiş. Neyse ki adam takip edildiğinin farkında değilmiş. Sonunda adam bir mağaraya girmiş. Fakat genç hemen girmemiş. Uğrun uğrun yaklaşarak bakmış. Bir de ne görsün: Sevdiği deniz kızı! Deniz kızı burada bir suyun içinde duruyor, durmadan da ağlıyor, ağlamaktan da gözleri şişmiş. O kadar da acı çekiyormuş ki, anlatılamaz. Tanınamayacak kadar da zayıflamış. Kötü adamlarsa hallerinden memnunmuş, hatta keyiflerine de diyecek yokmuş. Onlar için varsa yoksa para. Karşısındakinin canı, sağlığı hiç önemli değil.
Genç hemen içeri girmek istememiş, önce ne yapacağına karar vermek için beklemeye başlamış. Bu haliyle deniz kızını nasıl kaçıracak, kaçırmaya kalksa bile onlarla nasıl baş edecek. Böyle düşünürken, bir de bakmış kötü adamlar mağaranın kapısını kapıyorlarmış. Zaten çalı çırpı ile ağaçların iç içe geçtiği bir kapısı varmış mağaranın. Bu da yetmediği gibi bir de büyük bir taş koymuşlar mağaranın ağzına. Sonra da çekip gitmişler.
Bunu fırsat bilen genç, hemen deniz kızının yanına koşmuş. Deniz kızı o kadar zayıflamış ki, genç, bir ara kendi deniz kızının bu olduğuna bile inanamamış. Zaten zayıflıktan bir tüy gibi kalan deniz kızını kucağına aldığı gibi çıkması bir olmuş. Gencin acele gitmesi gerekiyormuş; çünkü deniz kızını bir an önce denize yetiştirmeliymiş. Bunun için adeta uçarcasına koşmuş. Neyse sonunda yetiştirmiş. Deniz kızını hemen denize bırakmış.
Denize giren deniz kızı, son bir gayretle bir an gözlerini açıp genç adama bakmış, ona zor da olsa hal dilince sevgisini anlatmak için gülümsemiş, ardından da denizin içine dalmış.
Genç adam günlerce denizde, deniz kızıyla konuşup görüştüğü yerde beklemiş, bir an bile oradan ayrılmamış. Ama deniz kızı bir daha hiç görünmemiş. Hatta bu olaydan sonra dünyada deniz kızlarını bir daha gören olmamış. Ama yine de bizimki, belki görürüm düşücesiyle orada beklemeye devam etmiş.
Kim bilir, deniz kızı belki ölmüştür, belki yaşıyordur. Ama bu genç için o hep yaşayacakmış. Çünkü önemli olan kalpteki aşktır. Ayrıca şuna da inanıyormuş: Billûr Denizi sabahları yine billûr gibi oluyormuş, bu da deniz kızlarının hâlâ yaşadıklarına, ama insanlara bir daha görünmeden yaşadıklarına bir işaretmiş. Fakat, genç için her zaman bir umut varmış. Olmaz ya, ya olursa? Dünyada “olmaz” diye bir şey yoktur. Asıl “olmaz” olmaz. Deniz kızı belki bir gün bir daha su üstüne çıkmaya karar verirse, ona aynı tehlikeyi bir daha yaşatmamak için, genç orada bekliyor olmalıymış. Bu nedenle sonsuza kadar onu orada beklemeye kararlıymış.
Bilinmez ya! Eğer yolunuz bir gün bu Billûr Dağı’na düşerse, orada Billûr Denizi’nin çevresine dikkatle bakın, birinin oralarda bir yerlerde hâlâ hiç kıpırdamadan ve sudan gözünü ayırmadan beklemekte olduğunu görürsünüz. İşte, bu kişi hâlâ deniz kızını bekleyen o gençtir. Yıllar, yüzyıllar geçse de o, içindeki aşk devam ettiği sürece, orada hep aşkını bekleyecekmiş. İşte bu, tüm sevenlerin başına.
NOT: Bu masal, Yaşar Yıltan’ın DİLERİM ÇENGİ kitabından alınmıştır.