Yoformbrika
sana hiç ortaokul anılarımdan anlatmış mıydım? anlatayım o zaman:
1
bir zamanlar bir salyangozum vardı. hayır hayır, bu olmadı; ne o kimsenin ne kimse onundu. baştan alalım. bir zamanlar Salyangoz vardı, şu an yaşadığım ve bu garip dilini kullandığım acayip dünyaya adımımı atmadan önce. kaybolduğum o gün tanışmıştım onunla; aniden başlayan yağmur, beni sadece iliklerime kadar ıslatmamış, yapışkan hücresine de esir etmişti. hücreye sızan solucanların tek hedefi vardı: ben. benim için her şey bitmişti, gözlerimi kapamış ve kaderime teslim olmuştum. gözlerimi açtığımda karşımda onu gördüm, Salyangoz’u. yağmur dinmiş, toprak kurumuştu bile. Orman’a her zaman hakim olan hafif karanlıktaki görüntüsü sevimliydi. altında yattığım yaprağı attım ve oturuş posizyonuna geçtim.
...uzun süre ayrılmadık birbirimizden. ne zaman yağmur yağsa bana evinde yer açıyor, usulca yanına sokulup yatıyordum. ne zaman kaybolsam kendini bir çizgiye dönüştürüyor, böylece yolumu buluyordum. ne zaman...
o günü unutamam. yine kaybolmuştum. yine başım beladaydı. bir Köpek Başlı sürüsü beni köşeye sıkıştırmış, sivri dişlerini gösteriyordu. ağaçlara yalvardım; sessizlik... bir anda belirdi; öyle bir böğürdü, kabardı kabardı, kocaman oldu. Salyangoz, kendini topaç yapmış üstlerine doğru hızla yuvarlanırken, köpek başlıların tedirginliğinden faydalanıp kaçtığım yerden izledim. yuvarlanırken parçalara ayrıldı, yüzlerce misket, sürünün üstüne yuvarlanıyordu. ve ilk görüntü o zaman belirdi: farklı bir boyuta geçmiştim sanki, garip bir yer... ufacık bir çocuk halının üstüne oyuncak yaratıklarını dikmiş, üstlerine misketlerini yuvarlıyor, onları düşürüyor ve seviniyorken etrafa kurabiye kokusu hakimdi. misketler, köpek başlıları atlarıyla birlikte devirdi. yüzlerce misket birleşip tekrar Salyangoz olduğunda ortalıkta hiç biri yoktu.
2
yaşım yine bu yaş da sanki boyca bir hayli kısalmışım. yorganı kafama çekiyorum, ki Alis gelsin. ışığı sevmez Alis, karanlıkta ve ancak bir çocuğun hayali aydınlığında yaşar. o sırada zil değil ziller çalıyor, aynı anda bir sürü zil... tüm kablolarını söküp atmamış mıydım ben bu dengesiz şeyin? kapı açmak gibi bir huyum yoktur ama bir kere açmış bulunuyorum; karşımda iki dev tavşan... sadece dev değil iki kaba tavşan, davetsiz içeri giriveriyorlar, "sen rahatına bak" diyor biri, "biz şu köşeye kıvrılır takılırız." "eyvallah" diyorum, yorganı kafama tam çekiyorum, beni dürten bir el, "kalk" diyor, "kalk bi çay koy bize." şerefsiz tavşan! bir de sevimli bir de sevimli... küçük bedenimi yataktan aşağı bırakıyorum, ocağa çayı koyuyorum. döndüğümde tavşanlar yok. kendimi tekrar yatağa atıyorum, yok yok o yorgan benim kafamı örtemeyecek, anlaşıldı; "çaylar noldu lan" diye bir ses geliyor dışarıdan; balkona çıkıyorum, komşunun evi kaybolmuş yerinde yemyeşil bir bahçe, bahçede iki tavşan okey oynuyor. sonrası karışık.
3
yaşıtlarıma göre biraz daha iri olsam da küçücüktüm, anneme sordum; “anne” dedim, “ben nasıl oldum?” baktı şöyle bir, “seni denizden aldık yavrum” dedi. onu biliyordum; bir keresinde babamla kıyısında çadır kurmuştuk, demişti ki babam, elindeki ucuna ince bir ip bağlanmış sopayı ona doğru savururken, “deniz bu işte, içinde balıklar yaşar” derken az önce fırlattığı oltanın ucundakine garip garip bakarken daha kısık bir sesle eklemişti, “yer yer ayakkabı yaşam izlerine de rastlanabiliyor tabi.” günlerce düşündüm. madem denizden almışlar beni , ben özümde ya balıktım ya da ayakkabı. balıkları da görmüştüm ayakkabıları da. balıklar kendiliğinden kımıldıyordu, ayakkabılar birinin yardımı olmadan asla… o zaman ben ayakkabı değil balık olmalıydım. o zaman suda yaşayabilirdim. bir anda fırladım yerimden bahçedeki kuyuya koştum. kuyunun dibinde su doluydu kova. soktum kafamı. nefes nefese çıkardım. daha büyük bir yer bulmalıydım. hemen ilerde bir göl vardı, koşa koşa gittim attım kendimi. çıktığımda saçlarımdan, giysilerimden sular damlıyordu. hay dedim kovaya da göle de çocuk dilince. hiç biri bir deniz etmiyordu. koşarak, zaman zaman takılıp düşerek, tekrar koşarak yarım saat mesafedeydi deniz. koştum koştum, onu uzaktan görebiliyordum artık. bana göz kırpıyor, dudaklarından ismim fısıldanıyordu. kollarını açmış beni bekliyordu. hızlandıkça hızlanıyordum, artık düşmüyordum. yamaçtan kendimi tuzlu suyuna attım. denizde hayat vardı.
4
gün doğduktan çok sonra her öğlene doğru sokaktan bi kız geçerdi, elinde tenis malzemeleri… fena da değildi, yani iyiydi iyi. seyrederdim. aylarca seyrettim. bir gün bi baktım yanında zibidinin biri var. zibidide kızla konuşurken kıvrılmalar, şekilden şekle girmeler, surattaki o yavşak ifade, dokunma çabaları… tipik abazan erkek salgılarının dayatmasına direnmenin ortaya çıkardığı komikliğin doruk noktası… haftalar geçti, bi gün gün doğduktan çok sonra öğlene doğru, bir baktım; el eleler. Zibazan kızın elini dudaklarına götürüyor. adi herif. hayvan. haftalarca Zibazan’ın kızı öpüşünü izledim. bu kez sabahın köründe bir baktım bunlar yürürlerken aralarında bir metre boşluk var. sonraları önce kız sonra Zibazan ya da önce Zibazan sonra kız geçmeye başladı. haftalar geçti önce kız geçmez oldu, sonra Zibazan. Zaman geçti kız başka bir herifle geçti. aylar sonra da başka bir kızla Zibazanı gördüm. yıllar geçti, gün batmaya yakın herhangi bi gün kızı tekrar gördüm; bir bebek arabasını itiyordu.
yıllar sonra o kızı az önce yine gördüm; yanında kocası 3-5 yaş arası iki erkek çocuğuyla. ve ben sanki yıllardır bu yerde oturuyor, hiç kalkmamış gibiyim.
YORUMLAR
Balık ayakkabı sen olsan olsan uçan balık olursun oli hiç gördün mü bilmiyorum ama çok güzel bu uçan balıklar
😊
Sen hep yaz biz okuyalım
Bakmakla kendi mahvetme işlemi
Ah misli zaman aahhh
😊
Cam güzeli 😌
olricx
olricx
moladan sonra yine aynı sistem devam etmeyi düşünüyorum, yani, ayda en fazla bir, bazen iki ayda bir paylaşım. şiirle pek uğraşmıyorum zaten de, öyküye daha da sıkı sarılmayı düşünüyorum.
yorum ve forum paylaşımlarından 5 tanesini seçtim.
Boyle manyak şeyleri niye yazıyorsun😊.tragedya psikolojisi mi yoksa şems tebrizi mi😊 yoksa boyle buyurdu zerduşt mu. Yoksa yoksa godot'yu beklerken mi.
Kafka'nın donuşumu gibi..yok niche'nin bıyığı..😊şems ve mevlana'yı bir turlu sevemedim. Donemin moğol ajanları bunlar..ecco homo.insan nasıl kendisi olur..dam ustunde saksağan..yok bir adet majezikduo..ve matisse'nin ağacı..