- 645 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
472 - GÖKKUŞAĞIM
Onur BİLGE
“Gökkuşağım,
Yağışlı bir şubat sabahı gelmiştin dünyama. Yağmurlu havalarda beliriyordun göklerde. Güneşin tüm renkleri güzelliğinde… Geldiğinde, düğünüm bayramım oluyordun! Yağmurlar dindiğinde kayboluveriyordun. Sen en iyi, gitmeyi biliyordun. Beni yordun!
Yok olmuyordun, yağmurlar dinince. Yok oluyordun sadece bir kere, çok oluyordun ki bu bana çok koyuyordu! Birken on oluyordun, onken yüz, yüzken bin, binlerce, on binlerce… Yok oldukça çok oluyordun. Çok mu çok!..
Belki çıkıverirsin diye yine bir yağmurlu sonbahar sabahı köşeden… Ya öğlen ya da ikindi vakti giriverirsin diye kapıdan içeriye… Yüreğim küt küt atıyor… Gelmiyorsun!
Akşamlar olmasın! Umudum bitmesin! Uzadıkça uzasın bekleyişim… Uzadıkça uzasın gündüzler… Ebemkuşakları, karanlıklarda beliremezler. Akşamları görünmezler, geceleri hiç gelmezler.
Yağmurlu günlerde gökyüzüne bakıyordum. Görüntünü arıyordum… Bir yerlerde buluyordum. Mest oluyordum!
Kararan buluların arasından güneş sıyrılmasıydı, simsiyah kirpiklerinin aralanışı… Bakışların, olabildiğine mavisi yoğun, muhteşem bir gökkuşağı… Alabildiğine yayılmış gülyüzüne…
Muhteşem bir ışık seliydi yüzündeki nur. Belki de gören bir bendim dillere destan güzelliğini, tasvire sızmaz gözlerini ve o saf, tertemiz çocuksu yüreğini… O mavisi çok gökkuşağının ışık selinde kaybolup gidiyordum, anlatılmaz hazlar içinde.
Ebemkuşakları hep uzaktadır. Gün ışığını renklere ayırmaktadır. Kollarını açıp, davet ederken, ulaşılmazlığı haykırmakta, kanıtlamaktadır. Bazen ormanların saçlarına bağ bazense dağların başına taçtır. Her damlacığı apayrı renklerde, kristal kristal parlamaktadır. Işığın renginin değişmesidir. Aşığın nevrinin değişmesidir! Mücevherleşmeye girişmesidir. Haşmetinin doruklara erişmesidir. Işınlarla damlacıkların sevişmesidir. Yağmurun apayrı bir cilvesi, güneşin bambaşka bir işvesidir.
Yanımda olsan da sen hep uzaklardan gülümsüyorsun, Alaimisema’m! Haince bakışlarla taşa tutuyorsun kalbimin kristal sarayını! Yedi ana rengin vardı, biliyordum ama bilmiyordum en az yedi fendin olduğunu… Giderken sevinç, neşe ve mutluluğun yedi ana rengini ve iyiliğin, güzelliğin, huzurun ara renklerini de alıp götüreceğini, beni serapa karalara boyayabileceğini hiç mi hiç düşünememiştim.
Burada koyun vardı, öyle ya… Aptal koyun… Su katılmamış, budala… O dala kondun bu dala kondun, oyaladın. Boyaladın yedi renginle gönlümün tuvalini… Gördün aşkımı, desem de demesem de, bildin ahvalimi mutlaka ama aldırış etmeden ittin elinin tersiyle, tertemiz duygularla dolu sıcacık yüreğimi, ardına bile bakmadan terk edip gittin.
Sonra musmnutlu döndün geriye, gönlünü vermiş olarak işsiz güçsüz bir serseriye. Bir de ondan bahsetmeye başladın bana ağzın kulaklarına vara vara… Musmutlu, hem de âşık… Sırılsıklam hem de! Anlattın da anlattın yana yana…
Aşk anlayana, güzelim! Sevgi, ilgi anlayana… Madem öyle, geç bu yana, Hercai Çiçeği! Yanardöner Menekşe… Keşke hiç tanımamış olsaydım seni! Keşke hiç görmeseydim yanardöner laciverde çalan masmavi gözlerini, o oynak, o kaypak, o fırıldak yüreğini!
Sarı samanlı kâğıttan yapılmış bir yelkenliydin. Ne işin vardı engin denizlerde? Azgın dalgalarlarla baş edebilecek miydin? Senin dünyan neydi ki! Şimdi ne cesaret, tekrar denizlere açılmaya hazırlanıyorsun!
Sen benim en değerli çiçeğimdin. Gülümdün, fulümdün, sümbülümdün. Türlü türlü rengimdin, türül türül kokumdun. Her şeyinle her yönden yüreğime dokundun. Şiir oldun yazıldın, roman oldun okundun.
Dokunmaya kıyamadığımdın, bakmaya doyamadığım… Yerine kimseleri koyamadığım… Şebnem tanesiydin, çiçeklerin taç yaprakların dudaklarında, ha düştü ha düşecek! Gözlerime yaş oldun, ruhuma telaş… Yavaş yavaş anlattın kendini bana, yavaş yavaş… Fırtınalar koptu, ruhumun açıklarında, duygularımda bir cebelleşme, bir savaş…
Anladım, geç de olsa yapma çiçek olduğunu. Güneşte kalıp solduğunu, çöpün kenarına konduğunu… Kokusuz olduğunu sonradan anladım ve uyandım ama yanacağım kadar da yandım ne yazık ki! Alacağım dersi fazlasıyla aldım!
Anladım ki aklımı başımdan alan, duygusuz ve ruhsuz bir kızmış. Anladım ki güzelliği, eprimiş bir tuval üstüne ucuz boyalarla yapılan güzel bir resim, göz alıcılığı da ona bir süreliğine parlaklık katan adi bir yaldızmış.
Öğrendim ki insan kimi tanırsa tanısın, kimi severse sevsin yalnızmış. Kalleş olurmuş ne kadar sevilirse sevilsin sevgililer. Arkadan vurmaya ayarlandığı için eğri yapılmış olan hançerlerini hayranlarının sırtlarına acımadan saplarlarmış! Arka taş olamazmış onca değer verilenler. Arkadaş olmazlarmış. Arka dayanamazmış onlara… Sırt verilemezmiş. Güvenmeye gelmezmiş kadın kız kısmı. Olsa olsa insanın, dost gibi görünen hasmı olabilirmiş. Fakat yine de sevgili, gökkuşağı gibi uzaklaşsa da ardına bakmadan çekip gitse, bir daha geriye dönmese de gönül ferman dinlemez, sevmeye devam edermiş…
Gözümde yaşın kaldı, yüreğimde ışığın… Yaklaştıkça kaçsan da, aynı mesafede alaycı alaycı dans etmeye devam etsen de inadına, ısrarla, ayağımda demir çarık, elimde çelik asa, yılmadan yıkılmadan, emin adımlarla, devam edeceğim, aşk uğruna çıktığım ve asla tükenmeyeceğini bildiğim halde bu azaplı yola.
Sana yol mu yok, güzelim! Uğurlar ola!..
Yaslı Yağmur”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 472
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.