Tanrının elleri
Güneşin içindeyken bile karanlığı görüyordu sadece gözleri.
Parmak uçlarında teninden kopardığı et parçaları, zamanın değirmeninde ezilen göz yaşlarıyla, yürüyordu içlerinde en bildiği bilinmezliğe.
Yağmurun yeni süpürdüğü yolların üzerinde adımları gittikçe büyüyordu, ve çıplak ayaklarının toprağa dokunma melodisi, yedi kat derindeki ölülerin mırıltılarına karışıyordu.
Yalnızdı ve yalnızlığını sadece yalnızlığıyla paylaşıyordu. Şarabı çıkarılmak için ayaklar altına alınmış geçmişinin onda kalan tek nüshasını da yüreğindeki alevle yakmıştı.
Kirpiklerine çarpan sert rüzgar, el vermiyordu, son kibrit çöpünü çıkarmaya. Son sigarası ise bekliyordu onu, dans etmesini göz bebeklerinden taşan zihninin, göğe doğru süzülen dumanında.
*
Duraksadı... Nefesi durdu, dünya durdu, an durdu.
Meleklerin göz kapaklarına sürdüğü mavi ve pembe yaldızlardan düşenler, çocukluğunun en saf gülüşlerinin turuncusu ile karışmıştı gökyüzünde. Ve her insan evladının ömründe en fazla bir kere görebileceği tazelikte, doğanın en güzel yeşili, bir ağaç, uzuyordu yıldızlara kadar bu renk cümbüşünün içinde.
Burası, son duraktı.
*
"Tanrım! Nasıl senden koptuysa ruhum, kainat yaratılırken en yoğun ve sisli gecede, yıldızlardan savrulan toz parçacıkları gibi; şimdi, tekrar bir olmaya geldim senin bedenin ve erdeminle, hiç olarak merhametinde."
"Tanrım! Nasıl can verdiysen bana ana rahmine düştüğümde, dokunduğun gibi tomurcuklarına bahar vakti çiçeklerin; şimdi, vermek istiyorum bu canı geri sana, sonsuzluğundan pay almak için, hiç olarak merhametinde."
"Tanrım! Hiç olacağım, göster bana merhametini. Damarlarımdan çekilişini izlemek mi kanımın, içmek mi dudaklarında kalan bir parça zehri, yoksa bir ipin ucunda ayaklarımı boşluğa bırakmak mı bir daha göremeyeceğim ışıkların gölgesinde? Hangisi daha çok hak eder, Tanrım, senin yüce merhametini?"
*
Tanrı, avucunun içine aldı, onu ve ağacı, ve üzerilerine örttü beş gezegenden ördüğü ve yirmi iki yıldızdan kenarlarını işlediği battaniyeyi.
Kalbini söktü, parçalayıp onun göğüs kafesini, ve doldurup ruhunun yarısını içine, ağacın gövdesindeki en yaşlı halkaya akıttı onun benini.
Bir olmuştu, o ve hiçbir insan evladının bakmadıkça onun gözünden göremeyeceği zariflikteki, doğanın en güzel yeşili ağaç. Birlikte meyve verip birlikte büyüyeceklerdi, sonbaharları gelene kadar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.