- 703 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
470 - ÇILGIN YANGIN
Onur BİLGE
“Sevgili Hayal,
Gelmeyeceğini bile bile beklemekteyim müjdeni. Bile bile yanmaktayım için için. Giderek yayılmaktayım, dağılmakta… Dolam dolam orman yangını olmaktayım. Erken doğduğuma yanmaktayım! Her şeye rağmen direnmekte, dayanmakta dayanmaktayım.
Dayanacağım elbette gittiği yere kadar! Gücümün yettiği kadar! Sabrımın bittiği yere kadar dayanacağım! Gerekirse yandığımdan daha fazla da yanacağım! Yanmaktan usanır mı çılgın yangınlar! Yanmakla hayat bulur onlar. Yanmaktan acayip bir tat alırlar. Tuhaf bir tutkudur onlar için yanmak.
Seni anlatmaya kalkışırım rutubet ve gecelerin içinde. Kalem yürümez olur, mürekkep kurur, kâğıda değince. Masam felçli, kâğıt şaşkın, el çaresiz… Bir duman yükselir tütünümden, yangın kokusu gelir, yüreğime değince…
Her gece düşük voltlu titrek ampulün sarı ışığında ben seni hayal ederek içerim. Yarasa kanatlarının çırpınışlarını hissederim, kalbimin yerinde.
Umutla yeşerip çiçeklenen bahar dallarında neden artık baykuşlar kışlar. Neden gözlerin değil doğan sabahlarıma, neden gülüşün değil aydınlatan dünyamı?
Şimdi anılar kaldı bana yadigâr. Yaşanmışlıkların anlamı… Umut hiç uğramaz oldu buralara. Bıraktığın boşluğu doldurmaya çalışır hayallerin.
Seni içerim her akşam kana kana… Daha ilk yudumda belirir hayalin karşımda. Çok geçmez, varlığını koynumda bulurum, sen olurum. İçkinin tadı kalmaz, mezenin lezzeti olmaz. Sen olursun yalnızca sen! Her yerde desen desen…
Gözlerinden ayrılmak mahvetti beni. Gülüşünden mahrum kalmak… Elim tenine değmişken, dünyam değişmiş, ruhum yenilenmişken ardına bakmadan gidişinden perişanım!
Sesin yankılanıyor kulaklarımda. Zindanlar için gün ışığı ne kadar önemliyse, dehlizler için bir huzme, işte o kadar değerlisin benim için sen de. Karanlık ruhum aydınlığa hasret. Yüreğimdeki dehlizler sana… Onun için mustaribim. Anlasana!
Burcu burcu çiçek kokularıyla geldin bir sabah. Bir kuşluk vakti, akıp giden zamanın kıyısında dinlenirken, yalnızlığımla karşılıklı oturup söyleşirken yaşlılığım, köşeden çıkıverdin, taptaze, ıpıslak!
Gözlerim gözlerine değdi, eridi, yerlere kadar eğildi benliğim. O gözler nasıl gözlerdi ki gördüğüm bildiğim kimsede değildi de yalnız sendeydi! O zamana kadar nerdeydi? O anda bir şimşek çaktı sanki, bir tomurcuk çatladı ve eşsiz bir çiçek vakitsiz açıverdi ansızın!
Sen geldin! Geliverdin! Gözlerin geldi karanlığıma nur misali. Güneşler doğuyordu gözlerini araladıkça, kirpiklerini indirdikçe güneşler batıyordu. Kalbim çıldırmış gibi atıyordu! Sanki atlı kovalıyordu beni. Sanki koşmuş koşmuş da yorulmuştum. Yorulmuş da durulmuştum. Sen gelince, gözlerim gözlerine değince şöyle bir doğrulmuştum… İşte ben sana o anda vurulmuştum!
Sımsıcak konuşurdun, bir şey sorulunca. Bir dere mi şırıldardı, meltem mi eserdi… Çiçek kokulu bir parfümün kapağı mı açılırdı gizlice… Neler neler anlatırdın, için coşunca… Okuldan bahsederdin, derslerden, arkadaşlarından… Annenden yakınırdın çoğu zaman… “Her sabah beni erkenden uyandırmasa!” derdin, mesela. "Uykunun ballandığı sırada: “Kahvaltı hazır! Haydi sofraya!” demese!” Anneannene kızardın. “O ne kirli çıkı, o!..” derdin, para bahsi geçince.
Ne anlatırsan anlat, hayranlıkla dinlerdim. Başkaları anlatsa, öylesine… “Bana ne!” falan derdim de söz konusu sen olunca, iş değişirdi. İstanbul’u anlatırdım ben de sana. Ona ait şiirler okurdum. En çok da ondan söz edilmesinden hoşlanırdın. Anlattığım, eski İstanbul’du. Benim çocukluğumun, ilk gençlik çağımın büyük vilayeti… Senin zamanlarının değil… Ben seni orada, o zamanlarda, benimle hayal ederdim. On beş yaş sana yazar, benden silerdim. Ömrümü yenilerdim. Gülerdim.
Fıstık çekirdek yerdik, parklarında. Deniz kenarında balık ekmek… Denize karşı yan yana oturmuşuz… Ayaklarımızı sallamışız aşağıya… Başlamışız son çıkan bir şarkıya… Bir ilk akşamını yaşıyormuşuz Marmara’nın. Nemli ve tuzlu rüzgârı savuruyormuş, capcanlı saçlarını… Gözlerini yakıyormuş. Kirpiklerini kırpıştırıyormuşsun sık sık… Yanakların pembe pembe, dudakların al…
“Gelinciğim!” diyormuşum sana. “Gelinciğim olsana!”
Akdeniz de deniz ama kimsesiz, benim gibi… Nerde vapurlar, tankerler, tekneler! Biri gelir biri gider… Falezler sessiz, Akdeniz ıssız, Aşkdeniz serapa gözyaşı, keder… Heder oldum heder!..
Biliyor musun, aynı yerlerde, aynı şekilde duruyorsun, Antalya’da. Her yerde senli renkler, senden desenler… Birlikte olduğumuz her yerde farklı farklı senler…
Başları bulutlu Toroslar hülyalı hülyalı kenti seyreder… Dağları, yan yana, omuz omuza, kucak kucağa... Bu lâl dağlar, hal diliyle arkadaşlığı, sevgililiği, dostluğu anlatıyorlar. Kıyamete kadar birlikteliği…
Sesini duymayalı aylar oldu. Sanki bir anda yeraltına çekildi akarsular. Ciğerlerim yarık yarık yarıldı hasretinin tesirinden, damarlarım kurudu! Kara bulutlar çöküyor zavallı yüreğime. Köhne bir tekne bıraktın ardında, biteviye ağlayan… Tek bir avuntum var sadece. İki hatıra eşya kaldı senden, beni hayata bağlayan… Siyah beyaz vesikalık bir resmin, bir de oyalı beyaz keten mendilin, sen kokan… Hatırladın mı? Rica etmiştim de parfümünden sıkmıştın ya üstüne… Kokun kaybolmasın diye, küçük bir cam kavanoz içinde saklı bende.
Akşamüstleri, elinde kitaplarla çıkar gelirdin. O geniş iç açıcı tebessümün, candan selamın… Bazen biz bize olurduk, dükkânın karşısındaki boş arsada. Badem ağacının altında… Şarkılar türküler söylerdik. Yanık türküleri ben seslendirirdim, genelde, yeni şarkıları sen… Fasıl yaptığımız da olurdu ara sıra. Kalabalık olduğumuzda… Nasıl mest ederdi bizi, güneş dağlara yöneldiğinde! Gurubu seyrederdik, içki yerine… Çevremde onca genç varken, kaçamak da olsa, baktıkça bakmak isterdim yüzüne, gözlerine…
Tatil sabahları erkenden gelir, akşama kadar yanımdan ayrılmazdın. Diğer müdavimler gelir giderlerdi, sen hiç kalkmazdın yerinden. Tavla oynardın bazılarıyla. Meşgul olacak bir şeyler bulur, eğlenirdin. En zevklisi ve meraklısı da bizim oyunumuzdu! Herkes başımıza toplanırdı, nedense. Ne espriler bulurduk, neler der, nasıl gülerdik, katıla katıla! Galiba ondandı, çevremize doluşmaları. Bir keresinde yan komşu bile evinden çıkarak gelmişti ya:
“Yahu, ne oluyor burada? Dükkân yıkılıyor!.. Neşeniz bol olsun! Neye gülüyorsunuz öyle? Merak ettim, dayanamadım, geldim.” diye kapıdan bakmıştı da sonra: “Şeytanınız bol olsun! Hadi, bana eyvallah!” diye gitmişti.
Bir kuş muydu ürküttüğüm, farkına varmayarak? Oysa kumrular hiç uzaklaşmadı buralardan. Badem ağacı, dallarında kuşlar, yitik üveyiğini anarak ağlar. Hafızasında taptaze hatıralar, gövdesinde çakı izleri, mütemadiyen kanar… Ruhunda orman yangınları dolam dolam, bağrında yaralar…
Çılgın Yangın”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 470
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.