Sevgili Geçmiş...
Sevgili Geçmiş,
Zamanların en acıtanı, en özleneni, en büyük akıl hocası...
Eskidendi diye çekilen her ah’ın içindesin. Bugün de yarının geçmişi ya, yine de ah!
Yaşanıp bittikten sonra hatırlanması güzel de, hafızamın insafına kalmak gücüme gidiyor...
Şu saatte sana sitem edenlerin, seni özleyenlerin suskunluğuyla dertleşerek sesleniyorum sana.
Hatırlarsın, eskiden daha çok çocuk oynardı mahallede, ne bileyim daha az araba geçerdi, hiç bir makinenin esiri değildik, insanlar daha çok gülerdi, ama içten gülerdi. Samimiyetler maskelenmezdi mesela. Omuzunu sıvazlayan elin sıcaklığı sorgulanmazdı. Pazarlar sokaklara kurulurdu, insanların içine değil.
En çok da çekinmeyi bilirdik biz. Mutlu olmaktan bile çekinirdik inan, kimsenin burnuna sokmazdık mutluluklarımızı.
Pişirdiğimiz yemeğin kokusu komşunun burnuna gitti diye çekinirdik. Telaşla bir tabak da ona gönderirdik. Kul hakkını unutmadığımız yıllardı...
Çocukken aynı bardaktan şu içerken kana kana içemezdik, çekinirdik sürahideki su hepimize yetemeyecek diye. Susuzluğumuz geçmezdi ama arkadaşlığımız doyardı. Üzerimize yakışanı giymezdik ama yüreğimize yakışanları tutardık yakınımızda.
Arkadaş veya takipçi listelerin kalabalığıyla övünmezdik, parmakla sayılacak kadar az da olsa, kapını iyi günde kötü günde çalanların hatırı sayılırdı. Ah, yalnızlığımız değil paylaştığımız kıymetliydi işte.
Postacılar da hasret taşımaz oldu çantalarında. Kredi kartı ekstreleri ve faturalar giriyor sadece posta kutumuza. Tıpkı kalbimiz gibi. Dijital saatli bomba gibi kurup kurup, sayılar notlar üzerinden hesap yaparak planlıyoruz hayatımızı. Bir tık atlasak patlayacağız sanki!
Ya aşklar... Ah onlar da tüketim çılgınlığının arasına girdi. Ayak üstü to go flörtlerle, elektrik yüklü duyguların plastik yüreklere ezberletildiği bir şey haline geldi. İnsanlar kalplerini cüzdan gibi taşımaya başladı. Sevgi değil, çıkarların denklemleri ağır bastı. Dokunamamanın, ulaşamamanın, ürkek bakışların, gözyaşının, titrek ellerle yazılan satırların ve mektupların hükmü çoktan kalktı. Tedavülden kalkmış bozuk paralar gibi harcadılar iyi niyetlerimizi.
"Mektubunu derhal açamadım. Bir müddet yanımda dolaştırdım. Okusam derhal bitecekti" (Oğuz Atay)
Bu tür cümlelerin hiç bir zaman yazılmayacağı bir çağda yaşıyorum. Acaba zamanın dili olsaydı, kısırlaştırdığımız duygularımızla bizleri ağırlamaktan utandığını söyler miydi? Biz mutluluğu da mı geçmişe gömdük acaba?
Söyler misin sevgili geçmiş, masallar o yüzden mi hep "bir zamanlar" diye başlar?
✒T.Y.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.