- 627 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dar Sokaklar ve Çağa Uymayan Yapılanma
İstanbul’un özellikle varoş yerleşimlerinde çarpık kentleşme örneklerinin en nadide örnekleri görmek hep olası. Dar cadde ve sokaklar binaların arasında karınca yollarından farksız bir durumda. Dilerim deprem yaşamaz bu dünya kentimiz. 1999’da yaşanan Gölcük depremi örneği bir depren yaşansa İstanbul’un yeni yerleşim yerlerine günlerce girilmez. İşin acı tarafı bu çıplak gerçek herkesçe bilinmesine karşın yaklaşan deprem olasılığına karşın hiçbir doyurucu tedbir alınmamaktadır.
İstanbul ve de hemen hemen tüm kentlerimizde yeni kurulan, yerleşime açılan yerlerde plansızlık, programsızlık gün gün yaşanıyor. Sık sık kent planlaması değiştirilerek en olmadık dar alanlarda arsalar üretiliyor. Bu arsalara da yerden darı bitercesine sıklıkla binalar konduruluyor. Yeşil alanlara gerekli genişlikte yer ayırma uygulaması çalışmasına hak getire.
Yeni kurulan, olması gereken büyüklükte parkların, yeşil alanların yeterli olmadığı yerleşim yerlerinde en önemli sorunların birisi belki de en önemlisi motorlu araçların park sorunu! Cadde ve sokaklar zaten dar! Günün her saatinde cadde ve sokak kenarları park edilmiş taşıtlarla adeta işgal altında. Bu durum trafik akışını iyice yavaşlattığı gibi araçlara park yeri bulmak tamamen olanaksız hale geliyor. Allah, şehrin garip bir yabancısını şehirlerimizin varoş semtlerinde aracına park yeri arama talihsizliğine muhtaç etmesin!
Özellikle İstanbul için varoşların durumunun insan yaşamasına ne kadar namüsait olduğu gerçeği hiç yadsınamaz. Bu yargı sadece İstanbul için değil hemen hemen yurdumuzun tüm kentleri için de aynı. Çarpık kentleşme örneğinin tipik örneklerinin yaşandığı iki küçük yerleşim birimine gidelim birlikte. Ardahan ilini ve Şavşat ilçemizi ziyaret edelim.
Şavşat ilçemiz Doğu Karadeniz bölgemizin en sonunda yurdumuzun en uzak bir ilçesi. Gürcistan’la komşu olan bir yerleşim yeri. Dar bir vadinin bir yakasında kurulmuş. Kurulduğu alan zaten dar. Ortaokulu bu şirin ilçede okudum. Ortaokul yıllarında ilçemizin nüfusu iki bine bile ulaşmazdı. Köylerden gelip ortaokulda okuyan biz öğrenciler ilçe nüfusunu artırırdık. O yıllarda ilçenin çevresinde tarlalar ve meyve bahçeleri vardı. İlkbaharda meyve bahçelerindeki ağaçların renk renk çiçek açtığında ilçemiz adeta bir çiçek cennetine dönüşürdü.
İlçenin çevresinde bitek tarlalar vardı. Şimdilerde bu tarlaların yerinde tabir caizse yeller esiyor. Güzelim meyve bahçeleri tarumar edildi. Bu tarla ve bahçelerin yerlerinde apartmanlar yükseliyor. İlçede ne bir meyve bahçesi ne de ufacık bahçe yeri toprak kaldı. Topraklar yeni yapılan binalarla adeta işgale uğradı. Tüm bu durumlar çok kısa bir süre içinde yaşandı.
Atatürk’e atfedilen şöyle bir söz vardır. Ankara’da yeni kurulacak semtler için şehir planlaması yapılırken Atatürk caddelerin seksen metre genişliğinde olmasını emreder. Bu görüş ilgililerin tuhafına gider. Atatürk’ün kafası yine iyi diye garip bir yargıya varırlar. Günümüzde şehirlerimizdeki sokakların dar durumu o büyük insanın ne kadar ileri görüşlü olduğunun bir kanıtı durumunda.
İlçemizde de yeni yerleşimlere açılan mahallelerde cadde ve sokaklara gayet dar alanlar bırakılıdı. Hele araçların park edilmiş haliyle caddeler adeta birer patikaya dönüşüyor. Karşılıklı yönlerden gelen araçların geçişi tam cehennem azabı. Oysa ilçede şuurlandırma yapılırken yolların durumu Atatürk’ün bu konudaki fikirleri uygun genişlikte planlanmasa bile azıcık geniş tutulabilirdi. Araçlara park yeri ayrılabilirdi! Sanki araçlar yeni icat edildi. İleride araç sayılarının artacağı hiç göz önüne alınmadı.
Bu durum sadece benim eskiden yeşillikler içinde olan ilçeme has bir durum değil sadece. Bize en yakın il olan Ardahan’ı sık sık ziyaret ederim. Ardahan geniş bir ovaya kurulmuş tarihi bir yerleşim yeri. Kısa süre önce il yapıldı. İl çok hızlı olmasa bile yeni kurulan mahallelerle birlikte büyüyor. Geniş alanlara yayılıyor. Cadde ve sokakların dar olarak planlanması tıpkı benim ilçemdeki gibi.
Yol kenarları sürekli park edilmiş araçlarla işgale uğramış. Günün belirli saatlerinde araçlara güvenli park edecek yer bulmak olası değil. Zaten benim ilçemde araçlara park yeri ayrılmadığı gibi, geniş Ardahan ovasında bile bir alan park yeri için ayrılmamış durumda. Bu uygulamalar hiç akıl kari değil.
Daha geçen hafta Ardahan’daydım. En işlek ve ana caddenin birinde arabamla yol alıyorum. Caddenin bir tarafını park edilmiş araçlar doldurmuş. Gidiş dönüşlü yol. Önümde bir otomobil dörtlüleri yakmış duruyor. Karşıdan gelen araçlar iyice daralan yoldan güçlükle geçiyorlar. Arkamdaki sürücüler sürekli klakson çalıyorlar. Büyük araçlar yanımızdan zor geçiyor. Her an büyük araçların bana ve önümdeki park etmiş araca sürtünmesi an meselesi.
Hayli zaman sonra park eden aracın sürücüsü gelip yolu açtı. Bu arada çektiğimiz çile sözle anlatılır gibi değil. Üstelik yollar çukurlarla dolu. Bir temiz ve düzgün döşenmiş yol bulmak şehirlerimizde bana kısmet olmadı. Hele Kocaeli’nden memlekete gelirken geçtiğimiz Ordu’da şehir içi yolların durumu tam bir ana baba günü. Yollar yeniden asfaltlanıyor. Merak ediyorum. Acaba Ordu’nun yollarının yeni durumu istenilen düzeyde çukursuz ve düzgün yapıldı mı?
Yıllarca ülke olarak Avrupa Birliği’ne girme hayalleriyle yaşıyoruz. Hani eskiden kurulan yerleşim yerlerindeki dar cadde ve sokakların durumunu kabul edelim. Peki, yeni kurulan yerleşim birimlerimizdeki çağ dışı uygulamaları nasıl anlatmalı. Maalesef bizler bu kafa yapısıyla Avrupa’ya kabul edilmeyiz. Acı ama durum bu.
Bilimin aydınlatıcı ışığını takip etmekten öte tutulacak güvenli bir yol yoktur. Bilim ne buyuruyorsa bilim yolunda ilerlemeyi ilke edinmek en akılcı yoldur. İnsanlar yaşadıkları çevrede huzur içinde olurlarsa çalışmalarında verimli olurlar. Kanunlara severek uyarlar. İş yerlerine giderken trafiğe takılmazlar. Sinirleri gerilmez. Zamanlarının büyük bir kısmını yollarda harcamazlar. Yaşadıkları yerleri severler. Yaşamaktan zevk alırlar. Toplumsal barış daha kolay sağlanır…
Çarpık kentleşme az gelişmiş ülkelerin kangren olmuş sorunlarının başında geliyor. Bu sorun ülkemizde de bizleri rahatsız etmesinde bir hükümeti, bir partiyi suçlama kolaylığına kaçmak kafamızı kuma sokmaktır deve kuşu örneği. Düzensiz büyüyen kentlerimizin şu anki durumundan hepimiz sorumluyuz.
Değil şehircilik çalışmalarında her alanda iyiden doğrudan yana büyük bir zihniyet değişikliğine gitmeliyiz. Zaten deprem kuşağında olan ülkemizde olası depremlerden en az biçimde etkilenmek için şehirlerimizi mevzuata uygun kurmalıyız. Yoksa bu gidişle her deprem sonrası ağlayıp gözyaşı dökmenin bir yararı yok. Hükümetler, belediyeler olarak işlerimizi düzgün yaparsak güzel ülkemizde şehir içi trafiğinde rahatlama yaşayacağımız gibi deprem gibi afetleri de en az kayıplarla atlatabiliriz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.