- 753 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
467 - AŞK ÇİÇEĞİ
Onur BİLGE
Bir ölüydüm sanki ger gece yatağında kaskatı… Patlak tekerlek gibi yamulmuş, sönmüş bir balon gibi pörsümüş… Kabuksuz kaplumbağa gibiydim, cayır güneş altında kalan… Sadece nabzım atmaktaydı…
Dişlerim sıkılı vaziyette uyanırdım her sabah. Çene kemiklerim birbirinden zorla aralanırdı. Kemiklerim kenetlenmiş, tek parça olmuş sanki! Kaslarım kaskatı kesilmiş kasılmaktan! Yorgun bitkin bir halde zorla doğrulurdum yerimden. Güçlükle ayırarak ayaklarımı birbirlerinden, yere uzatırdım ama onlar başkasına aitti sanki. Bir süre beklerdim öylece… Edeceğini ederdi bana her zalim gece! Neden sonra itaat etmeye başlardı bacaklarım bana. Dizlerim tutmaz olsa da dayanarak yatağıma, güçlükle yüklerdim gövdemi onların üstüne. Sakat topuğuma yüklenmeden, yeni yürümeye başlayan bezli bebekler gibi yürür giderdim.
Nerde o dinlenmiş olarak, dinç bir vaziyette, neşe içinde uyanmalarım! Nerde günün ilk ışıklarıyla umut dolu fırlayışım yatağımdan! Nerde o eski sevincim, mutluluğum, huzurum! Nerde o zindelik, hafiflik bende!
Bir çiçek çok mu önemlidir sanki koskoca baharda! Bir onun üstüne mi düşer de mücevherleşir şebnemler sanki! Oysa bir bahçem vardı benim uçsuz bucaksız… İçinde bin bir çeşit çiçek, bir uçtan bir uca yemyeşil çim… Her biri bir içim suydu! Hem de ne biçim!..
Sabahları renk cümbüşü, birbirinden güzel kokular, akşamları akşamsefalarının o eşsiz rayihalı sefası… Neden kan çiçeğine dönmüş zavallı gözlerim! Çan çiçekleri tehlike alarmı vermekteydi… Can çiçeğim çıktı çıkacaktı, göğüs kafesimi kırarak! Pat pat papatyalar patlamaktaydı şakaklarımda… Neden elim mahkûmdu, neden canım mahkûmdu o tek çiçeğe! Gönül mahkûmiyeti miydi neydi o bende!
Bir ceset kalmıştı bende kupkuru… Yüzümün toprağında yer yer çatlaklar, derin yarıklar… Bir beden kalmıştı bende, bağrında ikinci derece yanıklar… Ruhumda serapa çöle dönmüştü o güzelim bereketli alanlar… Yağmurlara yasaklıydı bütün sahalar… Vahalar suya hasretti, nebatat can çekişmekte… İçimde duygular çelişmekteydi… Aşkla nefret boyuna boylaşmakta…
Denizdeki su damlaları kadarsa aşkım, sahildeki kum taneleri kadar da öfkem vardı! Her kum tanesine ayrı ayrı sitemim, şikâyetim, her kum tanesinde en azından bir damla gözyaşım… İsyanım dağlar kadardı!
Ummak ve beklemek mahvediyordu beni. Dakikalar saatler kadar uzuyordu, saatler günler, günler haftalar, haftalar aylar… Bir haber bekliyordum, bir mektup, bir telefon… Bir selam olsun, bir nefes olsun, bir hecelik ses, en azından… Bir insan bir insana o kadar da muhtaç olur muydu? Olurdu! Olurmuş yani! Anlaşılan oydu.
Her zaman dallarımda pürneşe şakıyan kuşumu özlüyordum. Çağlayanlarca çağlayan sesini, neşesini… Kahkahalarını özlüyordum çılgınlar gibi! Kulaklarımda çınlıyorlardı!
Bir anda nasıl akmaz olurdu, deli deli akmakta olan nehir! Nasıl aniden kesilirdi suyu, nasıl bir anda susuverirdi, çağıl çağıl akmakta olan su! Bir anda nasıl yabancı oluverirdi biri diğerine can olan iki insan! Bir bedende iç içe iki can! Alaşım olmuş iki can nasıl ayrışabilirdi tekrar ikiye! Hem neden ayrışacaklardı ki! Ne diye!..
Yürüyemez olmuştum geleceğime doğru, ağır aksak bile. Her gün bir kat ekleyerek bulutlara değecek şekilde kurduğum kristal hayal kulem yerle bir oluvermişti!..
Bir zamanlar onun için tek güvenilir kişi olduğumu, kimsenin önüme geçemeyeceğini sanıyordum. Bir anda kendimi dışlanmış hissettim. Dışlanmış da değil hatta kullanılıp çöpün kenarına konmuş… O kadar acı geldi ki bu bana! Terk edilişten de acı…
Nereye koşuyordu ki deli gönlüm, doludizgin! O kadar da gözü kör mü olurdu aşkın! Bir anda çetin bir engele tosladım, fena yaralandım! Ayakları sakatlanan atları vururlardı, benim bildiğim. Böyle yaralı bir vaziyette bırakıp gitmezlerdi!
Küçük ümitlerle uyandığım sabahlar da oluyordu. Gün boyu muhafaza etmeye çalışıyor, sabırla bir gelişme bekliyordum. Her akşam gün batımıyla ben de bitiyordum! Ümitlerim de bitiyordu, günün bitimiyle. Her sabah, belki bir ümit, bir haber, bir selam belki… Ne gelen var ne giden… Ne de bir kelam eden, ona dair. “Bu hep böyle sürüp gitmez ya, gün olur, değişir zahir!” diye avunuyorum. Avunuyorum zannıyla uğunuyorum!
”Gitti işte! Gitti ve bitti! Artık anlasana!..” diyordu dilim, gönlüm öylesine almış ki onu bünyesine, öylesine benimsemiş ve basmış ki bağrına bir türlü bırakmaya yanaşmıyordu! Neler söylüyordu neler… Neler sayıklıyordu! Tane tane işitiyordum, kulak verdiğimde. Sesi gökkuşağıydı. Her renk vardı içinde… Sesi çiçek bahçesi, İrem Bağı… Saymakla tükenmez çeşit, renk, ahenk, rayiha... Her yerine hançer saplandığı, yara almayan ve kanamayan hiçbir yeri kalmadığı halde… Çapalandıkça güçlenen, sulandıkça gülen, yüzünde güller açan bereketli topraklar gibi yaralandıkça hayat fışkırtıyordu içinden!
O benim en değerli çiçeğimdi. Saksısı yüreğimdi. Toprağı gönlüm… Yaprakları kalp şeklindeydi, acı yeşil… Yanakları pembe, dudakları kırmızı, cildi beyaz, gözleri mavi mavi açardı. Her bir çiçeği baş döndürücü farklı kokular saçardı. Orkide de ne ki! Tarifi imkânsız güzellikteydi! Bir eşi daha yoktu dünyada! Cennetten gelmiş gibiydi!
O benim Aşk Çiçeği’mdi. Bir yaprağını dahi koparıp yakama takamadığım… Acımasız bir el hoyratça kökledi, aldı götürdü onu bahçemden! O benim dokunmaya kıyamadığım, bakmaya doyamadığım, yerine bir başkasını koyamadığımdı. O benim hayat kaynağımdı. Can yoldaşım, gönüldaşım, arkadaşım, ekmeğim, suyum, aşım… O benim her şeyimdi!
“Aşk Çiçeğim nerde şimdi? Hangi yaban ellerde? Mutlu mu mutsuz mu? Kim bilir ne halde!” diyerek ağlıyordum kuytularda. Sesimi kimsecikler duymuyordu. Gözyaşlarımı kimseler görmüyordu. Bir ben biliyordum yanaklarımdan süzülerek aktığını, bağrımı ıslatarak gönlümü bir nebze olsun ferahlattığını.
Aşkdeniz’dim ben. Gözyaşlarım tuz zehriydi.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 467
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.