- 1202 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEDDUA - 3
Öykünün devamı.........
Gamze kendisini hiç iyi hissetmiyordu o gün. Ateşi vardı ve iki gündür çenesine musallat olan sivilce yüzünden acı çekiyordu. Patronu Atakan Bey’den izin isteyip evde derin bir uyku çekme düşüncesindeydi. Mehmet’in neden bir haftadır kendisini aramadığı sorusuna cevap bulmaya çalışmış, evlenmek istemediği için böyle davrandığına hükmetmiş, çok üzülmüştü. Sivilce çıkarması da bu yüzdendi zaten. Psikolojisi bozulunca, narin yapılı bir kız olmasından ötürü, vücut direnci de düşmüş; hastalanmıştı. Atakan Bey, genç kızın perişan hâlini görünce “Git, dinlen ama önce bir doktora görün istersen.” tavsiyesinde bulunarak hemen izin verdi. Gamze masasını toplayıp, elindeki yarım kalan işleri karşı masada oturan Yeliz’e devrederek, ayaklarını sürüye sürüye evinin yolunu tuttu. Annesi onu gün ortasında karşısında görünce telaşlandı. Kızının eve girerken açık bıraktığı daire kapısını kapatırken sordu: “Hayrola kızım, bu saatte neden geldin; bir şey mi oldu yoksa?” Gamze’nin cevap verecek hâli yoktu. Sadece “Biraz rahatsızlandım, izin alıp eve geldim; önemli bir şey yok anne. Uykum var, beni birkaç saat rahatsız etmeyin.” dedi ve odasına geçti. Gülay Hanım endişeyle kızının arkasından odasına seğirtti, onun yatma hazırlıklarını görünce, “Tamam yavrum, sen istirahatına bak. Bir şey istersen seslen, e mi?” deyip gerisin geri döndü.
İki gündür ateşler içerisinde yanan Gamze, “Doktora götürelim.” tekliflerini geri çevirmişti. Kendisini neyin hasta ettiğini iyi biliyordu. Hasta yatağında sürekli Mehmet’i düşünüyor, ağlama nöbetlerine giriyordu. Genç kızlık gururu, telefon açıp nedenini sormasını engellemişti. “Onun araması gerekir; peşinden koşturuyormuş gibi görünmek istemiyorum. Sevseydi arardı; demek ki sevmiyormuş.” diyordu kendi kendine. Bu düşünce onu yiyip bitirmişti. Bir türlü hazmedemiyordu içine düştüğü bu durumu. Üçüncü gün, kendini biraz daha iyi hissedince, annesine “İşyerinden beni merak etmişlerdir; artık işe dönmeliyim.” dedi ancak annesinin “Bir gün daha dinlen, yarın gidersin; ben telefon açar, durumu bildiririm.” itirazı üzerine o gün de evden dışarı çıkmadı. Odasını en küçük kardeşi Dilek ve kendinden bir buçuk yaş küçük olan Sevgi ile paylaşıyordu. Kardeşleri hastalığı boyunca ablalarını rahatsız etmemek için dikkatli davranmışlar, derslerine diğer kardeşlerinin odalarında veya salonda çalışmışlardı. Odaya, yatmadan yatmaya ve hâl hatır sormaya giriyorlardı. Genelde hep çekişirlerdi ama hastalık söz konusu olunca merhamet ağır basmış; ablalarını mümkün olduğu kadar rahatsız etmemeye gayret etmişlerdi.
Akşama doğru, üstünü değiştirmek için oda kapısını yavaşça aralayarak içeri süzülen Sevgi, tam dolaptan bir şeyler almak üzereydi ki, Gamze’nin kendisine seslendiğini duydu. Elindekileri koltuğun üzerine bırakarak, ablasının yatağının ucuna oturdu. Elinin tersini, genç kızın alnına, yanağına sürerek ateşi olup olmadığını kontrol etti. Şefkatle yanaklarından öperek, “Daha iyisin bugün, değil mi? İstersen akşam yemeğini içeride bizimle birlikte ye. Ne dersin?” teklifinde bulundu.
Hafifçe doğrulmaya yeltendi Gamze. “Tamam, öyle yaparım.” Ardından, beklemediği bir soru yöneltti kardeşine: “Sence ben güzel miyim?”
“Güzel ne kelime! Taş bebek gibisin maşallah. Gerçi şu hastalıktan dolayı biraz süzüldün ama yine de çok güzelsin ablacığım. Neden sordun ki?”
Gamze gözlerini kısarak, bakışlarını bir müddet tavanda gezdirdi. Avizenin pırıltılı taşlarının beyaz yüzeyde yaptığı ışık oyunlarını seyretti. Kardeşinin sorusuna cevap verip de aşkta yaşadığı hezimeti onunla paylaşmak istemiyordu. İçine atmalı, olayları akışına bırakmalıydı. Derin bir iç geçirdikten sonra, yavaşça yattığı yerden doğruldu ve ayaklarını yataktan aşağı uzattı.
“Teşekkür ederim canım. Hadi, terliklerimi bul; üstümü değiştirip salona geçeyim. Yeter bu kadar tembellik.”
xxx
Yeliz, Gamze’nin içeri girdiğini görünce, masasından fırlamıştı. Etekleri yelpirdeyerek arkadaşına doğru koştu, boynuna sarılıp yanaklarından öptü. “Neredesin kaçak? Kaç gündür merak ediyoruz. Bir telefon açmadın. Aşk olsun yani!” diye sitem etti. Gamze, arkadaşının öpücüklerine karşılık verirken, “Hastaydım ya canım; biliyorsun. Üç gün cayır cayır yandım, arayamadım. Hem, annem arayıp haber verdi Atakan Bey’e. Size de söylemiştir diye tahmin ettim. Ne yaptınız bensiz bakayım?” dedi. Yeliz, “Hiç, ne olsun, hep aynı şeyler… Yeni bir siparişe girdik. Evraklarını veririm şimdi.” diyerek masasından bir klasör kaptı ve Gamze’nin masasının üzerine bıraktı. “Ellerinden öper canım; hadi, kolay gelsin.”
Mehmet’in onu işyerinden arayıp aramadığını acaba Yeliz’e sorsam mı, diye düşündü, klasördeki evrakları gözden geçirirken. İçine düştüğü gurur kırıcı durum anlaşılır diye, sormaktan vazgeçti, kendini işe verdi.
İki gencin evliliğe adım atma kararının üzerinden tam on gün geçmişti. Mehmet’in sinirleri annesinin katı tutumundan dolayı gerilmişti. Sevdiği kızın kendisinden haber beklediğini, alamadığı için de üzüleceğini biliyor, onu üzmüş olmaktan dolayı rahatsızlık duyuyor, kendisini kapana kısılmış gibi hissediyordu. İşçilere “Ben eve kadar çıkıyorum. Yarım saate gelirim.” dedikten sonra, tamirhaneden fırlayıp bir hışımla eve gitti. Zile bastığı hâlde açan olmayınca, kapıyı anahtarıyla kendisi açtı ve annesine seslendi. Annesi evde yoktu. Odasına geçerek üstünü değiştirip etrafa göz gezdirdi. Annesinin titizliğini bildiği için, ortalığın karışık olmasına şaşırdı. İki gündür eve girip çıkmamıştı. Acaba annesine bir şey mi olmuştu? Merakını yenemeyip cep telefonundan aradı. Kadının sesi pek iyi gelmiyordu. “Anne neyin var? Sesin bozuk geliyor. Nerdesin sen?” diye sordu. Hastanede olduğunu öğrenince de telaşlanıp hastanenin yolunu tuttu. Biraz sonra üçüncü katın koridorunda, muayene sırasının kendisine gelmesini bekleyen annesiyle karşılaştı. Yanına gidip elini öptü. Yanındaki boş yere otururken sorgulamaya başladı: “Anne, ne oldu; niye geldin buraya, hasta mısın?”
Kadıncağızın hâli hiç iyi gözükmüyordu. Bitkindi ve yüzü bembeyazdı. “Evet, hastalandım oğlum. Baktım ki giderek daha kötü oluyorum, buraya geldim.”
“Ne oldu ki böyle durup dururken? Bana niye haber vermedin?”
“Sen kapıyı vur, git, dükkânda yat, kalk, bana tavır koy, sonra da, niye haber vermedin, de!”
Zeliha Hanım’ın bu sitemi karşısında Mehmet kolunu annesinin boynuna attı ve başını kendisine doğru çekerek göğsüne bastırdı. Ona bir şey olması korkusu içindeki bütün öfkeyi silip süpürmüştü. “Ah, anneciğim ya! Sen inat edince ben de böyle yaptım. Neyse, şimdi bunları konuşmanın sırası değil. Hele doktora bir görün bakalım; neyin varmış, onu öğrenelim önce.”
Tahlil, röntgen derken, vakit öğleyi buldu. İlk teşhise göre, kadıncağızın şekeri düşmüştü. Mehmet annesini eve götürüp yatağına yatırdıktan sonra, işyerine uğrayarak “Annem hastalandı; siz devam edin çalışmaya; benim biraz daha işim var. Acil bir durum olursa cepten ararsınız.” diye bilgi vererek, bir koşu eczaneye gitmiş, ilaçları alıp tekrar eve dönmüştü. Birkaç gün annesinin bir dediğini iki etmedi, yemesine, içmesine, dinlenmesine ve ilaçlarını vaktinde almasına dikkat etti. İşyerini de ihmal etmiyordu. Sık sık annesini kontrole gidiyordu. Zeliha Hanım nekahet dönemini atlatarak kendisine gelmişti. Artık ev işlerini, yemeği, bulaşığı oğluna bırakmıyordu. Mehmet de dükkânda kalmaktan vazgeçmiş, evine dönmüştü. Hastalık ana oğlun arasını düzeltmişti.
Zeliha Hanım’ın hastalandığını duyan komşu ve akrabalar, hemen her gün, geçmiş olsun ziyaretine geliyorlardı. Yine bir akşam, ziyaretçileri uğurladıktan sonra annesinin keyifli bir ruh hâletinde olduğunu gören Mehmet, ona Gamze ile evlenme planını açmaya karar verdi. Artık bu sorunu, öyle veya böyle, çözmeleri gerekiyordu. Televizyonun sesini iyice kısarak annesinin yanına oturdu. Bir müddet ona sarılarak, sesini çıkartmadan bekledi. Kırlaşmış saçlarını kulaklarının arkasına doğru düzeltip, yanağını okşadı. Yumuşak bir ses tonuyla, “Şimdi daha iyisin değil mi? İlaçlar yaradı maşallah.” dedi.
Yaşlı kadın da bu ilgiye kayıtsız kalmadı ve başını oğlunun omzuna yasladı. “Evet, iyiyim hamdolsun. Sağ ol evlâdım. Sen artık beni merak etme. Bak iyicene düzeldim.”
“Şükür anacığım, şükür. Beni de epey korkuttun hani. Sana bir şey olursa ben ne yaparım? Aman, düzeldim diye haplarını ihmal etme sakın. Allah muhafaza; tekrar hastalanırsın!”
Zeliha Hanım mahsustan çıkışır gibi yaptı: “Merak etme oğlum. Aaaa, çocuk muyum ben?”
Hazır tatlı tatlı muhabbet ediyorken bu fırsatı kaçırmak istemedi delikanlı. “Anneciğim, bak, şimdi belki sırası değil ama şu Gamze olayını bir karara bağlamamız lazım artık. Yüzüm yok; kızı da arayamıyorum. Hem, arasam ne diyeceğim? Annem olmaz dedi, mi diyeceğim. Hadi, ne olur; he de şu işe! Onu çok seviyorum, kaybetmek istemiyorum.” diye sızlandı.
Zeliha Hanım tekrar aksileşmişti: “Ölsem evet demem! Unut bu işi. Sinirlerimi bozup da tekrar yatağa düşürmek mi istiyorsun beni? Katiyen olmaz!” diye söylenerek ayağa kalktı ve hışımla odasına doğru yürüdü.
Çabası boşa giden Mehmet, sehpanın üstünde duran televizyon kumandasını karşı duvara fırlatıp parçaladı. Çaresizliğin hırsını böyle çıkartmaya çalışıyordu. Sonra başını ellerinin arasına alarak bir müddet ağladı. Annesinin huyu belliydi. Olmaz, dediyse, olmazdı. Şimdi ne yapacaktı peki? Henüz altı yaşındayken babası ölmüştü ve annesi hem çalışmış, hem oğlunu büyütmüştü. Üzerinde çok emeği vardı. Onun rızasını almadan evlenmeye kalkışmak nankörlük olurdu. Zaten böyle bir şey yapmaya kalksa annesi ölünceye kadar yüzüne bile bakmazdı. Diğer yandan, Gamze’yi de çok seviyordu. İki ateş arasında kalmıştı. O gece sabaha kadar uyumayıp düşündü, üzüntüden ağlama nöbetleri geçirdi. Hayatının en zor gecesiydi. Sabah ezanları okunurken üzerine ağırlık çöktü ve nihayet uykuya daldı.
xxx
Atakan Bey, masasının üzerinde yığılı duran evrakı seri bir şekilde imzaladıktan sonra, yanında ayakta bekleyen Gamze’ye gözlüklerinin üstünden baktı. “Aferin.” dedi. “Eksiksiz getirmişsin. Gümrük işlemlerini hemen başlatın. Bu sipariş çok önemli. Eğer bu mallardan memnun kalırlarsa arkası gelecek. Tamam mı kızım?” Gamze evrakları plastik dosyaya koyarken cevap verdi: “Siz hiç merak etmeyin efendim. Gümrükçümüze telefon açar, mesai bitimine kadar bu işi de hallederiz. Başka bir şey yoksa ben işimin başına döneyim.” Patronunun “Gidebilirsin.” demesi üzerine, masasına döndü.
“Gamze, telefonun çalıyor; duymuyor musun?”
Seslenen Yeliz’di. Telefonunun çaldığını Gamze de duyuyordu ama elindeki acil işi yetiştirmesi gerektiği için, şu anda gelen telefonlara ayıracak vakti yoktu. “Bırak, çalsın; sonra kim aramış, bakarım. Gümrüğü aramam lazım.” dedi.
İşini mesai bitmeden tamamlamıştı. Çıkmaya hazırlanan arkadaşlarına, “Hey, beni de bekleyin!” diye seslendikten sonra, çantasını kapıp aralarına katıldı. Hep beraber çıkarlarken Sekreter Feriha, beklemediği bir teklifte bulundu.
“Yeliz’le kıyafet bakacağız; sen de gelsene Gamze.”
“Siz gidin kızlar; ben biraz yorgunum. Kusura bakmayın.”
“Aaa, olmaz ama! Mızıkçılık etme şimdi. Mağaza şuracıkta. Yarım, bilemedin, bir saatimizi alır. Hadi, sen de gel.”
“Olmaz, dedim. Başka zaman inşallah. Şimdi gerçekten de çok yorgunum.”
Kızlar kollarına girmiş, onu ikna etmeye uğraşıyorlardı ki, Gamze’nin gözü sokağın köşesinde bekleyen Mehmet’e takıldı. Heyecandan olduğu yere çakıldı. Kalbinin sesi kulaklarına kadar geliyordu. Sevdiği genç on beş günden sonra nihayet ortaya çıkmıştı. Ne karar vereceğini bilemiyordu. Bunca zaman, hele de evlilik meselesini aralarında konuştuktan sonra aranmamış olmak genç kızlık gururunu yaralamıştı. İçinde Mehmet’e karşı öfke kabardı. Ne kadar severse sevsin; kimsenin onu bu derece incitmeye hakkı yoktu. “Tamam, fikrimi değiştirdim, sizinle geliyorum ama şu arka sokaktan ana caddeye çıkalım.” dedi ve delikanlıdan tam tersi istikamete çekiştirdi arkadaşlarını.
Mehmet, sevdiği kızın bu davranışının manasını gayet iyi biliyordu. Evet, kabahat kendisindeydi. Affedilmek için elinden ne gelirse yapmalı, gönlünü almalıydı. Kızların peşinden hızlı adımlarla giderek, onlara yetişti.
“Arkadaşlar, merhaba. Gamze ile konuşmam gerekiyor. Biraz müsaade eder misiniz?”
.........devam edecek.
Mücella Pakdemir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.