- 1535 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİR 20 TEMMUZ 1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATI ANISI - I LOVE YOU JULİANNA
Bu anımın bir kısmını değerli abim Bedri Tokul’un ’’ MEKTUP’’ Adlı ve 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile ilgili yazısına yorum olarak yazmıştım. Şimdi hem o yorumda yazdıklarımı hem de daha başka yaşanmışlıkları paylaşmak istiyorum sizlerle.
.....................................................................................................................
1974 yılında lise son sınıfta Matematik ve Fizik gibi iki başımın belası ders yüzünden beklemeli öğrenci durumuna düşmüştüm. Yani resmen İtilmiş ve Kakılmışın İtilmişi gibi okul dışına itilmiştim ama yine de öğrenciydim netice olarak.
İşte o yıl bir taraftan bu iki dersi atlatıp liseyi bitirmek bir taraftan da üniversite sınavlarına hazırlanmak için harıl harıl ders çalışıyordum.
Bir gün iyice bunalıp ’ Hay Arşimet’in de kanununda da, hay Pisagor’un da teoreminin de ’ diye saydırıp küfürler ederek ders çalışırken baktım postacı geliyor, selam veriyor. Herkes ona bakıyor, merak ediyor. Haliyle bizim kapıya gelen postacı bende de merak uyandırdı.
Postacının karşısına dikildiğimde sordu
-Sami Buber’e bir mektup var. ( O zamanlar soyadım Buber’di. Bizim Kağızman Nüfüs Müdürlüğündeki memurların ’ Biber’ i ’ Buber’ olarak yazması neticesinde böyleydi. 1989 yılında ’Biberoğulları’ olarak değiştirdim ama bu sefer de ’ Biberoğlu’ olmaktan kurtulamadım.)
Mektup dediğim sarı bir zarftı. Bakırköy Askerlik Şubesinden geliyordu.
Heyecanla zarfı açtım. Zira sarı zarf hiçbir zaman hayra alamet değildir. Üstelik de askerlik şubesinden geliyordu bu yazı.
Zarfın içinden çıkan yazıya baktığımda bu yazının memleketim olan Kağızman’dan, Bakırköy’e gönderildiği, Bakırköy Askerlik Şubesinden de bana kadar ulaştırıldığı anlaşılıyordu.
Yazıda hatırladığım kadarıyla şunlar yazıyordu:
’ Şubemiz tarafından asker kaçağı olarak aranmakta olan Sami Buber’in İlçenizde Kartaltepe Mahallesi, Avniye sokak No 38 de ikamet ettiği tespit edilmiştir. Adı geçen kişinin yoklamalarının yaptırıldıktan sonra en kısa zamanda Manisa Topçu birliğine naklinin sağlanması konusunda gereğini arz ve rica ederim’
Haydaaaa...Ne asker kaçağı yahu. Öğrenciydim ben. Kağızman Askerlik Şubesinin bunu bilmesi gerekiyordu. Zira okul idareleri öğrenci olan askerlik çağındaki öğrencileri ilgili askerlik şubelerine bildiriyorlardı. Ancak öyle anlaşılıyordu ki Bakırköy Lisesi idaresi bu konuyu ihmal etmiş veya bildirdiği halde o yılların iletişim noksanlıkları sebebiyle bu bildirim ana şubeme ulaşmamıştı.
Kendi kendime ’ Ulan iki dersten topu diktiğimi de bilmişler valla. Baksana başka sınıf yokmuş gibi topçu yazmışlar beni’ diye işin esprisini dahi yaptım ama olay espriye mahal verecek bir olay değildi.
Derhal Gümüşsuyunda bulunan GATA’ya giderek muayenelere başladım. Asabiyeci doktor binbaşı asabi bir şekilde sordu:
-Sen asker olmak istemiyor musun?
Tepemin tası attı tabii ki ama karşımda bir tabip binbaşı var ’ Ne deyon lan sen sibop?’ Denmez tabii ki. Sakince cevap verdim:
-Komutanım. Durumum ortada. Eğer sizce ben askerlik yapabilirsem vallahi de billahi de gözümü kırpmadan giderim. Yani buna siz karar vereceksiniz. Ben değil.
Neyse efendim. Muayenelerden sonra rapor hazırlandı : ’Sol bacağı çocuk felçli olduğundan D 1 F 1 ( Yanlış hatırlamıyorsam böyleydi) büsbütün askerlikten çıkarılmıştır. ’
İşte bu rapordan çok kısa süre sonra da 20 Temmuz 1974 de Kıbrıs Barış Harekatı oldu.
Hayatımda ayağımın sakat olmasına hiç hayıflanmamıştım. Bunu hep Allahın bir takdiri olarak görmüştüm. Öte taraftan ne ailem ne arkadaşlarım hiç bir zaman bana sakat muamelesi yapmadıkları için kendimi sakat ve eksik olarak görmemiştim hiç. Ta ki Kıbrıs Barış Harekatına kadar.
Cemse denilen kamyonlar dolusu benim yaşımdaki aslanlar Rum gavuruna haddini bildirmek üzere Kıbrıs’a gitmek üzere caddelerden alkışlarla, sevgi gösterileriyle giderken ben kös kös evde oturuyordum. İşte o zaman hayatımda ilk ve son kez sakat olduğuma hayıflandım. Kendimi hiç bir işe yaramaz bir asalak gibi görmeye başladım.
Evet..Kıbrıs Barış harekatı başlamıştı. O günlerde hükumetin tüm uyarılarına rağmen insanlar sanki ülkede kıtlık varmış gibi evlerini yiyecek içecekle doldurmuştu. Biz bile evi makarna ve un çuvalları ile doldurmuştuk. Herkes bir şeyler stokluyordu. Akşam oldu mu sokak lambaları yanmıyordu. Açıkhava sinemaları kapatıldı. Evlerimizin camlarını kalın battaniyeler ile kapatıyor, ampülleri mavi renkli defter-kitap kaplama kağıtları ile sarıp dışarıya ışık sızmamasını sağlıyorduk. Arabaların farlarına da aynı işlemler uygulanıyordu. Yani II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan karatma günlerini yaşıyorduk. Ama gündüz vakitlerinde hayat normal seyrinde devam ediyordu.
İşte o Barış Harekatının olduğu günlerde bir gün denize girmek için ailece ta Sarıyer’e gitmiştik. Dönüşümüzde hava karardı. Tam Sirkeci Tren garına gelip Sirkeci- Halkalı banliyo trenine bindiğimizde akşam ezanları okunmaya başladı.
Tren hıncahınç doluydu. Ayakta yolculuk ediyoruz ma aile...Kocamustafapaşa’ya geldiğimizde karatma başladı ve trenin ışıkları pat diye kesildi. İşte o anda bir Turist kız ciyak ciyak bağırmaya başladı. Paniklemişti. Yalnız kız Almanca konuştuğu için ne dediğini anlayamıyordum. Usulca yanına yaklaştım ve İngilizce olarak İngilizce bilip bilmediğini sordum. ’ Biraz bilirim’ Diye cevap verdi. Neticede ben de biraz biliyırdum. O bakımdan biraz Tarzanca, biraz İngilizce, arada ben Türkçe, o Almanca katarak konuşmaya başladık.
-Ne oluyor? Işıklar neden karartıldı.
-Merak etme korkacak bir şey yok. Biz savaştayız da o yüzden.
Kız iyice panikledi.
-Savaş mı? Oh my God. ( Aman Allahım ) Kimle savaşıyorsunuz?
-Ya korkma be güzelim ( Bir güzellik filan yoktu aslında. Çılgın Bediş’in Banu’su gibi sipsivri, burnunun üzerinde ince bir gözlük olan çilli bir kızdı ) Yunan keferesiyle savaşıyoruz ama korkacak bir şey yok. Biz onları havada karada yeriz evelAllah.
Kızcağız tabii ki ’We eat this Gavurs on air and on earth’ şeklinde kurduğum cümleden ne kadar ne anladı bilmiyorum ama yine de ters giden bir şeyler olduğunun farkındaydı.
Tren Kazlıçeşmeye yaklaşırken daha istasyona gelmeden pat diye durmasın mı? Kızcağız daha da panikledi.
- Ben çok korkuyorum.
- Amaaaan shake go ( ’Salla gitsin’ diyorum yani )
Kızcağız aptal aptal suratıma bakıyor ve savaş tehlikesine karşı neyi sallayacağını düşünüyor tabii olarak.
O böyle düşünüp dururken tren birden sarsıldı. Kız korkuyla boynuma sarıldı. Hayatımda ilk ve son kez yabancı milletten bir kız boynuma sarılmış oldu böylece.
Sonrasında kızcağıza savaşın Türkiye’de değil Kıbrıs’ta sürdüğünü, korkacak bir şey olmadığını, tüm bunların sadece basit tedbirler olduğunu anlattım becerebildiğim kadarıyla. Bakırköy’e yaklaştığımızda da sordum:
- Adın ne senin?
İşte o adı hiç unutmadım nedense. Sanırım ilk ve son kez yabancı bir kız arkadaşım olduğu için. ( Hoş yerli kız arkadaşım da hiç olmadı ya neyse. O kısım konuya dahil değil. )
- My name İs Julianna Krinninger.
- I am glad. May name is Sami Biber. ( Memnun oldum. Benim adım Sami Biber )
Julianna’dan Almanya’daki adresini aldım, kendi adresimi verdim. Yaklaşık bir ay sonra ilk mektup ondan geldi. O günün ne kadar ’Terrible’ ( korkunç) bir gün olduğundan bahsettikten sonra öyle bir günde kendisine gösterdiğim alakadan duyduğu memnuniyeti ifade ediyordu. Hemen bir cevabi mektup yazdım ve neredeyse mektubun her satırında ’ I Love You Julianna ’ Dedim.
Neticede o da bir gavur kızıydı. Aşırı sevgiden anlamıyordu. ’ Lan deve ! Daha dün bir bu gün iki. Ne çabuk aşık oldun? ’ Bile demeden selamı sabahı kesti ve bir daha mektup yazmadı.
RESİMLER:
Üstteki resimleri anlatmaya sanırım gerek yok. Alttaki resimlere gelince: Maalesef Julianna Krinninger’ın bir fotoğrafı yok bende ama yazımda da belirttiğim gibi Çılgın Bediş Dizisinin Banu’suna ( Sonay Aydın) birhayli benziyordu. Şimdi diyeceksiniz ki ’Sen böyle birine mi aşık oldun yoksa? ’ Demeyin öyle..Zira Banu ( Sonay Aydın ) sonradan alt sağdaki gibi bir afet-i devran oldu. Ben taa o yıllarda Julianna’daki cevheri keşfetmişim demek ki. Eminim o da böyle bir şey olmuştur. Yani anlayacağınız kaçan balık çok büyük...
YORUMLAR
Sami hocam gerçekten sizin hiciv şiirlerinize hastayım çünkü gülmekten beğeni tıklamayı unutuyorum 😀
Bu yazının başlığını okuyunca tam 20 Temmuz bugünlerde olan bu çatışmalar Suriye Katar bizim suriyede ne işimiz var lafları çok piyasada
O günleri ve bu günleri kıyas yapan bir yazı okuyacağımı düşünüyordum ki
Julianna ile tren muhabbetin gene gülmekten gözümden yaş getirdi 😀😀
Şu tarzanca İngilizceden bir anımı da ben anlatım
İngiltereye ilk geldiğim yıllarda o zamanlar leicester de ikamet ediyordum şu bizim meşhur Mustafa izzetin şehiri.
Bir iş icabı Londra'ya geliyorum ama daha önce hiç yalnız geldigim yok hep bazı arkadaşlar ile araba ile
Neyse trenle geldim Londra'ya
Burda otobüse bindim
Şöföre tarzanca ben var livintin grine gitmek ama nerde inecem bilmemek bana yardım edermisin dedim
O kafasını salladı okey otur
Oturdum tabi bana göre çok yol gittik hala gelmedik
Şöföre aynı seyleri yolcu inerken gene dedim gene kafa salladı okey otur
Gene oturduk git Allah git...
dayanamadım yine bir durakta yolcu indirirken şöföre
Aynı şeyleri söylüyordum ki ...!!!
ŞÖFÖR YA TAMAM DEDİK GİT OTUR NERELİSİN TURKMUSUN DEMEZMİ TÜRKÇE 🙈🙈🙈😀😀
Meğer şöför Türkmüş
sami biberoğulları
Güzel anıymış. Teşekkürler.
Selam ve sevgiler.