0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1528
Okunma
Aylin sabah alarmı duymadan uyandı. Saat dokuzu beş geçiyordu. Gözlerini ovuşturup pencereye baktı. İstanbul yine aynıydı. Gürültülü, aceleci ve biraz da yorgun. Ama Aylin’in içinde bugün küçük bir heyecan vardı: indirim başlamıştı.
Dolabında etiketleri hâlâ üzerinde duran onlarca elbise olmasına rağmen, yeni bir elbiseye "ihtiyacı" vardı. Çünkü bu, sadece bir alışveriş değildi. Bu, kendini ödüllendirme biçimiydi. Günün bütün boşluklarını birkaç poşetle doldurabileceğine inandığı küçük bir kandırmaca.
Metroda giderken camdaki yansımasına baktı. Gülümsedi. Rujunu tazeledi. Yanındaki yaşlı teyze “Kızım sen nereye gidiyorsun böyle süslenip püslenip?” diye sordu.
Aylin cevap vermedi. Çünkü nereye gittiğini kendisi de tam bilmiyordu. Alışveriş merkezine değil belki… Kendine doğru bir yere.
İndirim bölümüne vardığında, herkes savaş alanındaymış gibi davranıyordu. Kadınlar elbiselere sarılıyor, ayakkabılar denemeden alınıyor, kasalarda uzun kuyruklar uzuyordu. Aylin, o karmaşanın ortasında bir bluz buldu. Mavi, ince, zarif. Belki de bu kadar şeyin arasında gerçekten "onun gibi" olan tek şeydi.
Kasaya yürürken içinden bir cümle geçti:
"Hayatım boyunca hep taşıdım. Poşetleri, yükleri, sessizlikleri..."
Eve döndüğünde elleri poşet doluydu. Ama içi yine boştu biraz. Mavi bluzu yatağın üzerine bıraktı. Sonra aynanın karşısına geçti. Gözlerinin altı mor, gülümsemesi yarımdı. Ama hâlâ güzeldi. Hâlâ hayattaydı.
Bluzu giydi. Kendine döndü.
“Yakıştı mı?” diye sordu usulca.
Cevabı duyduğunu sandı. Çünkü gülümsedi.
Meltem Mesture Güven