- 1104 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİVANE / ARİF BİLGİN VE RÜBAİLERİ-1
Mustafa CEYLAN
**************************
Rübaileri en çok üstadım Arif Nihat ASYA’nın kaleminden sevmiştim. Ondan sonra da, seveceğim, meftunu olacağım "rübai yazan kalem" e pek rastlamamıştım. Nihayet aradığımı buldum, özlediğimi, beklediğimi. Divane mahlasıyla edebiyat dünyamızın yakından tanıdığı Arif Bilgin’in kalemi bu hasretimize son verdi. Karşımıza, güzeller güzeli bir eser ile çıkarak;
"Bin düşmandan kurtuldu da bu aciz Divane
Yüreğimden vurulmuşum, aşktan yaralıyım." deyiverdi.
Aşkın ve tasavvufun şairi olan Divane, "Aşk, yanıp yanıp kül olmakmış meğer." dedikten sonra "vur kırbacı nefsine" diye seslenmektedir. Leyla vü Mecnun anlayışının vardığı doruk noktasından"hazan ben idim, sevda yokmuş, kalan hüzünmüş" olgunluğunun derunî kuyularından Yusuf’un alnına kuyuda düşen ay ışığı seslenişini sarıp sarmalamaktadır.
Böyledir aşkın şairleri. Aşkı bile aşmak zorundadır. Çünkü, esas âleme, esas sevgiliye hasret vardır. Ayrılık olmasa "aşkın şairleri" ni yaşatamazsınız. Hem kendilerinde bulunan gönül kalelerini yerle yeksan ederler hem de kalemlerini ağlatırlar. Dünya bir toz zerresi olup çıkar. Sonra, kendi coğrafyasının kelimelerle resmini çizer, gözyaşıyla, hüzünle... Der ki :
"Ayrılığın acısı, can vermekten yamandır
Gözüm yaşı kurudu, kalem ile ağlarım."
Halk şiiri tekniğinin, millî veznimiz hece’nin tasavvufun derin dalgalarının en dibinden çıkardığı inci taneleridir Divane’nin her bir rübaisi...
"Hükema ne etsin, gönlü şeydaya
Hangi terkip, ilaç olur sevdaya
Kıl ruşen-i sima, aşk-ı müekked
Arif tayyar ola, uça semaya."
Söyleyişinden hüzün mevsimine geçişin sancılarını yaşar ve yaşatır. Hüzün onun gıdasıdır. Şiir, hüznü sevdiğinde maviler giyinir. Şiir hüznü sevdiğinde, sınırlar ve boyutlar anlamsız kalır.Bazen maddeden mânâya; bazen de mânâdan maddeye doğru akar. Bir tahteravalli içinde şaşkına döner şair. Maddenin zarını eritir gözyaşının ateşiyle. Üç boyutlu maddeyi sonsuzdan sonsuz boyutlarda adeta semah döndürtür. İçinin dehlizindeki kırılan cam parçaları, ayna kırıkları arasında kendini, sevdiğini ararken, zerrede umman görür. İğne deliğinden geçer, değirmen taşının arasında ezim ezim ezilir.
Kurban bayramı gelende, bayrama ne gerek diye kalabalıklar içinde "kağnılar gibi inler" ve der ki :
"Kurban için bayram ne gerek, kurbanım ona
Hilâl-i iyd aramam, yar zuhru bayram bana
Münzeviyim onsuz, kalabalıklar içinde
Gel gönlüm sultanı, senle her yer iydgâh bana."
Bu yeter mi? Yetmez elbet! Divane olduğunda bir şair, kendisi ile cebelleşirken dışarda kalanları da boş bırakmaz :
"İleneceksen düşmanına, de sevda versin
Kurşundan beter yarayla, o feveran etsin
De ki firâk bu hâle getirdi Divane’yi
O aşka düşmüştü, bu dünyayı neylesin?"
Böyledir Divane olmak.
Divane olmak demek, kendinden geçmek, benlik libasından soyunmak demektir. Kutsal değerler için can vermeye hazır halde, kefeni koltuk altında taşımak demektir. Divane olmak demek, süper akılla, normal aklın arasındaki ince telde asvaltta otomobil hızıyla gider gibi gitmektir. İçini dışına vurmak, dışını içinde deli kuşlarla havalandırmaktır.Sevmektir, yanmaktır, yakılmak ve yakmaktır. İhtilalci olmaktır. Dağlarla denizlerin, yoklukla varlığın yerini değiştirmektir. Noktada sonsuz görmektir. Bir insan düşünelim hem Arif olsun hem de Bilgin... Yandığında şiire kalemi elbette Divane olacak olan o’dur. Öyle de olmuştur.
Nitekim, dünyaya bakışı şöyledir Divane’ nin :
"Dünya denen avara kasnak, bıktım senden
Hem sırtımda yüksün, hem hamaliye benden
Adın ki ednadan gelir, aşağılıksın
Ne verdin, baç alırsın gelenden gidenden."
Görüleceği gibi Divane, yane yane tütmektedir. O, Arif Nihat Asya Hocamız ile Ömer Hayyam arasında bir yerde "edebî bir rübai duruşu" ndadır bu eseriyle..
Gerçek âşıklar, tasavvufun okyanusuna dalanlar dünyayı fena ve fani görürler. Fena ve fani olanda, geçici olan da; yürek bağlı kalmamalıdır. Solmayana, eskimeyene, pörsümeyene koşmalıdır âşık. Hem de nefes nefese..
--------------DEVAMI VAR------------------
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.