- 512 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Alanların Düzenlenmesi İşi 3
Kolektife oluş bir tarih bilinci olan diyalektik bilgidir. Sosyal, toplumsal ve öznel oluşun ortaklaşan güç dediğimiz kolektif hareketin üzerinde başlatıp süreç ve inşa olmasının türlü aşamaları içinde bu güne gelmesi bilincidir. Kapitalizm dahi hala bu bilincin eseridir.
Doğada yapılan ilk sağlama hareketi kolektif sosyal bilinçtir. Kolektif sosyal bilinç giderek grup gücü ve grup bilinciyle kolektif totem meslekli üretim harekettir. Gruplar arası totem meslekli kolektif üretim gücü; yeni bir grup kolektifi içindeki entegrasyonla ön ittifaklı üretimin kolektif sentezidir.
Yani üreten ilişkiye gelen ve üreten ilişkiyi ortaya koyup bugün de yarında sürdürür olanı kolektif bilinç, kolektif sahiplik ve kolektif üretimdir. Süreç bu referansa geri bağlanımla değişmeler verip adaletini inşa etmelidir. El Malik’in böyle bir referansı olmamakla adaleti de geri bağlanım referanslı diyalektik bilinç değildir. Bu nedenle El adaleti insana ve insanın üreten bilincine, insanın kolektif hareket içinde oluşuna bir yabancılaşmadır. El Malik; malik oluş üzerinde (ürettirme, üretim aracı ve üretim gücü sahipliği üzerinde) ortaklar tanımaz. Bu üç somut olgu El malik ile soyut bir ihsan oldu.
El, bu malik oluş üzerinde; hem toplumsal alana, hem sosyal alana, hem de öznel alana oturur. El’in toplumsal alanda takdiri vardı. Sosyal alanda da El Malik oluşlara hizmet etmekle gösterdiği doğru yol ve hidayete erdirme işi vardı. Eş deyişle sosyal alanda malı mülkü olmayan kişilerin hırs ve hasetlerini El Malik yolunda olunmaya götüren sıratı müstakime çağırması vardı.
Sıratı müstakim, hanif atalardan olan İbrahim’in El Malik oluşunu kabul etmeye matuf bir yol olmakla, “dosdoğru yoldu”! İbrahim’in yolu kendisine verilmiş malın mülkün sahipliği olmakla; malını mülkünü talanla, anlaşmalarla (ittifaklarla) çoğaltmaktı. Bu yeni ortaklar edinme ise de ortaklar arasında birinin tekliği olukla birinin muktedir olup sıyrılıp çıkması olacaktı. Malikin mal sahibi olmasıyla iradesi vardı. Bu iradesiyle malik İbrahim’in çalışan köleleri, hizmetçileri, 300 kişilik askerleri vardı.
Ön ittifaklı süreçten beri devam eden bir yasa gereği İbrahim’in karısı saray, olan çocuğunu İbrahim’in kendisine vermez. Bu nedenle Saray (Sara) doğurduğu çocuğu kocaya vermeyen bir natidum kadındır. Saray bu köleler içinde biri olan Hacer’i, İbrahim’e çocuk veren biri setidum kadın olmakla eş diye seçip verir. İşte o Hamurabi yasası.
137-Bir adam kendisine bir çocuk veren karısından ya da kendisine bir çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o zaman karısına çeyizini geri verir ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçenin ve malların bir kısmının kullanım hakkını verir. Çocuklarını büyüttüğü zaman çocuklara verilenlerden bir parça, oğlanınkine eşit olan bir parça da ona verilir. Ondan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir.
138-Eğer bir adam kendisine çocuk vermeyen (çocuğu tapınağa veren babasız doğumlar) karısından ayrılmak isterse, ona babasının evinden getirdiği çeyizi ve başlık parasını verir ve ondan sonra onun gitmesine izin verir.
Sahibi (Maliki) olduğu eşekleri, sıpaları, sığırları ve davar sürüleri olan İbrahim; göçebe bir bay erkiydi. Kendi El’ini hegemonyası altındakilere kabul ettiren bir ideoloji gütmüş tekil aşireti oluşumdu. Öyle ki sadece İbrahim’in olan, İbrahim’in EL’i; İbrahim’e verdiği malla mülkle yetinmemiş olmalı ki (günün icabı şartları gereği) İbrahim’e vaatlerde bulunuyordu.
"Senin" diyordu İbrahim’in EL’i; "senin zürriyetini gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. Sana ve zürriyetine şu gözünüzün gördüğü arzı mevut denen yerleri verdim" diyecekti. Bu mevut sentez içine katılan ardıllar “Ey babamız (sahibimiz) İbrahim’in El’i; Ey İbrahim’in Rabbi, Ey İbrahim’in Baal’i diye dua ederlerdi. Bu gelenek, El malik oluş mantığını, meşru etmeyi deklare eden akitçe, söylemdi.
Başka EL hükümranlığına ait olan bu toprakları İbrahim’e verdim demek; diğer EL’lerin, İbrahim’in El’ine itaat ettirilmesi demekti. Diğer El’lerin, İbrahim’e ait El’in iradesini tanıması demek olup; gücü yetenden gücü yetmeyene doğru entegrasyonla mülkiyetçi köleci sahipliğin mevut olan vaatçi söylem içinde artırılması demekti. Diğer yeğenlerine göre Lut, amcası İbrahim’in El’ini tanımıştı.
Kardeşler, yeğenler, oğullar birçok tu. Ama bunlar özel mülkiyet hırsıyla; miras hırsıyla kendi içinde kimse kimsenin dediğine pek bakmıyordu. Bu yüzden El malikle olan kişiler farklı farklı El anlayışına tabiydiler. Öncülü İbrahim gibi Hanif bir atalarının yoluna uyan Musa ne demişti, bir hatırlayalım.
"Rabbinin yanında, başkalarının adını anmayacaksın". Rabbin dediği İbrahim’in arzı mevutu meşru eden EL’iydi. Hani “senin soyunu gökteki yıldızlar gibi sayısız yapacağım” deyip te, İbrahim’in soyuna; İbrahim’in gözünün gördüğü toprakları vermekle; arzı mevut saldırganlığını meşru kılan, İbrahim’in kişi tanrısı olmaktan da çıkıp; entegrasyonu bir yapı içinde yeniden tekilleşen yeni El tipiydi.
“Başkalarının adını anmayacaksın” deyişi mevut olan entegrasyon içine, isteyerek ya da istemeyerek zorla sokulan entgrasyon içindeki kişilerin El’leriydi. Arzı mevut entegrasyonlu söylem içinde bu kişi El’leri bu tarz söylemlerle giderek önemsizleştirildi. Gelişen bu süreç içinde politeizmin İsa ile yok edilmesi sürecidir. Bu El’ler; entegrasyonu isteyen yeni sentezci El karşısında Bay erki düzeyinde kalan küçük mülk sahibi olan El erkleriydi.
Yani “başkalarının adı” dediği de İbrahim’in arzı-mevut ideolojili El’inin; İbrahim dışındakiler üzerinde köleci egemenlik ihsasında bulunmasıydı. “Başkasının adı” olan diğer kişilerin EL’i olan kişi rablerdi. Arzı-mevut sentezi içindeki kişilerin serveti ve mal mülk sahipliği henüz El söylemindeki meşruiyetiyle olan bir söylemin, senet ittihazı oluyordu. Bu nedenle arzı-mevut sentezinde birçok El olan rab vardı. Ve herkes kendi egemence oluşunu sentez ortamı içinde ihale etmek istiyordu. Sentez içinde El olan herkes kendisine göre El söylemi ortaya koyuyordu. Sonuçta tarihsel akış, her zaman güçlü olandan güçsüz olana doğru akacaktır. Süreç eğimi yukarı olandan aşağı olana doğru akacaktır.
Bu tarz olan EL vaatleri; başarılı olduğu her süreçle yeni yeni birçok yeni köleci ittifaklara imza atacaktı. Ya da imzası atılan bir köleci ittifakın öğretisi (ideolojisi), katılımcı olanın da idesiydi.
Veya savundukları Arzı mevut emperyalizmi içindeki düzen şartlarının yeni icabı oluşan meydana gelecek yeni denge koşulları içindeki değişmeler karşısında güya "şeriatı yenileyip" şeriatı doğru olan aslının üzerine oturtacaklardı! Bu kabil vaatler; toprakları ele geçirme saldırganlığı, ortaya konuyordu.
Şeriatı yenileme söylemi iki anlamlaydı. Hem geri bağlanım olan aslının üzerine oturtma söylemiydi. Hem de yeni koşullarda yeni koşullarla eski süreç üzerinde yeni denge içine oturmanın söylemiydi. Değişme karşısında mülk sahipliği takdirli değişmezliğini savunan El manalı anlayış yüzündendi. Şartlar değişiyordu. Bunu görüyorlardı. Ama mal, mülk sahipliği olan takdirce kaderin de (sömürünün de) değişmemesi gerekiyordu! Bu nedenle değişene göre, değişmez olanı savunmak zorundaydılar.
Değişene karşı değişmez olanı savunma yüzünden; "eski köye yeni adet getirmiyorum. Bozulan yolu azıp, sapılmakla rayında çıkılan yolu; yeniden rayına oturtmak için şeriatın aslını söylemekle düzeltip; yeniliyoruz diyordular! Sonuçta İbrahim’in ve zürriyetinin arzı mevutla saldırgan olan El Malik olma istemiyle günümüze kadar gelen emperyalizme ve İsrail saldırganlığına yeniden meşruiyet veriliyordu.
İbrahim, talandan elde ettiği birçok çapul malından (ne demekse ganimet malından) olan eşek, sıpa, davar vs. gibi ganimet mallarının bir kısmını Lut’a verdi. Çünkü Lut’un hizmetçileri ile İbrahim’in hizmetçileri efendi yarıştırması yüzünden sık sık kavga ediyorlardı. Bu nedenle İbrahim, Lut’u yanında ayırdı. Diğer yandan da izinli gezilen başka El toprağı içindeki yerler içinde göçebe yapı çok büyümüş izne tabii gezilen Amori topraklarındaki mera, orman ve ekili yerlere çok ziyan vermekle de ayrıca bir Amori’lerlen de kavga içindeydiler. Ayrıca İbrahim’in hizmetçileri ile Lut’un hizmetçileri her gün otlak yüzünden kavga ediyorlardı.
Ayrılsalar dahi İbrahim’in iradesi olan; aynı EL ideolojisinin bağlılıkla aynı yolun şeriatçısı olmaları hesabıyla, birbirini kollayıp; birbirinin yolunu savunuyorlardı. Bir seferinde Amcası İbrahim, malı yağmalanan Lut’un yardımına gidip, Lut’un malını Amorit’li çapulculardan geri almıştı.
Her El diğerine "onun yaptığı iş iyi değildi" diyordu. Bu nedenle kardeşler bile köleci öğreti içinde olmalarına rağmen, birbirinin şeriatı içinde değildiler. Bunları Yusuf hikâyesi gibi hikâyeler içinde süreç güçlü olana göre överek, yererek Mal sahibi olmanın Malik oluşunu anlatıyordu. Zaman zaman kardeş kavramı dahi değişikliğe uğramakla aynı iman içinde olanlara kardeş deniyordu. Nuh’un oğlu onun ailesinden sayılmıyordu. Çünkü o Nuh’un El şeriatına uymuyordu. Aynı iman içinde değildiler.
Kısaca şunu vurgulamak için sosyal alan ve toplumsal alan söyleminin düzenleşim işi olan tarihi seyrini biraz açtım. Siner’a bölgesindeki Sümer’i ittifakın başındaki krallar, Lugal adın taşırlardı. Lugal oluş yukarıda belirttiğim gibi toplumsal olanla sosyal olan alanı, öznel alanı tam bir düzenleme işiydi.
Sosyal alanı düzenlemek, üretim ilişkisi içinde olan standartlar gibi değildi. Ve sosyal alanda yapılacak düzenlemeler bu nedenle üretime katkı vermiyordu. Köleci itaat ve biatti. Bu nedenle maliklere gösterilen saygı, sevgi ve meşruiyet, El’e biatti. El’e itaati. Sosyal alanın boş zamanı içinde köle kişilerin kendi hallerini düşünmelerine, birlikte hareket etmelerine fırsat vermemek gerekiyordu.
Bu fırsatı vermeme nedenle sosyal alanın her noktası, El’in marifetiyle "kölenin yaptığı işi" iyi hale getiriyordu. Yapılan işi iyi hale getirmek tazim ve dualarla, ayin ve ritüellerle olurdu. El mana anlayışı zaman içinde özneler dünyası içinde de bunların düşüncesini adım adım inşa etti. Bu nedenle ibadeti oluşlar dosdoğru olan yoldan hiç eğip sapma yapmadan sosyal hayatın düzenlenmesi içindi. Rahip kral olan Lugallerin rahipliği bunun için de vardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.