13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1473
Okunma
BATI MERKEZLİ YALAN-TALAN TÜRKOLOJİ ve KAVRAMLARA REDDİYE: 1
Bu yazı dizisi "iyiliğin" bilgi ve algı tutarlılığı olduğunu anlamak yerine "haz" verici olduğuna inanan; ilke ve takıntı farkını ayıramamış ve bunu düşünmeyi reddetmekteki inatçı önyargıları nedeniyle kaybettiğim, çok sevdiklerime ithafen yazılmıştır. Hepsini yine de saygılı bir sevgiyle hatırlayacağım.
Uzun zaman oldu... İç çözümlemelerde takılıp kaldık. Oydu, buydu, şuydu derken velhasıl; ülke ve ulus oluşturucu Türk insanı çözümlemelerimizde yanıldık, yanılgıydı ! Bunu, yani yanılgımızı önce kendimize açıklayabilmeliydik. Kendimize açıklayamadığımızı başkalarına açıklayabilmenin saçmalığında kalmak, takıntılı olmak halidir...
Biz, çelişkileri zıtlaştırmak ve takıntıları ilke yapmak olarak baktık, açı olarak olay/olgulara.. İnat mı peki ? Takıntıda kör görmek var. Bizim inadımızda ise sağ görü olmalıydı. Eskiler "feraset" diyorlar. Sonuç olarak, inat/akıl dizgelemesini, sıralama ve önemseme tercih biçiminizin sonucuna göre belirlenen bir davranış şekli bu...
Aklı direksiyona sürücü, inadı da muavin ya da kılavuz yapmak şeklinde anlayınız. Bunu yanlış gördük ve dedik ki, dizgeleme akıl klavuz, inat sürücü olacak şekilde olmalıdır. İnadınız o zaman inat olmaktan çıkıp erdemsel bir ilke aşamasına ulaşabilen olacaktır.
Yazımızın giriş genelinden konu özeline geçme aşamasındayız. İç çözümleme, bizi alanımızdan aldı; götürdü bireysel davranış bilimi yazıları veya sosyal psikoloji yazılarına..
Yeter ve yeterli diyoruz bireysel "iç analiz" yazılarına artık!
Bireyselden toplumsala bakmak... Bunun, bireyin halkına ve ulusuna katkısı ve katılması olacak şeklinde anlaşılmasını istiyoruz. Bu demektir ki, Türk uluslaşması mutlak tamamlanma aşamasına gitmelidir. O kadar engele, o kadar parçalama amaç eylemselinde teorik ve pratik girişimlere rağmen, hem de mutlaka tamamlanma aşamasına varan olmalıdır.
Algı kırılmasından, kavram kargaşasına, burdan da gerçeklerin bazı sosyal gruplar ve bakış açılarının kendi doğrularına yani öznel doğruya evrilmesine isyan ettik. Doğru öznelse senin, ait olduğun sosyal grubunun doğrusudur önerdik. Öznel doğru, -bireysel ve grup çıkarları- belirleyenden bakmaktır. Bunu nesnele çevirmedikçe, toplumuna, toplumsalından bakıyor olmayacaksın çünkü !
Nesnel bakmak bilimsel bakmaya giriştir...
Demek ki, ’gerçek ve doğru’ neden-sonuç ilişkisinde, nesnel ve öznel bakmak var. Burada da kalmıyor. Bir de buna, "gözlem"inize kendinizi katabilerek bakma zorluğu var. Hem olayın içindesiniz, hem içinden/içeriden olarak, ama dışardan bakabiliyor olabileceksiniz demek istiyorum.
Grup toplumsalının ’etik ve emik’ bakışından başka bir bakış arıyoruz ?! Grubu etno/süperetno veya dinselin ortodoksisi bağlamında, mezhepsel/volk bir sapma hali olarak ve polemik amaçlı bir eleştirelde önerebiliyorum...
Dinsel veya sınıfsal öznel bakışın "ulusal sorun" takıntı/inat ilkesizliğini, bu art niyete verebiliyorum. Kast, hegomonya ve her türden despotizmi bozan bir denge halidir modern anlamda bir ulus toplumsal aşamaya varmak... Bürokratizm riski de, diğer emperyal işbirlikçi ve diktatoryal (dinci,etnik ve mezhepsel azınlık faşizmi) tehlikelerine göre, daha tercih sebebi ve kabul edilebilir olmasındandır.
Ortak bölen küçüğü örnekleyerek diyebiliyorum ki, dinsel ve sınıfsalın ülkemizdeki gibi birleştiği asgari müşterekte "kimliksizliğin" kimlik olması, bazı sınıfların bunu -ruhbanizm veya humanizm- alalaması ile sürdürme istekleri, düzenlerinin devam etmesini dayatmak amacı ötesinde başka bir şey değildir.
Üst yapısaldaki bağlantısı, yani kendini bağladığı yer ise mutlaka emperyalizmin "Kabileler Çağı", "Anadolu Halkları", "Çok din/mezhep/etni kültüralizasyonu" şeklinde bir Globalizmdir.
Ve her ne yapsak da globalite, asla hümanite değildir !
Dayatıyorsanız eğer mantık yoktur ! Mantalite ve akıl hep çelişkileri, sapmaları görür. En önemlisi, dayatmanın çelişki ve elbette sapmasının keskinleştiriciliğinde olarak ! Hem de kendi "küpünün" içinde olduğuna inandıklarına, çelişkileri göstererek yıkıcı davranmaya götürür.. Siz bunu, iç çelişkilerin dış yapıyı yıkan olmaya gidişi kaçınılmazı olarak anlayabilirsiniz.
Ülkede ve dünyada Türk olmak ve Türk ulus toplumsalına ait kalmaya azmetmek kadar zor bir şey yoktur !
Bu hali "Bayram değil, seyran değil eniştem beni niye öptü?!" deyişiyle söylersek; durup duruken, birden ve hiç sebep yokken üstelik; etnik, dinsel-mezhepsel veya cemaatsal ya da sınıfsal kökeninizi söylemelisiniz olarak anlayınız lütfen ! Ama sakın Türk olmaktan filan bahsetmeyiniz ! Linç edilir, sizden aşağı ve altta kimse olmadığını anlayarak görürsünüz.
Uzun bir zamandır ’Türk’ ve ’Türkiyeli’ olmanın farkı, bunların üzerinden yapılan "tezler savaşı" var...
Kimsenin üzerine bile uğramadığı "Oğuz", "Türkmen" ve "Türki" farklarını bilmeden ve kasten görmeden üstelik.
Bunları bilmeksizin ya da Batı merkezli "Türk"oloji yalan-talanlarına takılmaksızın bunu anlamak ise adeta imkansız !
Yazmak; bilginizin ve bilgi birikiminizin çözmeye iradeli oluş amacı ile birlikte varsa vardır. Kafa karıştırıcılık bilim değil, bunun adı da bozuculuk ve bozgunculuktur !
Bilim ise hep söyledik: Bilmeye "bilgi" eklemektir. Bilim(e)k/ bilm’ek/ bilmek/ açılımıyla anlayınız.
Türk-Türkiyelilik arasında mutlak ki "Oğuz", "Türkmen" ve "Türki" kavramları var... Bu, gece ile gündüz ya da siyah ile beyaz katiyet ve keskinliğinde de değil, anlatmayı ve çözümlemeyi gerektiriyor.
Umuyor ve diliyorum ki bunu yapabilelim. Birtengri’nin bize verdiği akıl ve aydınlanmak azmi, yar ve yardımcımız olsun.
A.Kutlu Ayyüce
Göktürkmen