Yeni Nesil Uyuşturucu!
’’Sen çayın suyunu koy, ben yaparım.’’
Öneri annemden. ’’Bana uyar’’ dedim, çayın suyunu koydum, ’her ay bir yönetmenin tüm filmleri’ gereği Tarkovski’nin Ayna filmine kaldığım yerden devam etmek için odama geldim.
(Bu ayrıntıyı özellikle belirtmek istedim. Bu yazıyı belki üç adem oğlu okur da, içlerinden biri henüz Tarkovski’den habersizdir düşüncesiyle)
Film bitti, bitiş yazıları geçti, önerilerde adıyla dikkat çeken bir filmin fragmanını izledim, oradan başka bir fragmana geçtim, gelen bir mesaja uzunca bir cevap yazdım, burnumun hemen üzerinde çıkan bir sivilceyi sıktım, sonra bir şarkı açtım... Ortada çay felan yok. Çayı geçtik, annem yok.
Sağlık sorunları olduğu için, birden endişelendim. Gittim baktım gayet iyi, şükür. Televizyon izliyor. O kadar dikkatli izliyor ki; dedim, herhalde yerli uçağımız göklerden indi! Ben de oturdum izlemek için bu tarihi anı!
’’Kondo oyokloro ozorondo dorobolon, bono toşoyobolocak, kondone govonon borono ostoyoom.’’
Proğramda konuşan kızın ne dediğini pek anlamadım. Bir bilene sordum (anneme):
’’ Ne diyor bu?’’
’’Gendü ayakları üstünde durabilen, beni daşiycak, gendüne güvenen birini istiiim dii’’
Annemin çevirisini çevirmeye gerek yoktur sanırım!
Kimsenin tv ekranlarında görmek istemediği ama Youtube’de tekrarları dahi milyon izlenme alan proğramlardan biri bu.
’’Oooo çok rezil, çok gereksiz, aşağılık bir proğram, keşke kaldırılsa da, yerine belgeseller koyulsa’’ geyiği yapmayacağım. Yapsam da kimse yemez zaten, çok yapıldı.
Benim geyiğim şu; bugün bu proğramlar iyi kötü birileri tarafından eleştiriliyor ve gerçekten yozlaşı ve kültür soykırımı endişesi taşıyan insanlar var memlekette. Ama yarın olmayacak, hiç olmayacak!
Olmayacak, çünkü bu proğramlarla aklı erme yaşına gelenler, oradan da ergenliğe zıplayan çocuklar, olması gerekenin olduğunu sanacaklar.
Bizim abuk subuk buluşumuzun ve hazmedemeyişimizin nedenlerinden biri de bu zaten. Yani ben çocukken birileri televizyona çıkıp; ’’Ben koca arıyorum’’ veya ’’Evlenecek kadın arıyom ablaa’’ deyip, sonra da ellerinde çiçekler, çiftetelliyle kıvırmaya başlamıyordu. (Ayrıca hayatı boyunca toprağa bir çiçek fidanı dikmemiş insanların, onlarca çiçeğin katili olmak hakları yoktur bana göre.)
Veya iki gün önce bir erkeğe gözyaşlarıyla ilan-ı aşk eden kızın, üç gün sonra bir başka erkek için ’’Onsuz yaşayamam, ayrılırsak Sezen Aksu şarkı yapmaz.’’ dediğini duysak, babam televizyona bir şarjör mermi sıkardı sanırım. ’’Bu ne biçim alet, içinde dönenler nasıl bir lanet’’ diye.
Dört evlilik yaptığı halde, bir yuvanın kutsaliyetini kavrayamamış, uydurduğu dramla annemi ve annelerinizi kendine acındıran kadın; hepimizin ’IQ’ testidir!
Gönüllüler takımının dokunulmazlık oyununu kaybetmesine kahırlanan Merve ile; Hadise’nin takımının bu sezon çok daha iyi olduğunu savunan öğretmeni aynı sınıfın havasını solumaktadır!
İçerde adlı kıytırık diziyle maceradan maceraya girdiğini sanan zırtapoz, içine içine girenden habersiz çok mutludur!
Adnan hocasının kedicikleri ile Angara misket eşliğinde Kur’an tefsiri dinleyen embesil, sokak kedilerine tahammülsüzdür!
Üç adam diye üç maymun izliyordur Arkadyalı!
Bahar’ın ayakkabısı ile şapkası arasındaki uyumsuzluk, ’’kombin’’i bozmuştur!
Uzar gider...
Burada ’’Şehitlere üzülmedik, Hanife’ye üzüldüğümüz kadar’’ klişesi peşinde değilim.
Televizyonlardan pompalanan bunca zırvalık, bize Amerikan oyunu geyiği de değil. Biraz irdelerseniz, bu işlerin Amerika’da, Almanya’da da aynı olduğunu görürsünüz.
Bir Amerikalı’nın uyuşturucuya olan ihtiyacı, bir Türk’ün uyuşturucu ihtiyacından az değildir. Hatta dozu bizimkilerden daha fazladır.
Örneğin bir Kaliforniyalı; ’’Ne işimiz var lan bizim Irak’ta?’’ diye sormamalıdır. Bu nedenle, elinde ısıtılmış pizzası ile Kobe Bryant’ın smacına ’’wooooow’’ diyerek ayağa fırlamalıdır.
Paranoyakça değilse ve bir oyun varsa, tüm dünya toplumlarına karşı var.
Ama bir fark var Kaliforniyalı ile Konyalı arasında... biri kukla oynatıcı ülkenin vatandaşı iken, diğeri kukla ülke vatandaşı! Birinin tuzu kuru, diğerinin ise Tuz Gölü bile kuruyor!
Bunca hengame içinde asıl zoruma giden ise, artık bir şeylerin değiştiğine sorgusuz sualsiz inanıyor olmamız. ’’Artık biz uyandık heey, sen kimi kandırıyorsun bakalım?’’ yalanıyla, uykunun en derinine varmamız.
Bir şeyler değişti ise, daha iyiye doğru değişmedi emin olun.
Örneğin; bundan 15 yıl kadar önce sahtekarlık, dolandırıcılık gibi suçlamalarla elleri kelepçeli adliyeye götürülen bir adam, ulusal kanal sahibi bir alim oldu!
Düşünsenize; en sinir olduğumuz dizi karakteri, Bizimkiler dizisindeki Sabri Bey’di. Şimdi bu karakteri bize dizi diye gösterilenlerden birine koysanız, dizinin Hulusi Kentmen’i olur çıkar.
Zamanında Türkiye’nin en iyi sunucu kabul edilen biri vardı; Güner Ümit. Tek bir sözcük ağzından kontrolsüzce çıktığı için, nasıl da ekranlardan eli ayağı kesilmişti, kaybolup gitmişti adam. Değişen Türkiye’de ise; vahşice öldürülen genç kıza ’’fahişe’’ dedi Nihat Doğan denen filozof, ulusal yayın yapan bir televizyonda, saatlerce konuşabileceği bir proğram teslim edildi.
Bu örnekler uzar gider... Gerçekten tepki veren bir toplumdan, mangalda kül bırakmayan ama kurmalı robottan farksız bir topluma hızlı geçiş!
Tüm bunlar bana göre birer veridir. ’’Nerdeeeeen nereye?’’ geldiğimizi gösteren birer veri. Basit gibi görünen ama gerçeği tokat gibi indiren birer veri.
Bunu böyle söylemek, eskiden çok iyiydi demek de değildir. Ama bu kadar da kötü değildi.