Sırların Sevgilisini Keşfeden ‘Derviş Yunus’
Bir kış sabahı. Dışarısı ayaz. Havaya aldırmadan yürüyordu genç adam. Dalgındı. Varmak istediği evi geçmek üzereyken ayağını kaydıran bir buz parçasıyla düşmekten son anda kendini toparladı. İki adım geride bıraktığı eve yöneldi. Kapıda durdu ve zili çaldı. Karşısında beli bükük, güler yüzlü, hikmet ehli bir ihtiyar adam.. Sıcacık, şefkat dolu sözleriyle torununu eve buyur etti. Kucaklaştılar. Dedesiniçok seviyordu genç adam. Yıllar öncesinde trafik kazasında kaybettiği ailesinden sonra daha çok bağlanmıştı ona. Onu en iyi anlayan da sohbetine doyamadığı dedesiydi ayrıca. Bir de ortak noktaları vardı. İlmi araştırmalara meraklılardı. İhtiyar adam, sobanın üstünde kaynayan sıcak bir demlik çayı kontrol ederken genç adamsa huzur bulduğu bu evin penceresinden dışarıda yağan karı seyrediyor ve dedesine kendisinin bir türlü çözümleyemediği o soruları soruyordu. Dedesi sükunetle dinlerken torununu, tebessüm ediyordu bir yandan. Evet dedi Anlıyorum seni Oğul, bak Yunus Emre der ki;
“İlm ile, hikmet ile,
Kimse ermez bu sırra.
Bu bir acâyip sırdır,
İlme, kitaba sığmaz”
Öğreneceğimiz çok şey var senin de benim de Oğul. İstersen O büyük Gönül ehli, Hak dostu Yunus bize ne dersler verir öğrenelim beraber. Genç adam, çayları ikram edip büyük bir coşkuyla Tabi olur, dedi. İhtiyar adam, derin bir iç çekerek başladı anlatmaya. Evet. DERVİŞ YUNUS…
Bilinmezlikler çok ama 13-14. asırda yaşayadığı düşünülen, o mübarek zatın Eskişehir Sarıköy’de türbesi bulunur. Fakat birçok yerdede mezarının olduğu rivayet edilir. İnsanlar yaşadığı süreçte çok seyahat gerçekleştirirler. Gittikleri o farklı yerlerde, birçok hatıra da bırakabilirler. Bu kişilerin hatırası adına, o mekanları işaretleme gereği duyan insanlar, oralara mescid ya da kabir gibi yerler inşaa ederler. Böylece oralar makam, kabir olur, Oğul! Gönül izi bırakan Yunus’un şu beyitleri aklıma geliyor,
“Bu dünya ol ahiretten içeri
Âşıkın yeri var kimseler bilmez
Yunus öldü diye sela verirler
Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez”
Ölüm değildi o Hakk’a kavuşmaktı.. Vuslat arzusuyla yanıp tutuşmaktı. Bu yangına en büyük ızdırap derler Oğul! Dünyadan geçerken kimileri ayak izi bırakır, kimileri de gönül izi aynı Yunus gibi. Kuranı Kerimde, “O (c.c)’nun (ebedi) zatından başka her şey yok olmaya mahkumdur. ”(Kasas 28/88) buyrulur. İhtiyar adam, düşünceli bir tavırla;Anlatılmaz sırlara vakıf olabilmek… diyordu.
O, Anadolu da yaşayan bir Yunus’tu. Dertliydi. Dertlerinin dermanı Rabbiydi derviş Yunus’un. Derviş olmak kolay değildir. Onların görünen hayatı çile, ızdırap, bela, musibet, sıkıntılarla geçer ama ahiret yurdu olan baki hayatlarında Allah-ı Azimüşşan onları lütuf ve afiyete mazhar eder. Evet, onlar bütün bu olanlara tahammül gösterdiler. Fakat bizim tahamülümüz ne kadar az değil mi Oğul!. Genç adam düşüncelere dalmıştı...
İhtiyar adam heyecanla anlatmaya devam ediyordu. Zaman ilerler. Belayı bal olarak görmeye başlarsın. Allah’tan gelen bütün herşeye razı olmuşsundur. Hatta Allah razı olsun yerine Allah’tan razı ol diyenler varbilirmisin Oğul. Çünkü sen O(c. c)’n dan razı olduğunda O senden zaten razı olacaktır. Bu yol mertebelidir..
Kurbiyet yolunda adım adım ilerliyordu Yunus Emre.. Başlarda Yunus‘un söylediği mısralar şu şekildeydi:
“Baksam seni görür gözüm, söylerisem sensinsözüm,
Seni gözetmekten dahi, yiğrek şikârım yokdurur. ”
Zaman ilerledi ve Derviş Yunus’un dilinden bu cümleler dökülmeye başladı.
“Bu benim gönlüm alan, doludur cümle âlem
Kancaru bakar isem onsuz yer görimezem. ”
Mutasavvıf denilince akla gelen isimlerden biri de Yunus Emre’dir. Marifet nuruyla kuşanan Yunus bir tekkede yetişiyor, orada ŞeyhiTaptuk Emre’den aldığı feyz ile marifet yolunun yolcularından biri oluyordu. Yunus Emre artık Taptuk Yunus’tu.
“Yunus’a Tapduğ u Saltuğ u Barak’tandır nasip”
Allah Azze ve Celle tarafından bu kutlu makama ulaşan Yunus, gözünü dünya süsünden çevirmişti. Peygamberimiz(s. a. v), “Dünyasevgisi bütün hataların başıdır. ”diyordu. Zaten dünya ekim yeriydi. Meyvelerini ahirette alacaktık. Ayrıca Mülk ve Malik bir arada bulunmazdı ki. Rabbine adım adım yürüyen, O Kutlu Peygamber yolunun yolcusu Yunus şöyle der:
“Bu dünyaya gönül veren sonucu pişmân olısar
Dünya benim dedikleri hep ona düşman olısar. ”
Dünyaya meyleden ve Yaratıcıyı unutan insan gafildi, uykudaydı. Oysa dünyanın içindeki her şey Yaratıcısını zikir halindeydi ama gözüne varlık ve nefis perdesi inmiş, kulağı paslanmış, kalbi kirlenen bu insan Yaratıcısını hatırlatmaktan uzak kalabiliyordu çoğu zaman. Kalp önemliydi. Bazı kişiler oradan seyrediyordu alemi. Farklı nazarlar vardı. Anlayamazdık…
Ne diyordu Yunus Emre;
“Her bir çiçek bin naz ile, öğer Hakk’ı niyaz ile
Bu kuşlar hoş avaz ile, ol padişahı zikreder”
Genç adam çayını duyumlayıp Subhanallah! Hayretim gün geçtikçe artıyor, dedi.
Allah’ın Es-Semi, El-Basir esmaları tecelli etmişti Derviş Yunus’ta…
“Benim adım dertli dolap, suyum akar yalapyalap
Böyle emreyledi Çalap, derdim vardır inlerim. ”
“Ben bu dağın ağacıyım, ne tatlıyım ne acıyım
Ben Mevlâ’ya duacıyım, derdim vardır inilerim. ”
“Şol dülgerler beni yondu, her âzam yerine kondu
Bu iniltim Hakk’tan geldi, derdim vardır inilerim. ”
Gözlerinden yaşlar süzülüyordu dede ve torunun. Çünkü insanın yüreğine ok gibi saplanan cümleler dökülüyordu Yunus’un dilinden. Sözleri derinden etkiliyordu. Düşündürüyordu. İnsana acizliğini fark ettiriyor, onu gaflet uykusundan uyanmaya çağırıyordu. Gönül ehli Yunus başkaydı.
Gönül dedi ihtiyar. Ne güzel kelime. Gönül Allah’ın nazargahı.
“Gönül Çalab’ın tahtı, Çalap gönüle baktı
İki gönül bedhahtı, kim gönül yıkar ise”
Kalp kırma hususunda hassas olmak lazımdı. Her şeyi yıkmak kolaydı ama yapmak zordu. Allah’a muhabbeti artan insanın mahlukata karşıda merhameti artar. Yaratılana duyulan sevgi, incitmeye engeldi kalpleri. Her şeyin özünü sevgi olarak gören Yunus Emre şöyle der;
“Yunus, sen diler isen, Dostu görem der isen
Ayandır görenlere ol gönüller içinde. ”
Peki gurur, kibir, savaşlar, zulümler… bunlar niyeydi ki Oğul! Hem noksanını gören kemale ulaşmaz mıydı? Nefsine itaat etmeyen kurtuluşa ermez miydi? Ama ne yazık ki insan farklılaşıyor, özünden uzaklaşıyordu. Uzaklaşan insan kalbini değil dışını süslemekle meşguldü. Başıboş aldatmacalar peşinde kendini kaybetmişti. Kalpler ölüydü.
“Miskin âdemoğlanı nefse zebun olmuştur
Hayvan canavar gibi otlamağa kalmıştır. ”
Dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz!” (A’raf-23) buyrulur.
Yaşamıyla ve bizlere ulaşan sözleriyle hem kendi yaşadığı döneme hem de geleceğe ışık tutuyordu Derviş Yunus..
“Yunus sen ârif isen, anladım bildim deme
Tut miskinlik eteğin, âhır sana gerektir. ”
Tevazu.. Dağdan odun getirmekle görevlendirildiğinde kendisine ’Niçin hep düzgün odun getiriyorsun?’ diye soranlara ’Taptuk’un kapısına eğri odun yaraşmaz’ derdi. Yükseklere ulaşmak için nefsi bir basamak bilmeliydik aslında. Alçakgönüllülük oluşmalıydı kibire bulanmış bu benliğimizde.
“Ey bana derviş diyen, nem ola derviş benim?
Dervişlik yaylasında hareketim kış benim.
Derviş adın edindim, derviş donun donandım
Yola baktım utandım, hep işim yanlış benim. ”
Derviş olmak kolay değildi. Çünkü “Bu dervişlik yoluna aşk ile gelen gelsin. ” diyordu Yunus.
Dünyada da ahirette de O’(c. c) na bakan gözlere sahipti ve Kurbiyet adımlarıyla O’na doğru yürüyordu Yunus. Allah’a olan muhabbeti zaman ilerledikçe artıyordu.
“Yunus’tur eşkere nihan, Hakk doludur ikicihan
Gelsin beri dosta giden; hûr-u kusur Burak nedir?”
Tövbe ile bağışlanmanın, yenilenmenin verdiği o huzuru, hafifliği tatmak gerekiyordu. Ama nedense insanoğluna tövbe unutturuluyordu.
“Yunus, imdi tevbeye gel, can sendeyken eyle amel
Aşk ile gel kuşanı gör bu dervişlik pelhengini. ”
Perde arkasındaki hazineyi keşfedebilmek.. Yaratılan her nimette o nimeti vereni görebilmekteydi marifet. Veliler ferasete sahipti. İlerisinde cennetten de vazgeçip Cemalullahı müşahade edebilmek ne büyük mertebeydi. Bilemezdik bir sırdı. Anlayamazdık. Çünkü o aşk, beşeri aşklar gibi değildi ve gönül mektebi vardı ilmi kitaplara sığmayan.
“Biz tâlib-i ilmleriz, aşk kitabın okuruz
Çalap müderris bize, aşk hod medresesidir. ”
Genç adam dikkat kesilmiş dedesini dinlemeye devam ederken soğumuş çayını eline aldı ve yudumladı. İhtiyar adamsa anlatmaya devam ediyordu.
Tasavvuf yolunun yolcusu.. Mutasavvıf Yunus. Aşk deryasına dalan Yunus..
Tasavvuf kelimesinin son harfi olan fa harfi fena fi’llah’a işaret eder, derler. Yani Allah’tan başka herşeyden geçip O’nda yok olmak.. Allah’ın nuru ile bakmak ne ayın ne güneşin ışığıyla bakmak gibidir Oğul!
Gözündeki varlık perdesini kaldırmış Yaratıcısını keşfeden ve kendi benliğinden vazgeçen bir Yunus’tu O, şöyle diyordu:
“Yunus sana tuttu yüzün, unuttu cümle kend’özün
Cümle sana söyler sözün, söz söyleten sensin bana. ”
Dünya nefislerin sevgilisi, ahiret kalplerin sevgilisi, Allah ise sırların sevgilisiydi Yunus bir beyitinde der ki:
“Ne dünya, ne âhiret, ne Kaf u ne Kef
Bunlar katre, derya melekûtun var. ”
O herşeyden vazgeçmiş, Sırların Sevgilisi’ni(c. c)bulmuştu. Sırra vakıf olmuştu….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.