- 1063 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NURE'NİN KÖTÜ KADERİ
NURE’NİN KÖTÜ KADERİ
Kendimi bildim bileli herkes ona “Nure” diye hitap etmiştir. Bazen de gıyabında argo ifade ile “Nuke” de diyen olmuştur. Gerçek adı Nurten mi Nuriye mi bilmiyorum. Yaşı da adı gibi meçhuldür bizim için. Sorduğunuzda birbirini tutmayan rakamlar duyarsınız. Gerçi kendisi de bu uğultu korosuna dahil olmuştur hep. Hangi tarihte dünyaya geldiği; bugün kaç yaşında olduğu suali sorulduğunda kendisinden de doğru dürüst cevap alınmaz. Ama çevresindeki herkes, onun en azından doksanlı yaşları devirdiğinden emindir. Aslında o, ne yaşını ne de çile dolu ömrünü hiç hatırlamak istemez. Galiba sorulan sorulara geçiştirmeli cevap vermesi bu nedenledir.
Geçen ay köyüme yolum düşünce elini öpme imkânı bulduğum Nure’nin acıklı hikâyesini şöyle kıyısından kenarından bir kez daha hatırlama fırsatını buldum. Hatırlamaz olaydım; beni bir kez daha acılara gark eden bu hikâyeden duyduğum üzüntü, hipertansiyonumu bir kere daha depreştirdi.
Aslında, öyle her soranla paylaşmaz o acıklı hayat hikâyesini. Bir başka amaçla sorduğum soruma verdiği cevabın içindeydi Nure’nin acıklı serüveni. Beni cevaplarken farkında olmayarak bir daha asla hatırlamak istemediği acılarla dolu geçmişini özetliyordu.
Ona sadece “Nure Teyze, devletten maaş alıyor musun?” diye bir soru sormam Nure’nin acılı enstantanelerle dolu hayatını bir kez daha gözler önüne sermeye yetmişti. Biraz mahcup bir edayla cevap vermişti bana. Sesi her zamanki gibi gür çıkmamıştı. Utangaçlığının sebebi; muhtaçlığını ve çaresizliğini dile getirmek zorunda kalmış olması mıydı yoksa komşusu olan amcamın bu konuşmaya şahit olması mıydı bilemiyorum. Meramını anlatmaya başlayan Nure’nin bu kez biraz daha gür çıkıyordu sesi. Sanki konuştukça o mahcubiyeti atıyordu üzerinden.
“Ben devletin kayıtlarına göre hiç evlenmemişim ve hiç çocuk doğurmamışım; babamın evinde bekâr duran kız kurusuyum hala.”
Çevremizdekiler biraz gülümseyerek dinliyorlardı kendisini; belli ki yürekleri alışkındı Nure’nin bu acıklı ve komik olan durumuna.
Bense sormaya devam ediyordum.
“Nure Yenge, şimdi sen yaşlılık maaşı, dulluk maaşı ya da bakım parası adı altında devletimizin verdiği yardımların hiç birinden yararlanmıyor musun?”
Ayda sadece yüz liracık olan yaşlılık maaşı aldığını söylüyordu bize. Diğer ödemelerden neden yararlanmadığını biraz önce tek bir cümle ile anlatmıştı kendince.
Nure Yengenin geçmişini çok iyi bildiğim için yeni sorular sorarak onu daha fazla rencide etmek istememiştim. Geçmişi şöyle bir aklımdan geçirmek, durumu anlamam için yeterli olmuştu.
1950’li yıllarda Murat Nehrinin karşı tarafındaki bir köyden bizim köye gelin olarak gelmişti Nure Hanım. Severek ve isteyerek mi evlenmişti yoksa o yıllarda kız çocuklar için genel bir uygulama olan “Fikrini sormadan görmediği, tanımadığı birisine eş olarak verilmesi” felaketine mi maruz kalmıştı; Bilemiyorum. Bildiğim tek şey; ben daha dünyaya gelmeden önce bizim köye gelin olarak gelmiş olduğuydu. Daha geldiğinin ikinci yılında bir erkek çocuk dünyaya getirmişti. Kucağına aldığı o erkek çocuğu daha biricik eşiyle birlikte sevmeye vakit bulamadan amansız bir hastalık onları ebediyen ayırmıştı. Artık o, çocuk denilecek yaşta dul kalan genç bir anneydi. Ağlamalarla sızlanmalarla geçen kısa bir süreden sonra asıl can alıcı darbeyi töre diye bilinen o melanetten yemişti Nure Hanım.
Kahrolası o kötü töreleri kim icat etmişti acaba? Neden birileri çıkıp da isyan etmiyordu sanki! Üzerine türküler ağıtlar yakılıyor, ama kimse çıkıp da insanlara sadece mutsuzluk ve acı veren bu acımasız töreleri uygulamayalım, onlardan vazgeçelim demiyordu nedense. Nure de bu kahrolası töreye teslim olmuş ve küçük kayınbiraderine “kocam” demek zorunda bırakılmıştı. Sözüm ona gerekçeler hazırdı her zamanki gibi. Gelin namusmuş, dışarı atılmazmış; baba evine giderse başka birisiyle evlendirilme ihtimali varmış; ayrıca yetim çocuk da anasız mı alıkonurmuş. Bir de sonunda ele güne karşı mahcup olmak var ki onun kabullenmesi dahi düşünülemezmiş. Bunlardı eşi ölen gelinin baba evine dönmesine izin verilmeyerek kocasının kardeşlerinden birisiyle evlendirilmesinin gerekçeleri.
Yani anlayacağınız, Nure, ölen eşinin arkasından tuttuğu yası henüz bitirmeden bir başka yasa bürünüyordu. Bu kez dayanılamayacak bir ızdırabın içinde buluyordu kendini. O güne kadar küçük kardeşi gibi gördüğü kayınbiraderine kocası gözüyle bakması çelimsiz omuzlarına yüklenmiş en ağır yüktü. Yeni koca durumundaki küçük kayınbiraderin durumunu ne siz sorun ne de ben anlatayım. İki gözü iki çeşmeydi sabinin. Bütün hayalleri alt üst olmuş yenge ve kayınbirader çiftinin. Ne yapsın garibanlarım? Törelere öyle karşı çıkmak ne mümkün o yıllarda. Yenge ve küçük kayınbirader kötü kaderlerine küsmüşler ve çaresizce teslim olmuşlardı o acımasız törelere!
Nure’nin bu esrarengiz yeni evliliğinden de bir kız çocuğu olmuş, ama onların içine bir türlü sinmemişti bu evlilik. Birbirlerinden sürekli kaçar olmuşlardı; yatak odaları da giderek ayrılır olmuştu. Bu tedbir bile küçük kayınbiraderin içini rahatlatmamış, abisinin mezarına doğru her baktığında büyük bir mahcubiyet duymuştu. Sonunda çareyi başını alıp o memleketten kaçıp gitmekte bulmuştu. Bilinmedik memleketlere gitmiş, yıllarca gelmemişti bir daha. Ses seda çıkmamıştı kendisinden. Öldü mü kaldı mı kimse bilememişti. Israrlı ve kararlı armalardan sonra onu İstanbul’da bulan abisi kendisini baba evine getirmişse de o, yine ilk fırsatta kendi kendisini sürgüne yollamıştı. Defalarca bulup getirmelerine rağmen talihsiz genç adam bir kere daha kaçmış… kaçmış… kaçmıştı. Onu o memlekette tutabilene aşk olsun.
İkide bir firar edip oralardan uzaklaşmanın çözüm olmadığını gören zoraki koca, Nure’den doğma öz çocuğuyla yeğeninin annesiz büyüyecek olmasını göze almış ve üçtaş atarak yengesi Nure’yi boşayıvermişti. Yörede “Talak” derler bu garip boşama şekline. Üçtaş atarak “boşsun” denince yapılacak hiçbir şey kalmıyordu. Medrese eğitimli din adamları, bu uygulamayı Allahın emri olarak anlatmışlardı yıllar boyu yöre insanına.
Nure’ye üçüncü şok olmuştu bu beklenmedik talak işi. Bu garip tedbir o yıllarda yalnızca eşini aldatmış ya da o derecede kötülük yapmış kadınlara uygulanırdı. Kadına tek taraflı uygulanan ağır bir cezaya dönüşmüştü bu müeyyide. Talak’a maruz kalmış kadınların toplum nezdinde itibarları yok oluyordu. Bu yüzden kimsenin yüzüne bakamazdı talakla boşamaya maruz bırakılmış kadınlar. Bu sebeple, bu haksız boşanma işi Nure için rencide edici yeni bir darbe olmuştu. Bunda garibimin hiçbir kusuru ve günahı yoktu. Törelerin gereğine boyun eğmişti çaresizce. Şimdi artık iki kardeşten olma iki yetim çocuk bırakarak baba evine gitmekten başka hiçbir seçenek bırakılmamıştı ona. O da öyle yapmıştı.
Ancak baba evine bir türlü sığamamıştı Nure Hanım; bir taraftan yetim bıraktığı iki çocuğuna yanıp tutuşuyor, diğer taraftan da hiç hak etmediği üçtaş, talak gibi statülere maruz kalmanın ezikliğini üzerinden atmaya çalışıyordu. Daha otuzlu yaşlarda genç bir kadın iken yaşadığı bunca şokların etkisinden kurtulamayan Nure, baba evine bir türlü sığamamış, günlerce uyuyamamış, yemeden içmeden kesilmiş, iki gözü iki çeşme olmuştu adeta.
Bir gün hiç aklından geçmeyen bir teklif alınca bir kere daha şoka girmişti Nure Hanım. Müstakbel eşlerinin köyünde oturan seksenli yaşlarda Hasan isimli bir bey, kendisine izdivaç teklifinde bulunuyordu. Yaşlı bir kadınla evli ancak erkek çocuğu olmayan o muhterem zat, kendisine bir erkek çocuk verebilir düşüncesiyle Nure’yi ikinci zevce olarak almak istiyordu. Cehalet ve eğitimsizliğin had safhada olduğu bir dönemde kız çocukları nesebin devamı için yeterli görülmüyordu. Bu nedenle adı geçen yaşlı zat, ikinci bir evliliğe müstahak görüyordu kendini.
Evlilik teklifini alan Nure, bir kez daha kaderine küsmüş ancak çocuklarıyla aynı köyde bulunmanın cazibesine kapılarak kerhen de olsa bu izdivaca evet demişti. Buna mecbur ve mahkûmdu adeta. Akraba çevresini oluşturan küçücük köyündeki baba evinde kendisine yer olmadığını görmüştü o kısacık dönemde. Toplumun dışlamasından kurtulmak için kendisinden elli yaş büyük olan bir adama evet demek zorundaydı.
Daha önce iki şanssız evlilik yaptığı o köye bir kez daha gelin olarak geliyordu Nure. Geçmişte yaşadığı bütün olumsuzlukları bilen köyün tanındık insanından kabul görebilmişti. Yeni yaşlı eşinden saygı görmüş ve karşılığında ona bir erkek bir de kız olmak üzere iki evlat vermişti. Fakat yaşı hayli ileri olan Hasan Bey de çok geçmeden hakkın rahmetine kavuşmuştu ilk eşi gibi. Nure’nin acılarla dolu yolculuk serüveni yeni bir boyut kazanıyordu. Artık yaşlı bir kuma ile iki küçük çocuğun yükünü yalnız başına omuzlamak zorundaydı. Üstelik bir birleriyle kardeş olan eski iki eşinden olma iki çocuğu da ondan ilgi ve alaka bekliyordu.
Yılmadan iki yetim çocuğunu komşu ve akrabanın zekât ve sadakasını toplayarak bakmış, beslemiş ve büyütmüştü. Yıllar yılları kovalamış, küçük yetimler büyümüş, evlenmiş ve kendi hayatlarını kurmak ve idame ettirmek için köyden göçüp gitmişlerdi. Nure şimdi Merhum Hasan Beyin iki odalı toprak dam evinde 100 liralık yaşlılık maaşıyla yalnız başına oturuyor ve ölümün gelmesini bekliyor.
Nure, geçmişte kalmış o acıklı ve meşakkatli hayatında uğradığı onca haksızlıklara kalın bir çizgi çizmiş, ancak onu bugün hala mağdur eden geçmişteki bazı ihmallere isyan etmeden duramıyor. Nasıl isyan etmesin ki? Daha genç kızlığa henüz adım attığı bir dönemde yaptığı ilk evliliği imam nikâhı ile icra edilmişti. Resmi nikâh için acele edilmemiş, “ihtiyaç duyulduğunda o da yapılır” denmişti. Ama kocasının beklenmedik ölümünden sonra kayınbiraderi ile yapılan zoraki evlilik de imam nikâhı ile sonuçlandırılmıştı. Boşanma da yine dini usulle yani “talak” denilen usulle gerçekleşmişti. Maalesef üçüncü evliliğini yaptığı yaşlı adam zaten evli olduğundan dolayı bu evliliği de resmi kayıtlara göre evlilik dışı beraberlik olarak görünmekteydi.
İnsan hayatında birer dönüm noktası sayılabilecek bu işlerin hiç birisi resmi kayıtlara geçirilmemişti. Çocukların nüfusa tescil edilmesinde de hülle sayılabilecek bir yola başvurulmuştu. İlk iki çocuğu eltisinin üzerinden nüfusa kaydedilmişti. Nure, son evliliğini yaparken kuma üstüne gitmişti, o nedenle hukuki bir statü kazanmamıştı evlilikleri. Yaşlı yeni kocanın yapacağı tek şey doğan iki çocuğunu yaşlı eski eşinden doğmuş gibi tescil ettirmekti. O da aynen öyle yapmıştı. Nure, hâlâ hiç evlenmemiş ve dünyaya çocuk getirmemiş bekâr bir kız olarak görünmektedir. Yani, Nure’nin doğdurduğu, bakıp büyüttüğü onca çocuk başka başka kadınların çocukları olarak bilinmektedir Devlet-i Aliyye’ce. Tam bir bilmece-bulmaca anlattığımın farkındayım, ama bu garip durumu anlatmak için deneyimli ve usta bir yazar olmak gerekiyor galiba; bense bu beceriden mahrumum maalesef.
Halen onun kamu nezdinde görmekte olduğu muamele gerçekte yaşadığı durumla örtüşmemektedir. O, devletin eşi ölmüş dul kadınlar için ayda 250 TL olan dul aylığı almak için müracaat ettiğinde “sen bekârsın, hiç evlenmedin ki, eşin ölmüş olsun” cevabıyla karşılaşmaktadır. “Ben üç kez evlendim, dört çocuk doğurdum” diyorsa da dinleyen yok. İstediği tek şey toplumca meşru kabul edilmiş her üç evliliğinin de resmi mercilerce kabul edilmesidir. Nure Teyzemiz, yaşadıklarıyla mevcut fiili durumunun uyuşmadığını rahatlıkla görebilmekte, ama bunun düzeltilmesi için hiçbir şey yapamadığına için için yanıp tutuşmaktadır. Haklı olarak yeni bir düzenleme yapılmasını, bu yolla mağduriyetinin giderilmesini gözlerimizin içine bakarak haykırmaktadır. Çünkü hükümetin çok iyi niyetlerle yürürlüğe koyduğu “eşi ölmüş dul kadınlara muhtaç olmaları ve herhangi bir gelir elde etmemeleri halinde ayda 250 TL miktarında ödeme yapılması” şeklindeki uygulama çok olumlu olmakla birlikte eksik ve yetersiz kalmaktadır.
Bütün bu yanlış uygulamalar, medrese eğitimli yarı cahil din adamlarının, gelecek için her türlü öngörüden uzak, maksatlı ve yanlış bilgilendirme ve telkinlerin sonucunda oluşmuştur. O cahil din adamları, ilahi bir emir olan dini nikâhın esas olduğunu, hükümet nikahı denilen resmi nikahın ise Allahın emrine karşı gelmeyle eş olduğunu söylemişlerdir hep. Bu yanlış telkinler sonucu vatandaşımız sadece askerlik çağına gelmiş çocuklarının işlemleri için resmi nikâh yapmak zorunda hissetmiştir kendisini.
Bu gün var olan pek çok sosyal yardım ve hakların o yıllarda olmaması nedeniyle resmi nikâhın ne anlama geldiğini fark etmeyen eğitimsiz insanlarımız hocaların tavsiye ve telkinlerine değer vermişlerdir. Bu nedenledir ki, Nure’nin halen yaşamakta olduğu mağduriyette bu cahil din adamların büyük payı ve vebali bulunduğu hususu yadsınamayacak bir gerçektir.
Son dönemde geçmişimizle hesaplaşıyor, orada inançları gereği mağdur olmuş insanlarımız için iade-i itibar ediyoruz. İyi de yapıyoruz bana göre, ancak bu kesimin yarattığı tahribatı temizlemeyi de düşünmeliyiz. Onlar, yüzlerce yıl yüce dinimizin emir ve buyruklarını bilerek ya da bilmeyerek yanlış yorumlamış, bu şekilde ciddi boyutlara varan bir mağduriyet alanı oluşturmuşlardır. Nure gibilerin yaşadığı mağduriyetin cahil din adamlarımızın bu denli yanlış bilgilendirmelerine dayanmadığını kim söyleyebilir?
Yukarıda hayat hikâyesini anlattığım Nure, münferit bir örnek değildir. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde binlerce Nure bulunmaktadır. Esasen, yasa koyucu pozisyonunda olan TBMM, çıkardığı bu yasa ile bir mağduriyeti önlemek istemiştir. Fakat bu irade yasa metnine doğru şekilde yansıtılamadığından bu hikâyemizde konu edilen Nure gibi on binlerce kadının mağduriyeti giderilememiştir. Örneğimizde olduğu gibi yanlış gelenek ve törelerin uygulanması sonucu yapılan evliliklerin tescil dışı kalmasıyla doğan mağduriyetlerin giderilmesi büyük önem ve ehemmiyet arz etmektedir. Ayrıca hiç evlenmemiş ve yalnız yaşamaya mahkûm olmuş, yakın akrabaları tarafından bakılmayan on binlerce kadının sorunudur bu. Sözü edilen Yasanın, sorunu çözecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Sayın Milletvekillerimiz; bire bir yaşanmış bu hikâyemizdeki Nure gibi binlerce mağdur insan sizden ilgi ve alaka beklemektedir. Lütfen TBMM’ye bir kanun değişikliği teklifini vererek mevcut yasanın yalnız dul kadınları kapsamış olan sınırlamasını kaldırarak, yalnız yaşayan tüm muhtaç kadınların bu hizmetten yararlanmasını sağlayınız; bu yol ve yöntem ile Nuke’lerin, Nure’lerin, Nuriye’lerin ve Nuran’ların mağduriyetine çare olur; hayır dualarını alırsınız…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.