Bedenin Önünde
...
Psikiyatri ofisinin duvarlarının çürük rengine bakarken, bütün bunları düşünebilecek kadar uzun süre bekledim. Hastaları bütün dramlarını düşünebilmeleri için yeterince bekletip bekletmediklerini merak ediyordum. Bu sırada odanın kapısı açıldı ve içeriden çıkan adamın suratından geçmiş bir kıyım vardı. Ardından doktor çıktı ve beni çağırdı: Buyrun Aslı Hanım.
Suratında eriyen bir ihanet vardı.
Çağrıya itaat edip, odaya yürüdüm. Zemin çok sert geliyordu. Deri koltuğa oturdum ve bekledim.
Merhaba, dedi.
Cevap vermedim.
...
Aslında buraya bir daha gelmeyeceğime emindim. O gün, neden tekrar gitmeye karar verdiğimi bilmiyorum. Evdeydim, öfkeliydim, çok öfkeliydim ve ondan uzak durmam gerektiğini biliyordum. Oysa öfkenin nasıl yabancı bir kimliğe dönüşebildiğini de bilebilecek kadar öfkelenmiştim hayatım boyunca. Bununla başa çıkmanın yolu yoktu ve kendimi onun ofisine doğru giderken bulmuştum.
"Geçen hafta, senin ısrarla vurguladığın gibi üvey olan babanla ilgili travmayı konuşuyorduk. Pek ilerlememize izin vermedin. Şimdi burada olduğun için mutluyum. Bence travmaya geri dönmeliyiz."
Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Önceki hafta ofisten hınç dolu çıkmama rağmen, eczaneye uğrayıp yazdığı ilaçları da almıştım. O ilaçlar olmasaydı, öfkemle başa çıkmanın bir yolunu bulabilirdim.
"Aşağılık herif! Beni iyileştirmeye çalışıyorsun. O ilaçların östrojen dolu olduklarını anlamayacağımı mı sanıyordun? Bunları gerçekten kullanacağıma inandın mı?"
"Elbette seni iyileştirmeye çalışıyorum. Neden bu kadar öfkelisin?"
"Buraya iyileşmek için gelmiyorum. Bunu biliyorsun. Bunu biliyorsun ama bana östrojen veriyorsun. Bunun hormonal bir bozukluk olduğunu zannediyorsun. Bana nasıl hormon verebilirsin? Ben bir erkeğim, bunu sana anlattım. Bu iğrenç kadın bedenime rağmen içimde sıkışıp kalmış o adamı hormonlarla öldürebileceğini sanıyorsun. Buna izin vereceğimi sanıyorsun. Lanet olsun! Buraya gelmeyecektim, gelmeyecektim ama..."
"Ama ne? Buraya neden tekrar geldin? Seni iyileştirmemi istemiyorsan, neyi başarmamı bekliyorsun?"
Açıkçası neyi başarmasını istediğimi ya da neden orada olduğumu gerçekten de bilmiyordum. Bildiğim sadece şuydu: çocukluğumdan beri kendimi hep farklı hissetim. Dişiliğimin farkındaydım ve bundan keyif alıyordum ama daha altlarda başka bir şey vardı. Erkek bir şey. Önceleri çok zayıftı. Zamanla güçlendi. Zamanla benim dişi bedenimle çatışmaya başladı. Nihayet bunu Banu’yu tanıdığımda kabullendim. Banu, bir erkek bedeniyle doğmuş ancak bedeninin gerisinde şekillenen gerçekliği kabul edebilmiş, harikulade bir kadındı. Cesur ve ihtiraslıydı.
Banu’nun yanındayken, çocukluğumda uyuşturucu ve alkolle kavuştuğum o zeminsizliği hissedebiliyordum. Hiçbir role girmem gerekmiyordu. Olmak istediğim kişiydim. Bazen onunla beraber dişiliğimden keyif alabiliyor, bazen erkeksi olup onu ve bütün dünyayı sahiplenebiliyordum. Kendimi böyle erkeksi hissettiğim zamanlarda, bedenimden akıp giden o kadınlığa rağmen, kendimi gerçekten anlayabiliyordum. Diğer erkeklerin gözlerinde dolaşan bayağı beklentilere karşın bir kadına en insani halimle yaklaşıyor ve onunla flört ediyordum. Ona gerçek bir ilgiyle, gerçek bir şefkatle bakabiliyordum. Bedeninin yalnızca bir maske ve suratının onlarca maskenin geçit yaptığı bir sahne olduğunu bilerek; bütün bunların ardında daha gerçek ve güçlü bir kimliğin olduğunu anlayarak, bu gerçek ve güçlü kimliği arayarak bakabiliyordum. Neticede bulduklarım çoğunlukla birbirinin aynı kaygılar ve bana çoktan beridir anlamsız gelen basit tutkulardan ibaretti. Oysa ne bulduğumu önemsemeden, bu arayışın içinde olmayı, bu kimliğin içinde olmayı seviyordum. Sonra Banu’ya bakıyor ve onu arıyordum. Ona her baktığımda, bir başka gerçekle sarsılıyor, onun ruhunda oynaşayan sayısız kişiliğin seslerini dinleyebiliyordum.
Bir gün, "Kendini kabul et artık. Madem bir erkek olmak istiyorsun. Git bir erkek ol. Bedenini de olduğun şeye dönüştür." dediğinde, çoktandır zihnimin ıssız köşelerinde, kendine yol açmak için beni içten içe kemiren o fikri, tüm gerçekliğiyle düşündüm. Düşüncelerim heyecanlı, güçlü ama korkutucuydu. Değişim fikrinin dehşet verici bir etkisi vardı. Bu dehşet hissi, yıllardır bayağı alışkanlıklarına bağlılıklarıyla hayatlarındaki her değişime histerik tepkiler veren basit insanların yaşadığından farksızdı. Yıllarca aşağıladığım, iğrendiğim, korkaklıklarından ve değişime dirençlerinden nefret ettiğim bu insanlardan farkım neydi? Evet, benim değişimim onların basit gündelik alışkanlarına göre, radikal ve güçlü olacaktı. Oysa korku, aynı korkuydu. İğrençti. Korkunun kokusunun bedenime sindiğini hissediyordum. Saçlarımda, dudaklarımda ve memelerimde salınan bir kokuydu. Bunu her an hissedebiliyor, her an kendimden daha çok nefret ediyordum.
"O sigaranı silk artık."
Doğrudan bana bakıyordu. Eli göbeğinin üzerinde uyuşmuş gibi duruyor ve parmaklarının ucunda kendi kendini öldüren sigarasının külü, çok çirkin bir isyana dönüşmek ister gibi duruyordu.
"Sigaramı silkmem ya da silkmemem senin için önemli mi?"
"Birazdan külü düşecek ve pisleteceksin burayı."
"Her şey üzerinde kurmaya çalıştığın bu kontrolün seni yorduğunu düşünmüyor musun?"
"Şimdi de kontrol delisi olduğumu mu söylüyorsun?"
"Üvey baban sana ilk kez tecavüz ettikten sonra, ne hissetmiştin?"
"Anlamadım."
"Bir an için külle ilgilenmeyi bırak ve bana izin ver lütfen. Ne hissetmiştin?"
"Bilmiyorum. Öfkeliydim."
"Ne için öfkeliydin?"
"Benim bedenimi kullanıyordu. Benimle değil, bedenimle sevişiyordu. Benim bedenim üzerindeki irademi hiçe saymıştı. Beni hiçe saymıştı."
"Bu ne demek?"
"Ne demek istiyorsun?"
"Yani senin hayatın üzerindeki kontrolünü yıkmıştı. Hayatının kontrolü, bedenini kontrol edebilmekle başlar. Önce onu sahiplenir ve onu yönetirsin. Hayatında tamamen senin olan ve asla elinden alınamayacak tek şeydi bedenin. Ama o elinden almıştı."
"Evet. Bedenimin kontrolünü benden almıştı."
"Bedenini ve hayatında kontrol edebildiğin her şeyi senden almıştı."
Bana bakıyordu. Gözlerinde hem bilge hem de ahmakça kıpırdanmalar vardı. Bana bakıyordu ve sigarasını halının üzerine silkti.
"Allah kahretsin! Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
"Ne yapıyorum?"
"Sigaranı oraya silkerek beni kışkırtacağını ve kontrol delisi, travmatik, hasta bir karıdan başka bir şey olmadığımı kanıtlayacağını mı sanıyorsun?"
"Seni kışkırttım mı?"
"Benimle dalga mı geçiyorsun?"
Ayağa kalkmıştım. Sebebini anlayamadığım ancak taş kadar somut ve gerçek görünen öfke, bedenimden taşıyordu sanki. Onu görebildiğimi sanıyordum. Kırmızı, pis ve yoğun. Doktora doğru birkaç adım attıktan sonra bağırmaya ve küfretmeye başladım. Ona, benimle dalga geçmeye hakkı olmadığını ve bu işe yaramaz ucube teknikleriyle ancak şaklabanlık yapabileceğini, hatta onu dava edebileceğimi ve diplomasını elinden alıp onu tüm hayatının en derin pişmanlıklarına sürükleyebileceğimi söylüyordum. O sakince bana bakmayı sürdürdü. Sonra sakince konuştu:
"Bu şekilde mi erkek olacaksın?"
Cevabı korkunç bir basitlik ve ağırlıkla çöktü üzerime. Yerime dönüp oturdum ve suratına baktım. Dudaklarına yapışmış çirkin bir sırıtışla aşağılıyordu beni. Ben üzerimde bir kot ve bol bir kazakla oturuyor, kadın bedenimde gizlenmiş erkekliğimle, erkek olduğumu kanıtlamaya çalışıyordum. Ne saçmalık! Bir şeyler söylemek zorundaydım ama anlamsızdı. Her şey çok sert geliyordu. Oturduğum koltuğun derisi ve her biri ayrı renge boyanmış duvarların kaotik ızdırabı bedenime ağır geliyordu.
"Buraya tedavi olmak için gelmedin. Buraya seni onaylamam için geldin. Özgürlüğüne düşkün olduğunu sanıyorsun ama herhangi birimizden daha hür değilsin. Hepimiz kadar onaylanmaya ihtiyaç duyuyorsun. Seni onaylamamı istiyorsun. Böylece vereceğin kararların sorumluluğundan kurtulacağını sanıyorsun. Banu da senin için buna ifade etmiyor muydu? Tüm korkuların için bir referanstı o. Beni de aynı şekilde metalaştırmaya çalışıyorsun. Sana ne diyebileceğim, nasıl yaklaşabileceğim üzerinde kontrol sağlamaya çalışıyor, özgürce düşünmemi engellemek istiyorsun. Sadece seni onaylarsam, her şey yolunda olacaktı. Onaylanmadığında da erkekçe bir tahakküm kurmaya çalışıyorsun. Kendini, beraber yaşadığın insanların düşüncelerinden bağımsız göremiyorsun. Bu senin suçun değil. Hepimiz böyleyiz. Hepimiz, kendimizi bir diğerinin referansı ile tanımlıyoruz. Bunun acıklı bir yanı var. Kabul ediyorum ki, hepimiz biraz zavallıyız. Hepimiz değişmekten ve artık onaylanmamaktan korkuyoruz. Bu düşünce ödümüzü koparıyor. Bunun için kendimize küçük, zavallı güvenli alanlar yaratıyoruz ve onun içinde yaşayıp, ona göre davranıyoruz.
Bir kadın ya da erkek olman, benim için önemli değil. Ama sen, senin tecavüz travmanla ilgili çalışmama bile izin vermiyorsun. Kendini bir erkek gibi hissetmenin bu travmadan kaynaklandığını söylemiyorum. Ancak bunun hayatında bir kırılma olduğu açık. Buraya geldin ve benim işim senin kararlarındaki motivasyonları anlamana yardımcı olmak. Tecavüz senin kişisel alanını ve kontrol alanını yıktı. Şimdi sen bunları tekrar kurmaya çalışıyorsun. İçinde keşfettiğin bu adam, kontrol arzunun yarattığı bir illüzyon olabilir mi? Belki. Ya öyledir ya değildir. Bunu beraber keşfedebiliriz. Sana yardım etmeme izin verecek misin? Bunu düşün. Bu görüşmeyi şimdilik bitiriyorum. Eğer sana yardım etmemi istersen, haftaya görüşürüz."
Bu kadardı. Elimi sıktı ve beni gönderdi. Gerçek, ofisin duvarlarında eriyordu.
...