Kar prenses ile kuş prens Masalı
Zamanın birinde bir Kuş Prens ile çiçeklerin prensesi Kardelen varmış.
Her bahar daldan dala, bağdan bağa, dağdan dağa orası senin, burası benim der, yemyeşil çimenler ve rengârenk çiçeklerle dolu yerlerde uçar dururmuş Kuş Prens.
Güzel bir ilkbahar günü yine yola çıkmış.
Mavi bulutlar arasında yüzüp dururken dağ başında başı dimdik göğe doğru bakan dünya güzeli yalnız bir çiçek görmüş, hemen karın içinde, boynunu göğe çıkaran güzel mi güzel, onurlu, asil, etrafa güzel kokular saçan zarif mi zarif bir çiçek.
Tüm çiçeklerin prensesi bu olmalı, diye geçirmiş içinden Kuş Prens.
Tüm yaşamların en zor şartlarını göğüsleyebilen bir narin çiçek, o görünüşüne, narinliğine, zarafetine rağmen nasıl oluyor da binlerce metre yükseklikte havanın en az olduğu yerde doğuyor bu çiçeklerin en güzeli.
Tüm canlıların uykuda olmayı tercih ettiği kış mevsiminde, kimleri bekliyor?
Tüm olumsuzluklara rağmen işte hala güzellik var. Bunu mu ispat etmeye çalışıyor?
Şayet amacı oysa başarıyor.
Yaşam ile ölüm arasında gidip gelen, sana rastlamakla yaşamın değerini daha iyi anlayabilir. Senin güzelliğine kapılarak ben de yaşamalıyım diyebilir.
Senin için, seni görebilmek için yaşama dört elle sarılabilir.
Soğuk havaya, fırtınaya ve rüzgâra dayanabilen asil çiçek, sen yaşamın olumsuzlukları içinde bile güzel olduğunu kanıtlamaya çalışan çiçek, ne tatlı kokuyorsun. Nergisler, sümbüller, yediverenler ve tüm zambaklar iyi ki seninle aynı mevsimde yaşamıyor. İyi ki aynı dönemin misafirleri değilsiniz. Seni ne kıskanırdı tüm çiçekler. Senden sonra solmazlar mı, renklerini yok etmezler mi sanırsın. Yaşama küsüp ince hastalığa kapılmazlar mı sanırsın? Belki sana kızarlar ve hatta seni karalayabilirler. Evet, yalnızlığın bedelini ödüyorsun hem de bunları yaşamama ve yaşatmama adına.
Sen ne asil bir çiçeksin.
Tüm yaşamdan aldıklarını kat kat yaşama aktarıyorsun.
Sen ne onurlu, başı dik bir varlıksın.
Önce etrafını ısıtıp kendine yaşam alanı açıyorsun ve karın içinde kendini yaşıyorsun her şeye rağmen. Hayat bu olmalı.
Kardelen ve kardelenler gibi kokmalı. Bir kez yaklaşabilsem, bir kez kulağının
hemen altında boynunu koklayabilsem. Tüm meyvelerden daha tatlı olduğunu bildiğim, dudaklarına bir kez dudaklarımı dokundurabilsem. Ondan gerisi çok da önemli değil. Tüm özgürlüğümü ve yaşamımı onun için yok edebilirim, ölümsüzlüğe rağmen.
Sen hem gökyüzüsün hem yeryüzü; hem rüzgarsın hem bulut; hem karsın hem de kardelen. Hem özgürlüksün, doğanın sevgili prensesi. Huzurlu ve sakin.
Bir gün Kuş Prens tüm enerjisini ve cesaretini toplayıp aşkını anlatmış prensese. Kuş Prens hiç beklemediği bir anda çıkmıştı karşısına Prenses ‘in.
Oysaki hiç hazır değildi Aşk’a Kar Prenses. Hazır değildi yaşanacaklara.
Hep nazlı nazlı uçuşunu sevmişti Kuş Prens’in içten içe.
İçini huzur doldurdu bir anda.
Kalp atışları hızlandı.
Şimdi gerçek Aşk’ı yaşıyor ve yüreğinin ta derinlerinde hissediyordu.
Kıpır, kıpırdı yüreği.
Uğruna bir ömür feda edebilir, bu aşka canını verilebilirdi.
Her sabah günün gelişiyle Kuş Prens’in yanına gelmesini bekledi.
Tomurcuğunu yavaş yavaş açıp doğan günü karşılamaya hazırlandı.
Bir rüya idi sanki bu yaşadıkları.
Kuş Prens de artık kendini başka bir dünyada buluyor. Her şeyin biribirine kusursuzca uyduğu bir dünyada. Kalbi kainatın her köşesini kaplıyor şimdi. Kainat kalbinin içinde.
Kuş Prens biraz gecikse hemen özlerdi. Acı verirdi yüreğine. Ya gelmezse! Sararan bir yaprak düşerdi yere. Boyun bükerdi açan bir çiçeği. Büyürdü özlemi. Gözlerinde hüzün büyürdü, tasa büyürdü, endişe büyürdü. İçindeki heyecan büyürdü, elini ayağını titrettiği.
Etrafına bir duvar ördü sonra, içeriye başka duyguların giremeyeceği çepeçevre bir kale. İki kişilik bir yaşamdı düşlediği.
Derken günler, haftalar, aylar geçip gitti. Kuş Prens uzak düştü, rüzgarlar esip durdu, şimşekler çaktı, fırtınalar koptu sonunda okyanusu aşıp sevgilisine ulaşmayı başardı ve bu mutluluk sonsuza değin sürecekti. Yalnızca gerçek bir sevginin bu dünyadaki diğer sevgilerle boy ölçüşebileceğini anladı Kuş Prens.
Karakışın ardından, güneş göz kırpmaya başlamış bulutların arasından sıcacık nefesiyle. Dalında tomurcuklar baş vermiş. Derelere ulaşmış eriyen karlar.
Göçmen kuşlar dağılan yuvalarını onarıp yumurtaya yatmış dişiler.
Doğa yeni bir doğumun coşkusunda bin renge boyanarak güzelliğinin doruğuna tırmanmış.
Sular çağlayıp coşmuş, ağaçlar ve çiçekler coşkunun renk cümbüşü olmuştu sanki.
Kardelen tedirginmiş. Tomurcukları yavaş yavaş yüzünü yere çevirmişti.
Kuş Prens’i düşünüyordu Kar Prensesi. Bir bebeğin uykusunu, güzel rüyasını bırakmak istememesi gibi nazlanıyordu düşerken ama çaresizdi.
Güneş, saklandığı bulutların arasından Kar Prensesle Kuş Prensi seyrediyordu. Ne güzel bir aşktı bu ve ne hazin bir sondu beklenen.
Bu ilk seyri değildi. Bir şeyler yapmalıydı. Biraz daha uzamalıydı bu aşk. Eğildi, bir buluta selam verdi. Önüme geçin, dedi. Işınlarım ulaşmasın Kardelen’e.
Asi bir fırtına yardı geçti bulutları.
Kar Prenses ‘in daha fazla gücü kalmadı. Bütün çiçekleri, eriyen karların altında kalmıştı.
Elini uzattı Kuş Prens’e. Kuş Prens kanatlarını gölge etti Kar Prensese ve sımsıkı sarılıp bir öpücük kondururken ıslak dudağına, fısıldadı kulağına:
-Seni Seviyorum, dedi Kuş Prens.
Toplayıp tüm gücünü, başını şöyle bir hafiften kaldırdı Kar Prenses:
-Ben de, diyebildi.
Nefesi kesildi.
Yağmur başladı.
Ağlayan bulutlardı…
Nuri CAN
‘’Bilimsel adı Galanthus olan kardelen ismi, Yunanca gala=süt, anthos=çiçek kelimelerinden türetilmiş bir isim olup süt gibi beyaz anlamında kullanılmakta.
Eski çağ bilginlerinin kardelene süt çiçeği adını vermelerinin sebebiyse, onun o yıllarda bilinen en beyaz çiçek olmasından kaynaklanıyor. Rengi ve görünüşü nedeniyle kardelen, her zaman saflığı, temizliği sembolize etmiştir. Bu nedenlerle, çeşitli yabancı dillerde saflığın çiçeği, gelin çiçeği gibi isimlerle anılmış ve Avrupa’da her şubat ayının ikisinde kutlanan festivalinin sembolü olmuş bulunuyor…!!!’’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.