Munzur Kokusu Bir sevdadır
Munzur Kokusu Bir sevdadır
Munzur bir yaşamdır, bir töre, bir yoldaş, bir çağrı. Bir umut, bir isyan, bir dost, bir inanç, bir bilge… Munzur kokusu bir sevdadır yüreklerde hiç bitmeyen. Munzur dağ kokardı, toprak kokardı ama kokusuna rengarenk çiçek, çeşit çeşit bitki kokusu, yamaçlardaki, kar kokusu, güneşin pırıl pırıl parladığı mavi gökyüzü kokusu da karışırdı...
Her bahar sevinç ve sevgi kokuları çiçek kokularına karışarak buharlaşan Munzur’un eşsiz güzellikteki sevda kokusuydu bu... Her sabah uyandığımda dışarı çıkar doyasıya Munzur’un kokusunu içime çeker, delicesine sevinirdim... Geceleri parıldayan yıldızların sevgileriyle doldururdum yüreğimi, yoldaş olurdum çoban yıldızının yalnızlığına…
Çocukluğumda Munzur kokusuna bayılırdım. Hele yayla zamanı gelipte köylüler göçe başladığında. Her bahar çevreyi rengarenk çiçek ve çeşit çeşit bitki kokusu sarardı...
Munzur’un o tertemiz kokusunu ve güzelliğini Munzur dağından başka dünyanın hiç bir yerinde bulamadım... Dünyanın bir başka yerinde asla olacağını sanmadığım ve rüzgarların dünyanın hiç bir yerinde getiremiyeceği kokuları, hiç bir ışığın aydınlatamayacağı renkleri, gül Yağmurlarıyla en süzülmüş sevgilerden süzüp gün akıtırdı içime. Yıldız yıldız, nakış nakış, buram buram, serin serin... Dostluğu ve umudu çoğaltmak, etrafa dağıtmak ve ufukların taa ötesini göstermek istercesine...
Bazı dostlarım ısrarla Munzur’la ilgili sorular sorarlar bana. Üç beş cümleyle nasıl anlatılabilirki, Munzur! Bu duyguyu anlayabilmek için orada doğmak, yaşamak, büyümek, anlamak lazım, derim.
Sevgiler vardır hani hiç bitmeyen, eksilmeyen, tükenmeyen, yaşadıkça büyüyen. Bir narin çiçek gibi her gün yeniden yeşeren insanın iç derinliklerinde. Hani ulaşılamayan sevgiler olur ya, hiç sulanmadan, güneş görmeden büyüyen çiçeklere benzeyen sevgiler. Benim sevgim de öyle bir sevgi. Varmaz dilim çoğu zaman bu büyük aşkı anlatmaya. Sadece yüreğim vardır bu aşkı kutsayan, yalansız, içten haykıran.
Munzur’da sağlık fışkırır, dostluk ve umut fışkırır. Oralarda yaşayanlar yoksul da olsalar, ilaçsız, ağrısız, sızısız yaşarlar. Ortalama yaş oranı 80 dir. Araştırın yüz yaşını aşmış bir çok insana rastlarsınız…
Oralarda ne hava kirliliği, ne trafik yoğunluğu var. Kentlere göre köylerin, yaylaların durumu karşılaştırma kabul etmeyecek derecede temiz ve sağlıklıdır. İnsanlar, hayvanlar iç içe doğayla başbaşadır. Sessiz, sakin ve telaşsız yaşarlar...
Munzur ki, benim düş bahçemdi, sevgi dağımdı. Upuzun derin vadilerin içinde Ninemle yürümeyi, onun güzel masallarını dinlemeye bayıldığım yerdi.
Ne güzeldi çocukluğumun ve ilk gençlik çağımın ardına düşüp gezinmek dağ, bayır Munzur’u. Munzur ki, yüreğimin büyülü masaldağıydı.Çocukluğumu, ilkgençliğimi koynuna bıraktığım sevdam, menekşe gözlümdü….
Ondört, onbeş yaşlarında evlenen gençlere imrenirdim, onlara hayranlıkla bakar, bir gün belki benim de eşim ve güzel güzel çocuklarımın olacağını düşlerdim...Munzur’un o eşsiz kokusu da düşlerime eşlik ederdi...
Ah gadasına, belasına baş koyduğum Munzur, bil ki senin özlemindir yaşamımı anlamlı kılan… Bil ki, bir gün hüzünlerimi burda bırakıp ölümüne de olsa geleceğim sana, öpeceğim toprağını... Unutma beni...
Buralar Munzur kokmuyor.. Ben Munzur’un taze, temiz, serin kokusunu özlüyorum ve belki de asla bir daha o eski kokuyu bulamayacağım, çünkü o koku ayrıca çocukluk düşlerimin de kokusuydu. Unutma Munzur’un çocuğuyum ben, Munzur’da doğdum, Munzur’un sütünü emdim.
Çocukluk ve ilk gençlik düşlerimde kaldı o kokular belki. Belki de ne kadar koklarsam koklayayım, asla o günlerdeki başımın döndüğü kadar dönmeyecek başım... Ama olsun yine de bütün sevinç ve sevgimle gideceğim, seveceğim Munzur’u...
Düşünüyorum da şimdiki çocuklar, gençler bilgisayar, internet gibi, binbir çeşit elektronik oyuncaklar ve televizyonla büyüyor kent yerlerinde, doğayla bağı kopuk bir biçimde. Onlar doğayı, bağı, bahçeyi, dağı, ekini, bostanı, toprağın kokusunu, doğal yaşamı nerden bilsinler.
İstanbul’da Amsterdam’da, Bon’da Londra’da Paris’te toprak kokusu yok ki… İs kokusu, kömür, eksoz kokusu, çöp kokuları var. Dağ kokusu yok...
Aslında kentler çocuk büyütülecek yerler değil diye düşündüğüm çok olmuştur, dağ kokusu yok oralarda, doğal insan kokusu yok. Her şey yapay, herkes, herşey paraya endeksli, herkeste bir hırs, bencillik ön planda ama neylersin ki, kısılmış kalmışız kapana bir kez.
Oysa benim sevdiğim koku, insanın insanı sömürmediği, insanın insanı ve duygularını parayla satmadığı, satın alamadığı, kırık yüreklerin acısını, yüreğinde taşıyan, asla yalanı, dolanı bilmeyen o saf köylü çocukluğumun sevdiği kokuydu bu koku...
Elma ağacının çiçek kokusuydu, yemyeşil kırların, uçsuz bucaksız yamaçların kokusu, kar kokusuydu, ninemin bitmez tükenmez sevgi kokusuydu.
Şu diyar-ı gurbette insanın geldiği yerleri araması, vatanına, sevdiklerine hasret kalması ne kadar da hüzün veriyor insana, ne kadar da acı veriyor.
Bütün bu güzelliklerin kıymetini ise yıllar sonra ayrı düştüğümüzde fark ettik ey sevgili Munzur.
Zaman rüzgâr oldu, yaprak gibi dört bir yana savurdu hepimizi.
Nice güzellikleri paylaştık seninle ey Munzur. Nice değerin ve derinliğin farkına seninle vardık. Ömrümüzün en güzel, en taze, en saf yıllarında; insan olmanın güzelliklerini senin pınarından yudumladık. Bilmeyenlere, tanımayanlara, seni anlatmak o kadar zor ki, bütün tanımlar yetersiz kalıyor. Hiç bir tanıma, aşka, sevgiye güzelliğini sığdıramadım, bağışla…
Şimdi o kadar yorgun ki, bedenimiz. Ve o kadar ağır geliyor ki, yüreğimiz yüreğimize buralarda. Ya yüreğimiz kaldıramayacak özlemimizin yükünü gün gelecek, ya dayanamayıp bırakacağız ellerimizden bir gün yüreğimizi. Ama seni asla ve asla unutmayacağız. Sen de unutma bizi ey kokusunu özlediğim Munzur...
Nuri CAN
www.nurican.com