- 1105 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Ölümü Bozan Anahtarlar
Odamın kapısını kilitleyerek daha ne kadar sıkabilirim alt dişlerimi? Bu sorunun birden fazla cevabı olabilir, ki olmalı. Kişiden kişiye, izafi. Ancak bu soruya nasıl cevap verileceğinden ziyade, niçin sorulduğu önem arz ediyor şimdilik; çünkü öylesine sorulmadığı bir gerçek, öncelikle bunda anlaşalım istiyorum. Bilmem kaçıncı maddenin yan anlamına göre yeni baştan konuşabiliriz kanımızı sıkarak. Kanın dondurmasından bahsetmiyorum bile. Tarihten ders almak fıtratımıza ters nihayetinde. İnsanız ve insan olmanın mahcubiyeti var üzerimizde. Kanımızın damarlarımızda boşuna hoplamasını başka neyle izah edebilirdik yoksa. Bunu kabul etmekten başka elimizden başka şeylerin geldiğini de biliyoruz. Ben yaptım. Ben yemin ettim. Geçmişi değiştirebilir miyim peki? Gelecek şuan beni pek ilgilendirmiyor desem de gelecek gelecektir. Dedim. Dediğim dediktir. Ölüm kadar kesin bu. Şöyle bir duvar görsem de yaslanıp düşünsem üzerinde bu yargının iflahını, kana kana. Geciktim fakat söylenmesi gereken o meş’um sözlere.
Anahtar kapıda ve kilitli.
Yola devam edelim, madem yola çıktık. Islık çalarak. Sırtımız kuşkunun göz hizasında, duvarı bulana dek bu böyle kalmalı. Sonrası gelecek ve bu da boyumuzu bizi aşıyor. Yürümeliyiz, o yerlere. Dağ dağın sırtını öpene dek. Yollar yürünerek de aşınır. Ben demeliyim belki de burada. Buradan başlamalıyım ya da sözlerime. Demek istediğim, geçmiş yazdıklarımın içinde. Elimin tersiyle ters köşe de edebilirim kahrımı. Korkmadığımızın altını betimleyerek kalın çizgilerle hem de. Korku içime içime işliyor ve korkuyorum. Korkunun görünmez yanı beni daha da tedirgin ediyor. Sebebi olmalı bunların. Geçen pazar, amcamın hiç görmediğim oğlu bir trafik kazasında öldüğü haberi gelince, ölümün evimizin yakınına kadar yaklaştığı hissine kapıldım. Kapı kilitliydi ya kulaklarım çarpıldı. Kapıların kilitli olması istemediğimiz ağrıları hissetmeyeceğimiz anlamına mı geliyor? Ölümün insanın şah damarından bile daha yakın olduğu hakikatini görünür bir noktaya asalım: Döngü. Kısır. Ölüm karşısındaki mahcubiyetimi bir kez daha öğrenmiş oldum bu ağrı vesilesiyle. Ağzımı o meşhur iki kelimelik yargıdan arındıramadım. Ne yazık ki böyle durumlarda kelimelerin kifayetsiz kaldığı, -metin olmak dahildir buna- derinliğini kaybettiğini her defasında hayat öğretiyor büyük bir hayranlıkla. Biz mahlukatlara, eşref olmak şöyle dursun. Bu da ölümün biz yaşadığını sananlara en büyük intikamı olsa gerek. Bu yazdıklarımı okumadan zarfı açmamalıyım belki de.
Okumalıyım.
Bir pazar sabahıydı ve ben bir kez daha ölümün ayak seslerini işitiyordum. Zaman zaman karanlık sözlere maruz kalan damarlarım, neden bir türlü uslanmıyordu. Eksik giden bu vaziyeti daha ne kadar iteleyecektim öteye. Kendimi bilmenin zaafına kapıldım da benim haberim mi yoktu bundan.
Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin. Mi?
Kapat zarfı ve damgala.
Niyetim sizlere bilmediğiniz bir ölümün anahtarını vermek değil elbette. Kaderin karşı konulmaz gücünden dem vurmaya da vaktimiz yok. Varız biz, kim olduğumuzun ne önemi var. O halde bu otobandaki nümayiş niye?
Camın arka tarafında uykuyu bölen davul. Davulcunun geceye olan inadı. Sokaktaki böceklerin bıyıkları. Pidelerin geleneksel kokusu. Ramazan ayının gelişi, beni tedirgin eder her daim. Ne yapacağımı bilememenin endişesi beni zorlasa da kapıların gıcırdamalarına katlanabilme cüreti ağır basıyor her daim. Sonra gelir, biter. Bayram telaşı başlar bu defa. Nerede o eski bayramlar, deyişi cama vurur. Cam açılmıyordur artık eskisi kadar. Eskici.cii.ci. Odada saklı eskiler. Sepya fotoğraflar. Tülbentler. Tahta taraklar ve şeyler. Aslında değişen bir şeyler olmuştur. Ama değişen, dönüştüğü şeye ne kadar da yabancı.
Şey.
‘’Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan’’ derken bile kulağım kapıya kesiliyor çoğu defa. Gelenler kimler? İçimizden birileri olsa da emin değiliz. Bilmekten bu kadar korkuyorsam bırakalım kalbim kendini ikna etmeye çalışsın. Zırvalıkların arasında terennüm etmeye ne hacet. Kapıların neden sürekli kilitli oldukları meselesine gelelim biz. Anahtarın ne zaman icat edildiği elbette önemli; neden kilitlendiği ise vahim. Elbette içimizden olan birilerinden bazı kusurları saklamak veya o birilerinden o kusurları örtmek içindir. Fakat biz ne kadar istemesek de, sakladıklarımız açığa çıkıyor, seriliyor sofraya. Vakti beklemeye vaktimiz yok. Alıştık nihayetinde bu odacığın köşesine. Hatta artık kilitlemek yetmiyor, kapıda birilerini bırakmak gerekiyor, çünkü o zaman kendimizi murdar hissetmiyoruz. Ne saçma. Ne budalaca.
Peki kapıları kilitleyerek daha ne kadar kullanabiliriz anahtarları. Bu bizi güvende hissetse de kafamızı bulandıracak kadar değil. Bunlar, dışımızdaki kilitlenmesi meşhur olan detaylar, ya içimizdeki kapılara ne yapacağız? Kulaklarımızı kapayarak sesi kısılan çocuklar ve sokakların çığlıkları. Tahta merdivenlerden dama çıkmak, kuşların damdan düşüşünü izlemek... Öldürmenin bir kuralı olmamalı. Öldürmek her zaman zaaf meselesidir ve son verilmeli buna. İlk aklıma resmi anlaşmalar ve haram aylar geliyor hemen. Söylediklerimin tarihteki yeri nedir ve ben diyemiyorum; ama tiksindirici. Tarihi yargılamak da istemem.
Tarih nedir?
Tarih yerin dibinde can çekişmekle meşgul bir ceset. Ektikleri önünde, yemedikleri sofrada. Ders almaksa hiç dert değil. Geçmişi yad ederek feryat figan yapmanın bize faydası da manik depresif zirvesi zira. Tahrik eder. Her defasında dışa doğru akar ve devam eder kısır.döngü. Edilen tövbelerin puta dönüşmesi gibi, diş çürüğü:
Ey her defasında beni korkutan ölüm. Yarım et. Yardım et!
YORUMLAR
sustuğuma bakma sen, oysa sana uzun uzun konuşmak daha yakışıyor...gidişinden bu yana pek bir şey değişmedi Harun...sadece azrail taraf tutmaya başladı...bazı yerlere ölümleri düzenli aralıklarla ve bir öncekinden daha şiddetli boyutta daha sık getirir oldu o kadar...son zamanda eceliyle kaç kişi ölmüş Tanrı’ya sormak gerek...
p.s: gitgide güzelleşiyor sesin...hüzün mü? dış kapının mandalı.. şangırdatıp duruyoruz o kadar ki...kilitli kapılar ardında dönme dolaplar...
Esasında her şey birbirine kilitli. Ay’ın dünyaya; dünyanın güneşe; güneşin yıldızlara galaksilere vs.vs..Evrende bulunan her şey mesafeleri yok sayarak birbirine kilitleniyor. Biri diğerinin anahtarı, bir kapı diğerine kilit yâhût bir diğerine anahtar.
Mesafeden bahsetmemizin belki de sebebi; amcanızın hiç görmediğiniz oğlunun bir trafik kazasında öldüğü haberi gelince, ölümün evinizin yakınına kadar yaklaştığı hissine kapılmanızdı. Yani mesafe ne olursa olsun hiç görmemiş dahi olsanız amcaoğlunuzu bu sizi bir şekilde etkiliyor. Çünkü aynı aile bağının içerisinde birbirinize kilitlisiniz ve bir o kadar birbirinize anahtar.
Ölüme çok yaklaştığım ensemde hissettiğim ân, belki de en huzurlu ândı. Yaşamak daha korkutucu gelirken, ölüm beni korkutmuyor.
Geçenlerde annem, 'Davulcu hep biz uyandıktan sonra geliyor' diye sitem ediyordu. 'Ömrümüzden Ramazan, davulcu sesi de Ramazan’ımızdan eksik olmasın da yeter ki gecikmiş olsun' dedim.
Çok güzel bir yazıydı, tüm düşündürdükleriyle.Özellikle 'başlık' takdir edilesi.
Saygı ve selamlarımla.
nâ-gehân tarafından 6/22/2017 12:45:21 PM zamanında düzenlenmiştir.
Yarım yamalak yaşanmışlıklarımızla ölümden korkmamız ne saçma. Onca kural ve kilit hep biz daha mutsuz olalım diye. Sıkı sıkı kilitle ki ayıplarımızı kimse görmesin. Ayıp ne ki ?
En utanılacak şeyleri göstere göstere yapıp gurur duyuyoruz ..Öldürmek ne şanlı bir gösteri mesela. Aşk ise ne utanılası bir ayıp..
toplum dediğimiz canavarı kendi ellerimizle var edip onun oburluğundan şikayet etmek niye peki ?
Yazınızla alakalı alakasız bende bıraktığı izler böyle. Daha uzar aslında ama zaten biliniyor sadece kapıları kilitli...
Sevgilerimle...
İlk giriş kısmında hissediliyor ölüm korkusu; zarf ve damgalama bir tabutluğun resmi gibi ve ölüm karşısında her şey o anda yabancılaşıyor.Geri kalan, her şey beyhude..belki de bir korkunun çağırışıdır ölüm, gelse ve kurtulsak... ve her an gelecekmiş gibi de kilit seslerini bekliyoruz. Kapıların kapalılığını duyumsuyoruz. toplum ise av ve avcıya dönüşmüş tarih boyunca hep böyle.
sevgilerimle.