- 841 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DAR VAKİTLER/ Ekrem SAYGI
Gökyüzüne bakarak; aklından geçirdiği bir dörtlükle başladı anlatmaya!!!
Haykırarak “Kara bulutlar!!!” dedi
“Başımın üstünde dönüp durmayın
Dökülürseniz dökülünde toprak ıslansın
Çatlasın tohum, filizlensin boy versin
Vicdanı olmayan yürekler sızlansın”
Bu sözler dudaklarının arasından çıkarken, bir isyan, veya bir beddua niteliğnde idi. Sonra durdu… ve bir müddet düşündü… Kızarmış yüzünü ve kan çanağına dönmüş gözlerini bana yönelterek dedi ki; “ Kardeşim!!! İnsanın anılarını anlatması ve ya bu günü geçmişi ile birlikte yaşaması bir aptallık mıdır?” Durdu ve derinden bir nefes alarak devam etti sözlerine... “ Suya dokunsam boğuluyorum, sabuna dokunsam kayıyorum. Elli yedi yıldır, bir insanın çilesi bitmez mi? Büyüklerimiz bazen derdi ki!!! “Bu dünyanın çilesi ancak ölümle biter, gerçekten bu dünya böyle mi, hayatından memnun olan, bu dünyayı çileşiz geçiren insanlar var mı ki…? Gerçekten çile ölünce mi bitiyor…?
Bizi hep korkutarak büyüttüler be kardeşim… Allahtan korkarız, ölümden korkarız, yüksek gördüğümüz insanlardan korkarız, zalimden korkarız, zulümden korkarız, yılandan çıyanda korkarız, ayıdan kurttan korkarız, çakaldan tilkiden korkarız, yaşamaktan korkarız, hatta ve hatta kendimizden bile korkarız… Bu dünya da yapılanlara karşılık ölümden sonra çekilecek azaplardan korkarız, herşeyden korkarız. Böyle korkutularak yetiştik biz. Korkmadan yaşayacağımız bir yer yok mudur!!!? Bu dünyayı cehenneme çevirenler, bu dünyada cenneti yaşarken; cehenneme çevrilen bu dünyada, cehennemi yaşayan insanlara; cennetler vadedilirken, Bu dünyada cenneti yaşayanlara kimse neden vaadlerde bulunmaz. Cennette, cehennem de bu dünyadan ibaret galiba…
Bana göre günah nedir söyleyeyim mi kardeşim. İnanıyoruz ki; biz bir yaratılışa sahibiz ve bizi yaratanın adına da Allah demişiz. Allah yaratan demektir. Bizler insan olarak bu dünyada birşeyler üretiyorsak istediğimizdendir, sevdiğimizdendir. Dolayısı ile bizi Allah yarattı ise, bunda şüphe yoktur ve bizi sevgisinden yaratmıştır. Sevmeseydi ve istemeseydi yaratmazdı. İşte yukarıda izah etmek istediğim günah kavramı burda ortaya çıkar. Allahın sevgisinden yarattığı insana zulmetmek; Allaha zulmetmek gibi değil midir. İşte günah budur bence…İnananlar için bunu dışındakiler; yaratılışına karşılık olarak ona şükür ve onun koyduğu kurallarından ibaret değil midir.?
Kardeşim!!! Benim çocukluğum öyle saçı başı okşanan çcuklar gibi geçmedi. Velevki geçnliğimiz de öyle… Köyde yaşadık ve köyde yetiştik. Zaman zaman horlandık, zaman zaman dövüldük. Sevgi ile iç içe bir yaşam sürdüremedik. Sonradan şehirli olduk veya şehirliyiz diye kendimizi kandırdık. Korkutularak yaşadık ve korkutularak büyüdük…
“Herkes birşeylerden korkar be kardeş” dedi ve devam etti anlatmaya.
“Dünden bu güne insanlar!!! bu ülke de korkarak yaşarlar. Lakin benimkisi ise; korku ile cesaret arasında, korku ile korkusuzluk arasında bir baş kaldırış ve bir isyan gibi duruyor sanki… Öyle zamanlarım oldu ki; kendi mi terk edilmiş, tuhaf ve huzursuz, liflerim kopmaya yüztutmuş, ayaklarıma taş bağlanmış, ha düştü, ha düşecek, ha battı ha batacak, istikrarlı ve sağlam gördüğüm her şey, yerinden fırlamış, her şey kokmuş, canım ceviz kabuğunun içine sıkışmış ve nasıl olduğu belli olmayan ve önüm sıra koşan yaşam serüvenine yetişmek için var gücümle koşar adım yaşadım bu hayatı. Doğru zamanı hiç seçemedim, buda bana hep zarar getirdi. Kozamdan çıkmak için doğru zamanları beklemedim. Acele yaşam biçimim nedeni ile, erken doğumların hastalıklı günlerinde, öldüm, öldüm dirildim. Ön yargılar arasında yargılandım durdum. Bana herşey o kadar yabancı geliyordu ki; hala da öyledir, neyin tutarlı, neyin ne kadar tutarsız olduğu konusunda fikir yürütmede zorlanıyordum. Siz buna aptallık deyin, ne derseniz deyin… çünkü insanları tanıyamıyordum. Umutsuzluk ve karamsarlık çökmüştü içime… Şimdi ise sessizce ve sersemlemiş bir şekilde hayat yolculuğum devam ediyor…
İnsanlar!!! Sağlam ve güçlü gördükleri dallara, riyakarlıklarıyla da olsa yukarılara doğru tırmanırken, ben gerçekçi olayım diye, bu dalları kırarak, aşağılara doğru sürekli iniş halinde oldum. Kuyruğu arkasında savrulan bir uçurtma gibi, yere çakılışlarım oldu. Sanki yazgım mühürlenmiş gibiydi. Hayat denen bu yaşam içersinde, inişlerle çıkışlarla ilerliyordum. Doğru düşündüğüm şeyleri söyleyememek incitiyordu beni. Söylememek ve söyleyememek, bağışlanamaz bir yalan olurdu benim için. Lakin öyle değilmiş işte… Yaşayarak ve görerek gelmiştin dünden bu güne. Hala geçmişin serüvenleriyle hayatını yaşayan akraba ve dostların karşısında düne göre değerlendirilmek incitir beni… Ben sinirli, kaba ve hırçın bir insanım onlara göre… Hal bu ki tam tersidir benim hayatım…” dedi ve arkasına yaslandı. Kızıla dönmüş gözlerini bir noktaya dikti. İki eliyle saçlarını taraklayıp kulaklarının arkasına kadar sıkıştırdı. Sonra elinin tersiyle, kızıllanmış gözlerinden yanaklarına akan damlacıkları hızlı ve sert bir şekilde sildi ve ellerini havaya kaldırarak isyan edercesine “Bu vicdansız ve bu anlaşılmaz yaşam karşısında, kendime ihanet ediyorum ben, demek ki iyi biri değilim” diye feryat etti. Durdu ve düştüğü karamsarlık, duygusal baskıdan kurtularak kaşlarını çattı. Anlamsızca savunmaya geçer gibi, ellerini ve kollarını istemsizce sallayarak, “Boş ver gitsin, herkes iyi olsun yeter ki, sende onlar gibi ol ve onlar gibi görün” diyerek riyakarlığını koydu ortaya…Gülerek ayağa kaltı ve sıkıldığında yarım yamalak çalmaya çlıştığı bağlamasını eline aldı ve başladı çalıp söylemeye.
Parsel parsel eylemişler dünyayı
Bir dikili taştan gayrı nem kaldı
Dost köyünden ayağımı kestiler
Bir akılsız baştan gayrı nem kaldı
Padişah değilem ceksem otursam
Saraylar kursam da asker yetirsem
Hediyem yoktur ki dosta götürsem
İki damla yaştan gayrı nem kaldı
Mahzuni serifim cıksam dağlara
Rastgelsem de avcı vurmuş marala
Doldur tüfeğini beni yarala
Bir yaralı döşten gayrı nem kaldı
Neden bu kadar hüzünlendiğini sordum. Baze böyle hallerim oluyor diyerek başladı sözlerine…
“Artık yaşımız kemale erdi. İyi nsanların ürettiği kelimeleri kullanmaya karar verdim. Artık farklı bakmak istiyorum dünyaya… Lakin bu toplum bu kelimeleri anlamazlıktan geliyor. İyi ile kötü, doğru ile yanlış arasında gidip geliyor insanlar, bir kavram kargaşası almış başını gidiyor. Fakat öyle bir şey var ki; iyi ile kötünün, gerçekle sahtenin, riyakarlıkla iyimserliğin, birbirine karıştığı günleri yaşıyoruz. Farkında olanlar sözlerini karşı tarafa anlatmakta zorlananlar, bütün bu olanlanları kabullenmeseler de, iç dünyalarında ki mücadele ile savaşmaya devam ediyorlar. Bunu da hiç kimse anlamaz ve kişi bundan ötürü hep kendisne zarar verir. Ön yargılar, hatasızlıklar üst düzeyde, herkes kendi doğrularına kesinlik kazandırarak ve yargılayarak sürdürüyor hayatını. Gurur ve kibirlerinin esiri olmuş insanlar, kimse hata yaptığını kabullenmiyor. Mesela bir hata işlenildiği zaman, yapılan bu hatayı itiraf etmek çok zor olsa bile tevazu gerektiren bir haraket değil midir. Karşı tarafa ben bir hata yaptım, çok üzgünüm, çok üzgünüm demek çok mu zordur. Bu cesaret ve olgunluk gerektiren bir hal değil midir…”
“Bak kardeşim” dedi ve devam etti anlatmaya…
Bir kişi size çektiği sıkıntıyı ve ya bir sorununu veya bir acısını paylaşmak için geldiğinde, onu dinleyip, bu acıyı vs. bünyenizde hissederseniz birlikteliğiniz oluşur. Gayrısı hikayeden ibarettir. Size yapılan bir hatanın karşısında küçük bir Özrü düşünün. Özür boşalmaya yüztutmuş bir kuyuyu yeiden doldurmak gibidir. Söylenen kötü bir söz, ödenen bir borç, yapılan fiili bir eylem vs. karşısında içten yapılan bir özür kelimesi, herşeyin yeiden başlaması değil midir. Özür dilemek kişinin kendisi ile ne kadar alakalı olsa da; aslolan karşıdaki kişi ile ilgilidir. İster kabul eder, isterse etmez. Özür dilemek kendini açığa çıkarmaktır. Özür; alay edilmeyi, kucaklanmayı, hatta intikam almayı açık hale getirmektir. Özür iyi bir yüreğin, her şey yoluna girip, olması gerektiği hale gelene kadar yatışması zordur. Özür dilemek olanları almak değil, olanları karşı tarafa iletmektir. Kırgın olan boşluğu kapatmaktır. Özür dilemek bir yemindir.
İyi insanlar hata işlediklerinde ve kendilerini kötü hissettiklrinde özür diler. Burada asıl sorun, kalplerinde boşluk olan, hisedemeyen, söyleyemeyen, konuşamayan, kızamayan, bulutlara haykıramayan, haksızlıklara baş kaldıramayan, menfaatlerini düşünüp; toplumun ve ferdin ezilmesine susan ve ezen insanlardır…
Güzel dostum!!! Bütün bunlara bağlı olarak konu ile ilgili yaşadığım bir olayı aktarayım.
Sürgüne düştüğüm yıllarda bana sebep olanlardan özür dilemediğim halde; benden özür diledi, ayaklarıma kapandı diyerek; haklı olma gerekçelerini topluma yansıtmaları, edepsizliklerini, vicdansızlıklarını ve pisliklerini üst seviyeye çıkarmışlardır. Düştüğüm olaylar kerşısında, acziyetimden fazla, bu yalan özür beyanı beni derinden sarsmıştır. Böyle bir şey olmadığını dostlarıma açıklamak bile beni derinden incitmiştir…
Kendimden bahsediyordum ki devam edeyim istersen.
İnsanlar bilmeden ve anlamadan hata yapabilirler. Gurularına kapılırlar ve kibirlenirler. Benim de birçok hatalarım olmuştur. Lakin haksız olduğum olay karşısında özür dilemek zor olsa da; helalliklerini almışımdır. Eğer varsa bilmeden haksız olarak üzdüğüm kişiler ve unutmuşlarım, hepsinden helallik diliyorum ve özür diliyorum. Küserek ve dargın olarak ömrümün sonlanmasını istemiyorum…”
Yorulmuştu adam. Bir süre sessiz bekledi. Yorgun ve gergindi. Öfkeli bakışları birşeylerden etkilendiğini gösteriyordu. Yumruklarını sıkıp açıyor, alnında oluşan boncuk, boncuk terler yanaklarına sarkıyor, elinin tersi ile silmeye çalışıyordu. Zorlukla yutkundu ve biraz geri çekilerek arkasına yaslandı. Sonra ani bir haraketle ve yüksek sesle “Neden hep ben…” dedi. Elini cepine uzattı ve paketinden bir dal sigara çekti. “Bu zıkkımı bırakmak istiyorum, lakin o beni bırakmıyor. Birlikte öleceğiz herhalde” dedi. Hemen yanında duran çakmağını aldı ve sigarasını yaktı. Daireler oluşturan dumanın yükselişini seyrederken; hüzünlü bir şekilde derinden bir nefes alarak;
“Bak dostum” dedi. İki gündür o kadar üzgünüm ki bunu nasıl anlatsam bilemiyorum. Bu kadar muhabbetten sonra saklanmak olmaz herhalde…
İnsanlara karşı haksızlık yapmak ve yapılan haksızlıklara karşı susmak benim yapacağım türden bir şey değildir. Lakin; kötümserlik ve insanların ön yargıları ciğerimi deliyor. Konuşmam ve susamamam bana hep zarar verdi. Zaman ,zaman anlatımlarım ve yazdıklarım karşısında alay konusu olduğumu biliyorum. Lakin bunları yapmadan da duramıyorum...”
Derinden bir nefes alarak devam etti konuşmasına. “Bak şimdi iyi dinle, neden bu gün çok üzgünüm”
“Yedi yıldır doğup büyüdüğüm topraklardan istemeden ayrıldım. Başıma gelen bir bela yüzünden toprağımın bir kısmını satmak zorunda kaldım. “Toprağı olmayanın kökü olmaz” derler ya ben aynen köksüz kaldım. Kız kardeşime versem de, satılmış oldu. Bu ezginliği yıllarca üzerimde taşıdım. Velhasılı sonraları alıştık.
Benim meselem toprak değildi, lakin geçimim ve gelirim hiç topraktan olmadı. Bunların hiç mi, hiç önemi yoktu benim için. Lakin iş başka türlü idi. Topraklarımızı tescillemek adına köyümüze kadastro çıkmış. Ben hiçbir şeye karışmadım. Yıllar önce kadastro çıktığı bu dönemlerde annem adına akrabalarım sürekli imzaya geliyorlardı. Ben yine karışmadım. Sadece sen bilirsin Anne demekle yetindim. Velhasıl Annem imza vermedi fakat itiraz da etmedi. Dedem ölmeden önce kızlarını toplayıp, zaman zaman benim şahid olduğum zamanlar olmuştur. Kızlarınına şöyle dediğini biliyorum. “Kızlar!!! Her birinizin 6.5 dönüm yeriniz var. Fakat dedem öldü, dayım öldü ve aradan 15 yıl geçmesine rağmen hiçbir kuzenimden bizleri ciddiye alarak ses çıkmadı. Fakat imza isteme işi devam ediyordu. Biz yine Annem diye sesimizi çıkarmadık, ta ki bu seneye kadar. Tabi ki kimse de bizi ciddiye almadı. Bundan altı ay önce kardeşler olarak bir karar aldık. İmza, imza hele bir soralım ne oluyor bu iş. Şunun bilincinde idim, Bak Toprağını sattı da, toprak derdine düştü diyeceklerini biliyordum. Hal bu ki böyle bir derdim yoktu. Hiçbir zaman da olmadı. Biz kardeşler ve kuzenler bir araya geldik, altı ay önce verilen karar; hiçbir küskünlüğe mahal vermeden. Haziran ayında bitecekti. Haziran geldi geçiyor ve lakin hiç kimseden ses çıkmıyordu. Ciddiye alınmamak huzursuz ediyordu beni ve büyük kuzenimi aramaya karar verdim. Güzel bir üslupla ve on beş yıl sonra ; ne olacak bu iş, gidin halanınızı memnun edin ve bu olayı temizleyin dememe fırsat vermeden, pişkinlikle “ herkesin yeri ayrılmıştır, herkes gelsin fındığını evin başından toplasın” bu pişkinlik konuşmasıydı. On beş yıldır yediğiniz bu toraktan çıkanlar nasıl boğazınızdan geçti. Bunun üzerine beni azmettirici pişkin konuşması, Edepsizlik yapma dememe sebeb oldu. Bunun üzerine telefonu kapattım ve kardeşimi aradım. O da beni anlamayınca, ve kendisine yanlış aktarılan cümlelerden dolayı beni suçlama durumuna geçince; anladım ki yalnızım. Ben ucuz bir kahramandan ibaretim. Toprak derdine düşmüş gibi bir görüntü verilmesi beni derinden yaralamıştır. Hayırlısı Allahtan… dedi ve hüzünlü bir şekilde yerinden kalktı ve işte iki gündür beni perişan eden olay budur diyerek konuşmasını noktaladı.
Ekrem SAYGI
19. 06.2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.