- 1907 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
OY DİNGALA DİNGALA, KÖMÜR KOYDUM MANGALA, AYŞE FATMA DOSTUN VAR, ÇALKALA BONCUK ÇALKALA.
Yukarıdaki Kantoyu belki duymuşsunuzdur bir şekilde lakin ’ Çalkala Boncuk Çalkala’ diye söylendiğini duyanınız olduğunu sanmıyorum. Tabii ki bundan 55 sene önce İstanbul- İçerenköy’de yaşamadıysanız.
Evet..Bundan yaklaşık olarak 55 sene önceydi. Yani ben sekiz yaşında filanım. İçerenköy’de halen aynı isimle hayatını devam ettirmekte olan Yahya Kemal Beyatlı İlkokulunun yakınlarındaki oldukça geniş ve boş araziye gelmişti aylardır beklediğimiz insanlar.
’Aylardır beklediğimiz’ deyince yanlış anlaşılmasın. Aslında daha çok bizim gibi çocuklar beklerdi onları. Büyükler çok da hoşlanmazlardı. Çünkü onların gelmesi demek , ekstradan ceplerinden para gitmesi demekti.
Kimlerden mi bahsediyorum: Bu gün artık nesilleri tamamen kurumuş olan panayırcılardan bahsediyorum.
Panayır deyinde bunu öyle şimdiki İzmir, Bursa, Kocaeli Fuarı ya da Avrasya Sirki gibi koskoca çadırlarda gösterilerin yapıldığı çok büyük organizasyonlar sanmayın.
Altı üstü bir kaç langırt masası ( Umarım langırtın ne olduğunu biliyordur herkes. Yani halen bazı kahvelerde ve cafelerde var. ) bir kaç saçma atan tüfek, ( Bu tüfeklerle ya roket düşürüyorsunuz ya da ördek avlıyorsunuz. ) halka tabii ki...’ Beş atış yimbeş’ Beş halkadan bir tanesini bile sgara paketine ya da dikine konmuş ucuz Marmara Şarabına geçirebilirseniz onu alıyorsunuz.
Başka neler vardı? Hah.. Kahkaha aynaları. Ne yalan söyleyeyim beni bırakın güldürmeyi, gıdıklamadı bile. Zaten bir defa girmiştim.
Başka: Çarkı elle çevrilen dönme dolaplar... Memlekette sanki hiç ağaçlar arasına salıncak kurup da sallanamıyormuşuz gibi bu panayırların olmazsa olmazlarından olan kayık salıncaklar.
Ama hepsi bu kadarcık değil elbette. Bu saydıklarım genelde gündüz eğlenceleri. Babalar bu eğlencelere para yetiremedikleri için mümkün olduğu kadar ’ Oğlum/ kızım, şimdi bu sıcakta panayıra giderseniz beyniniz pişer, gece gidelim’ derlerdi. Peki gece oluk gibi para akıtırlar mıydı her değişik aktivite için? Hayır efendim.
Gece olunca meydan artık ip cambazlarının olurdu. Onları seyretmek için de bir bilet almak filan gerekmiyordu. Zira ip cambazları gösterilerinin sonunda ellerinde şapkaları , seyircileri arasında dolaşarak parsa topluyordu. Yani ille de para vereceksin diye bir kural yoktu. O bakımdan beleşçi taifesinin en sevdiği gösteri ip cambazlarıydı.
Şimdiki çocuklar ne kadar şanssız değil mi?
Düşünün: İllerine ya da ilçelerine kırk yılda bir sirk gelirse belki bir ihtimal hayatlarında ip cambazı görebiliyorlar. Oysa biz her sene yaz aylarını onlarla geçirirdik.
Kendisini ’ Boncuk’ Diye tanıtan ip cambazı her gün aynı gösterileri yapsa da onu her gün seyretmekten sıkılmıyorduk. Hem sıkılsan ne yapacaksın ki evde? Evde olmak, peder beyin ’ Aç kitaplarını oku da bir sene boyunca öğrendiğin dersleri unutma’ Diyerekten bizleri yeniden talim ve terbiyeden geçirmesi demekti. Oysa yaz tatili gelmiş, yemişim dersi. Kim takar... Öte taraftan peder beylerin de hoşuna gidiyor ip cambazları. Onlar da en az bizim kadar zevkle seyrediyorlar.
Boncuk, ipte önce elinde uzun bir sırıkla yürüyor. Sonra sırığı atıyor. Takunya ile, bisiklet ile, teneke kutu içinde, çember çevirerek, vesair şekillerde ipin üzerinde resmi geçit yapıyor. Gözü kapalı ve çuval içinde geçtiği bile olmuştu.
Boncuk sadece ip cambazlığı yapmazdı. Aynı zamanda bir tuluat sanatçısıydı ki şimdiki nesil maalesef böyle meydanlarda herkese açık alanlarda insanları eğlendiren, tamamen alaylı yani hiç bir mektep-medrese görmemiş ama usta - çırak geleneği ile bir nevi tiyatro yapan insanları da tanımadı. Mesela son zamanlarına yetiştiğimiz İsmail Dümbüllü’yü hatırlayan kaç kişi kaldı acaba?
İp cambazları, bunca eziyet yetmemiş gibi ip üzerinde kanto bile söylüyorlardı. İşte başlıktaki söyleniş şekliyle o kantoyu ilk kez Boncuk’un ağzından duymuştum: Ve bütün bu sıkıntılar, zahmetler ’ Gönlünden ne koparsa’ karşılığıydı. İnsanların gönlünden de 5-10- taş çatladı 25 kuruş kopuyordu. Kabadayılık yapıp da 50 Kuruş ya da 1 Tl atan oldukça azdı.
Şimdiki nesil, kansorejen ambalajlar içinde ve yine tamamen kansorejen özellikler taşıyan katkı maddeleri sebebiyle genetiğimizi bozan patates cipsleri yerlerken bizler - pek sağlıklı olmasa da tamamen organik olan ve sokak satıcılarının ’ bardağı beş kuruş’ diye bağırarak sattıkları leblebi, çekirdek ya da bir tahta çıtaya sardıkları macunu yerdik.
Şimdi Eminönü’de nostaljik olarak yaşatılmaya çalışılsa da o eski tad yok tabii ki. Çocuk lolipopu tanıyor. Macunu ne bilsin. Zaten alıp yiyenler de çocuklar değil. Ben gibi dişleri dökülmüş dedeler, nineler yiyor macunu.
Macun dedim de. Şimdiki çocuklar pencere macununu bile bilmiyorlar yahu. Düşünsenize şimdiki çocuklar da simit yiyorlar ama ’ Alibeyköy unundan, şimdi çıktı fırından’ Diye bağırarak satan yok. ’Hıyara geeeel. Çengelköy’ün bunlar’ Diye satan yok. Yahu Boğaz vapurlarında Kanlıca yoğurdu satılırdı. Şimdi Boğazda vapur olmadığı gibi Kanlıca’da yoğurt, Beykoz’da paça yok. ( Ya da iyice azaldı. )
Şimdiki çocuklar sokaklarda ’ yazıyooor yazıyooor. Necdet Elmas ( Zamanın en büyük ama en çok sevilen gangsteri) yine polislerden kaçtı’ Diye bağırarak gazete satmıyorlar.
O kadar çok şeyden mahrum ki şimdiki çocuklar saymakla bitecek gibi değil. Oyunları saymıyorum bile. Mesela şimdiki çocuklar destan satıcılarını bilmezler.
Zamanın gezgin şair ve ayaklı gazeteleriydi destancılar. Yirmi beş kuruşa dört sayfalık destanlar satarlardı. Destanlar da genellikle ya kocası tarafından balta ile doğranan zavallı bir kadının ya da karısı tarafından zehirlenen zavallı bir kocanın hazin hikayesi olurdu. Destancı, hem boynuna astığı bir teypen hem de bizzat kendisi söyleyerek ( teypteki ses de kendisinin) şiirleştirdiği bu olayı biraz daha hüzün katarak okurdu millete.
Velhasılıkelam bizim çocukluğumuzda çocuklar kendilerini bir kaç santimetrekare alana sahip bir bilgisayar, tablet ya da cep telefonun ekranına hapsetmezlerdi. Sokaklar, caddeler, arsalar, parklar, orman ve çayırlar, harman yerleri, panayırlar her şey çocuklar içindi. Özgürdü çocuklar. Şimdi ise çocuklarımızı bırakın sokağa salmayı, komşumuza bile emanet edemiyoruz. O hale geldik ki artık yaşlı bir dede çocuğumuzun başını okşayacak olsa ’ çek o pis ellerini çocuğumun üzerinden sapık herif’ Diyecek hale geldik toplum olarak.
Böyle bir paranoya ile nasıl yaşanır? Böyle bir paranoya ile sağlıklı nesiller nasıl yetişir? İşte onu bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Nazım Hikmet ne kadar ’ Çocuklara kıymayın efendiler!’ derse desin çocuklarımıza çok fena kıyıyoruz ve bu gidişatın sonu hiç de hayırlı değil.
Bitirirken herşeye rağmen ’ Oy dingala dingala’ Diyelim mi? ( En güzel söyleyen Nurhan Damcıoğlu olmakla birlikte ben hatırımda kaldığı ve Boncuk’un söylediği şekliyle yazıyorum. )
Cambaz Boncuk ben Geldim.
Sizlere neşe getirdim.
Cambazlıktır hünerim
Şarkı söyler dans ederim.
Hep beraber coşalım.
Ellere tempo tutalım.
Üzüntüyü unutup
Zevkimize bakalım.
Oy dingala dingala
Kömür koydum mangala
Ayşe, Fatma dostun var
Çalkala Boncuk çalkala.
Babamdan miras kaldı.
Onu da çapkınlar aldı.
Çapkınların yüzünden
Ayağımda pantol kalmadı.
Oy dingala dingala
Kömür koydum mangala
Ayşe, Fatma dostun var
Çalkala Boncuk çalkala.
Kabağı boynuma takarım
Sağıma soluma bakarım.
Bana mangiz verirsen
Sana göbek atarım.
Oy dingala dingala
Kömür koydum mangala
Ayşe, Fatma dostun var
Çalkala Boncuk çalkala.
RESİMLER
1- İp cambazı
2- Seyyar dönme dolap ( Çok nadir olarak bazı yerlerde hâla var )
3- Halkacılar.
4- Destancı
5-Eski bir gazete satıcısı çocuk
6- Sokakta leblebi satan bir yaşlı
7-Eskinin simit satıcısı cocuklar
8- Yaşadığım yer olan Ümraniye’nin rahmetli macuncu dedesi
YORUMLAR
Yazıyı bir kez daha okudum da..Siz olmasanız Allah eksik etmesin bu Defter kapıya kilidi vurur inanın. Sol' cular işte bu denli duygusal ve hak edene hakkını döne döne veren ama pek makbul sayılmayan bir türdür!
Tekrar çok Teşekkürler.
sami biberoğulları
Bu ne kadar onore edici bir yorum böyle. Çok çok mutlu oldum. Sağ olun var olun.
Bu arada demek ki bizim Boncuk, sizin oralarda da icra-i sanat eylemiş..
Derince de aslında yabancım değil. Kocaeli Anadolu Lisesi, Derincede olduğu zamanlarda ( 1989-1990 ) Derince de görev yaptım bir sene.
Selam ve sevgiler.
Fotoğraflarımdaki güler yüzüme karşın gülmeyi hele ki sesli gülmeyi hiç başaramadım bu hayatta. Ama sizin bu tarz yazılarınız karşısında durum değişiyor. İşte bu güzeller güzeli yazı beni hem güldürdü hem yıllar öncesine götürdü yaşamaya doyamadığım.
Kocaeli' nin küçük bir beldesi idi Derince. Geniş meydana kurulan gösteri çadırının en yürek hoplatan gösterisiydı CAMBAZ.
Tel üstünde yaptığı maharetli numaralar akılları baştan alırdı.
Yazdığınız tüm sözleri bizim cambaz Boncuk da söylerdi.Ama bir bölümü vardı ki o küçük beldenin kadın ve erkeğini bir başka güldürürdü. Çünkü gümrük memuru Salih beyin Fatma isminde bir sevgilisi o zaman dostu denirdi daha çok vardı.Boncuk bu dörtlüğe geçtiğinde
herkesin gözü cambaz Boncuğun düşme numaralarından çok Salih beyle Fatma hanıma yönelirdi.
Hey gidi günler hey! Ne değerli ne anlamlı ve doğal idiniz.
Oy dingala dingala
Kömür koydum mangala
Ayşe, Fatma dostun var
Çalkala Boncuk çalkala.
Selam sevgi ve Teşekkürlerimle...
Yaşadıklarınız, yaşananlar adeta bir tarih hazinesi Hocam her ne kadar bunların çoğu şimdi unutulsa da. İmrenerek okudum gerçekten. Şimdinin çocuklarını bilgisayarlar esir aldı esir resmen. Kutlarım yürekten...
sami biberoğulları
Bir kaç gündür evden hiç dışarı çıkmadım. Gördüm ki böyle de yaşanabiliyor bilgisayarın başında. Evet..Yaşanmasına yaşanıyor ama tabiatın sesini duymadan, kokusunu ciğerlerine çekmeden, renklerini bizzat gözlerinle görmeden, tadına varmadan.
İşte günümüz çocuğunun hastalığı bu maalesef. Hemen burnumuzun dibinde çocuk parkı var, Bazı çocuklar parka geliyorlar ellerinde cep telefonları...İyice çocuk olanlar ancak parktan faydalanıyorlar biraz. Tabii ki anne baba getirirse..İşin bir de o kısmı var.
Selam ve sevgilerimle.
Değerli hocam, zaman tüneli gerçekten olsaydı, çocukken çok özendiğimiz o kahramanların, Malkoçoğlu'ların, Karaoğlan'ların, Tarkan'ların, Teksas'ların, Tommiks'lerin, Zagor'ların zamanına kimler giderdi?!...
Bence hiç kimse!...
İşte böyle ilginç bir 'çelişki'si (veya tutarlılığı) var insanoğullarının...
[Yayan yapıldak yollara düşenlerin durumu, lunaparktaki nostaljik trenlere binen veya midilli ile tur attırılan çocuklardan çok farklı değil bence...:)))]
İşte yine de bu şirin ikiyüzlülüğü takınıp, çocuklaşmayı sever insanlar...
Kimbilir, belki de bir nevi ölümsüzlük tutkusunun tezahürüdür, bu nostalji duygusu...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Teksas- Tomiksler başlı başına bir meslek ortaya çıkarmıştı. Mahallede bir kitapçıdan bir cilt teksas ya da tom miks alır okuduktan sonra geri verirdik. Bunun için de kitapçıya 25 kuruş öderdik. Ama bu arada Vadideki Zambaktan Sefillere kadar pek çok dünya klasiklerini de o kitapçıdan alır okurduk.
Ders kitapları dışında kitap okumayı yasaklamış olan babamdan bu kitaplar yüzünden az mı dayak yedik? Hey gidi günler. Teksas- Tommiks deyince hala burnumun direği sızlar.
Selam ve sevgilerimle.
İyi ki varsınız Sami hocam. Anılarınızla bizi o eski günlere taşıyorsunuz. Şimdiki çocuklara bunları anlatmak çok zor. Ne güzeldi o günler. Siz hep yazın emi.
Sevgi ve selamlarımla...
sami biberoğulları
Her şeye rağmen bizim kuşak hayatı daha dolu dolu yaşamış ne dersiniz?
Selam ve sevgilerimle.
Sami Hocam...Mazi içimde bir yaradır mı denmeli şimdi ya da hayali cihana değen yıllar mı?
sabri ayçiçek tarafından 6/18/2017 12:55:57 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler benden.
O panayırlar hayatın ta kendisiydi Sami Hocam. Rol icabı yapılanlar bile hayatın birer parçasıydılar. O, "Gönlünden ne koparsa!" bahşişleri, en bereketli kazançlardı. Çünkü gözlü değildi. Gönlünden kopandı işte. Kişinin takdiriyle ve gönüllülük esasına göre verdiği helâl paraydı. Onu alan oyuncu kendi ihtiyacını belki tam olarak karşılayamıyordu ama kıt kanaat da olsa geçimini temin edebiliyordu. Ve kesinlikle havalara girip kendisini kaf dağının prensi olarak görmüyordu hiç bir oyuncu. Hepsi bizden biriydi işte. Şimdiki nesil onları bilmediği için anlatmak bile zor. Neyse... Günümüz hayr ola... Selâm ve dua ile..
sami biberoğulları
Benim en çok üzüldüğüm maalesef çocukların adeta bir hapis hayatı yaşamalarıdır hep.
Çocuk, birden bire büyüyor ve birdenbire hayata atılıyor. Tüm çocukluğunu bilgisayar ya da cep telefonu başında geçiren bir çocuğun gelecekte anlatabileceği nasıl bir hatırası olabilir ki?
Selam ve sevgilerimle.