- 1445 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Anneler Dövülür Mü Öğretmenim?
(okuyacağın her şeye inanacaksan hiç okuma daha iyi)
Rıdvan sekiz yaşında, siyah saçlı, yaşı itibariyle olduğunca uzun, hafif kilolu, zeki mi zeki bir çocuktu. İlkokul üçüncü sınıfa gitmesine rağmen şiir okumayı çok sevmekle birlikte çok da güzel şiirler yazardı. Ne var ki şiirlerinin teması anneden başka bir şey değildi. Çünkü annesini o kadar çok seviyor, annesine o kadar çok değer veriyordu ki, şiirlerinde ondan başkasına yer vermiyordu.
Bir anneler gününde annesine şu dörtlüğü yazmıştı:
Bugün 12 Mayıs, anneler günü
Öyle ki sanki bir bayram günü
Sen benim canım, sen benim cananım
Öyle ki hem sürurum hem külli heyecanım
Annesi Miraç Hanım, çocuğunun bu üstün zekasına ve kendisine olan bağlılığına o kadar çok hayrandı ki, bir an olsun ondan ayrı kalamıyordu. Hatta ondan ayrı kalmak ona azap gibi geliyordu. Rıdvan’ın okul dönüşünü, pencereden, sabırsızlığın ve heyecanın şamil olduğu duygularla beklerdi hep. Biricik varlığı Rıdvan, eve gelirdi; çantasını bir köşeye atardı, elini-yüzünü yıkardı, annesine kocaman sarılırdı ardından yemeğini yemeye başlardı. Yemekten sonra, annesine okulda yaşanan olayları tek tek eksiksiz bir şekilde anlatırdı. Annesi iki elini çenesinin altına koyar, hayranlıkla Rıdvan’ın ağzından dökülen minik minik inci tanelerini toplardı. Anne oğul, olaylara kah gülerlerdi, kah ağlarlardı, kah dersler çıkarırlardı. Tabii bunlar, Rıdvan’ın ve annesinin, bahar bahçe olan kısmıydı. Bir de kış olan kısımları vardı:
Babası Sami!
Babası Sami, Miraç Hanımla 1984 yılında görücü usulüyle evlenmişlerdi. Miraç Hanım, Sami’nin alkolünden, sigarasından ve kumarbazlığından ötürü evlenmek istemiyordu. Ne yazık ki bütün bunlara rağmen Miraç Hanım’ı dinlememiş ve kızını Sami ile evlendirmişti. Evlendikleri ilk günden beri kavgaları bir türlü bitek bilmiyordu. Onlar bu kavgalarını Rıdvan’dan her ne kadar saklamaya çalışsalar da Rıdvan’dan saklayamamışlardı. Belki de onlar, sakladıklarını zannediyorlardı.
Yağmurlu bir gündü. Rıdvan, yağmur taneciklerinden kaçarcasına koşar adımlarla eve yetişmeye çalışıyordu. Yine her zamanki gibi, içinde, annesine beslemiş olduğu o kocaman hasreti vardı. Bir an önce eve yetişse de annesine sarılsaydı! Nihayet kapının önündeydi. Ters giden bir şey vardı. Her gün büyük bir zevkle biricik oğlunu bekleyen anne, bugün neden yoktu? Yemek mi pişiriyordu acaba? Hayır, hayır! Yemeği çoktan yapmış olmalıydı. Çarşıya mı gitmişti acaba yoksa komşuya mı? Onlara da gitmiş olamazdı çünkü bu saatte gitmek âdeti değildi.
Rıdvan, içindeki bütün korkularla birlikte hafif açık kalmış kapıdan içeri girdi. Sesler duyuyordu.
‘’Dur baba, yapma baba ne oluuuuuurr!!’’ diye bağıran kendinden ufak kız kardeşi.
Evet. Babası yine gündüz vakti içmiş ve hiç eksik etmediği dayağını annesine atıyordu. Vuruyordu Sami… Miraç Hanım’ın eline, yüzüne, karnına… daha doğrusu tekme ve yumruklarının temas edebildiği her yerine! Çıt çıkaramayan Miraç Hanım, bir ölü gibi yerde uzanmış, ufak kızına bakıyordu. Zavallı ufaklık, nasıl da çırpınıyor annesi için!
Bütün bunlara şahit olan Rıdvan, hayatı boyunca babasına olan öfkesini içinde tutabilmişti. Ama; bugün? Bugün ne öfkesini tutabildi içinde ne de öfkesini ifşa eden nidaları:
‘’Haiiiin, alçak adam! Ne yaptın sen anneme? Niye vuruyorsun, yazık değil mi kadına?’’
‘’Eeeeeehh sus be velet! Geç odana, almayayım ayağımın altına!’’
Rıdvan, annesine yaklaştı, kan sızan dişlerini güzelce sildi. Ağlayan annesini tecelli edecek telkinlerde bulunsa da başaramamıştı. Çünkü, annesinin yediği bu dayak, yıllardır yediği dayağa benzemiyordu. Çünkü, annesinin biricik oğlunun şahit olduğu bu sahne, yıllardır şahit olduğu sahnelere benzemiyordu. Çünkü, iki çocuğunun akıttığı gözyaşları, yıllardır akıttıkları gözyaşlarına benzemiyordu.
Sabahın erken saatlerinde okul için hazırlık yapıyordu. Rıdvan, lavaboya girdi; elini-yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı, saçlarını taradı, parfümünü sıktı, annesini ve kız kardeşini öptükten sonra annesine döndü:
‘’Anneler çok güçlüdür değil mi anne?’’ dedi ve devam etti:
‘’Öğretmenimiz dedi ki ‘anneler dünyanın en güçlü insanlarıdır. Onlar bütün zorluklara göğüs gerer ve hiçbir zaman yıkılmazlar’ Babam seni dövdü diye sen de yıkılmadın değil mi anne?‘’
Miraç Hanım ağladığını belli etmek istemese de gözyaşları onu ele vermişti.
‘’Olur mu öyle şey, oğlum? Anneler yıkılmaz tabii.’’
‘’Sen neden ağladı, anne?’’
‘’Ben ağlamadım ki, oğlum. Babanla şakalaşıyorduk. Parmağı yanlışlıkla gözlerime girdi. Hem sen boş ver böyle şeyleri, oğlum. Derslerin senin için daha önemlidir.’’
Konu kapanmış gibi görünse de aslında hiç kapanmamıştı. Rıdvan’ın şahit olduğu durum, bütün gün aklını kurcalıyordu. Ve annesinin sözleri keza.
‘’Ben ağlamadım ki, oğlum. Babanla şakalaşıyorduk. Parmağı yanlışlıkla gözlerime girdi…’’
Peki ya dişlerinden sızan kanlar? O kanlar da yanlışlıkla mıydı? Acı bir gerçekti ama; Rıdvan, annesinin dayak yediği kanaatine varmıştı. Evet, Miraç Hanım o gaddar kocasından dayak yemişti. Hatta öyle bir dayak yemişti ki, yıllardır saklamaya çalıştığı dayakların hepsi bir anda zuhur etmişi sanki. İçleri burkan ir sahneydi geride kalan geceleri: Dayak yemekten yere serilmiş, kan revan içinde kalan anne, annesi dayak yemesin diye ufacık kız çocuğu, eşini tekmelemeye devam eden zalim baba ve eve yeni gelmiş, bütün bu olanları sessiz hıçkırıklarla şahit olan Rıdvan… Bütün bunları düşünen Rıdvan’ı öğretmeni ayağa kaldırdı.
‘’Neyin var oğlum? İkidir sesleniyorum, cevap vermiyorsun?’’
‘’Bir şeyim yok öğretmenim, dalmışım bir an.’’
‘’Peki!’’
Aslında Rıdvan doğru söylüyordu. Bir şeyi yoktu, çok şeyi vardı. Dayak yemiş bir annesi vardı, zalim bir babası ve daha ufacık olduğu halde şiddete şahit olan bir kız kardeşi vardı. Bütün bunlar nasıl olur da sadece bir şey (!) olabilirdi?! Böyle ara ara dalan Rıdvan, öğretmenin sesiyle tekrar irkildi yerinden.
‘’Evet çocuklar, dersimiz rehberlik. Bugün, dersimizi soru-cevap tarzında işleyelim. Ne derisiniz?’’
‘’Tamam öğretmenim.’’ diye bağırdı sınıf hep bir ağızdan.
Biri soruyor, öğretmen cevaplıyor. Diğeri soruyor, öğretmen cevaplıyor. Öbürü soruyor, öğretmen cevaplıyor derken Rıdvan söz hakkı aldı ve ayağa kalktı. Bütün sınıf, Rıdvan’ın sorusunu bekliyor ama; Rıdvan’da çıt yoktu. Önce bir, iki damla gözyaşı akıttı. Sonra başladı sorusunu sormaya:
‘’Öğretmenim!’’ dedi. ‘’Anneler dövülür mü hiç?’’
Bütün sınıf şaşkın ve meraklı bir şekilde Rıdvan’ı seyrediyordu. Öğretmen de şaşkındı, sınıf da…
Rıdvan, anne temalı şiirlerini ara ara okumuştu öğretmenine. Ondandır ki öğretmeni anlamıştı durumu. Yani, annesi dayak yemişti.
‘’Tabii ki dövülmez anneler! Ama; anne ve babalar, bazen ufak sorunlardan dolayı tartışabilirler. Bu kavgaları evliliğin tadını daha çok artırır oğlum. ’’ Rıdvan hemen araya girdi:
‘’Öğretmenim! Bizim evde tat dediğiniz şeyden yok maalesef. Üstelik bir anne tat aldığı için ağlar mı hiç? Bir baba da tat almak için dişlerden kan sızacak derecede eşini döver mi hiç?’’
Öğretmen de ağlıyordu sınıf da. Öğreten, Rıdvan’a yaklaştı, Rıdvan’ı ıslak gözyaşlarıyla beraber başını göğsüne dayadı.
‘’Tamam oğlum tamam. Geçecek inşallah geçecek, güzel günler bekliyor seni sabret.’’ dedi.
O yılın hemen ertesi yılıydı. Rıdvan artık dördüncü sınıf öğrencisiydi. Nadir de olsa evlerindeki kavgalar devamlılığını sürdürüyordu.
Okul, anneler günü için bir şiir yarışması düzenliyordu. Yarışmayı kazanan öğrenci, 30 günlük İngiltere seyahatine katılacak, üstüne bir de para ödülü verilecekti. Rıdvan bu yarışmayı kaçırmamalıydı. Annesine olan sevgisini, hasretini, en güzel şekilde dile getirmeliydi.
Nihayet şiiri yazmak için masasına oturmuştu Rıdvan. Ama; ne yazık ki annesine olan o derin sevgisini, hasretini bir türlü satırlara dökemiyordu. Şiir yazma kabiliyeti sanki bir anda yok olup gitmişti. Hayır, hayır! Babasını; geçen yılki dayak meselesini unutamıyordu.
Terliyordu Rıdvan. Başı dönüyor, sürekli o sahneyi hatırlıyordu. O anları bir bir yaşıyordu sanki. Bu duruma rağmen Rıdvan, durmadı yazdı. Yazdığı şiir, annesine olan sevgisinden bahseden bir şiir değildi. Babasının, annesinin üzerindeki şiddetinden bahsetmişti Rıdvan. Böyle bir şiirin birinciliği mümkün olmamasına rağmen ne olduysa birinci olmuştu. Zira Rıdvan, o şiddeti fevkaladenin fevkinde bir üslupla anlatmış aynı zamanda toplumda, kadına olan şiddetin içler acısı olduğunu gözler önüne serişti.
Yazdığı şiir:
Anneme vurma baba, n’olur
Ona birşey olursa halimiz ne olur?
Görmüyor musun, kan akıyor dişlerinden ?
Yetmez mi vurduğun, nedir bu kadının çektiği senin ellerinden?
Dur baba, yapma baba, yazıktır
Hiç mi yok yüreğinde çok az bir hatır?
Annem o benim, lütfen ona dokunma
Vurma suratına, tükürme yüzüne, azarlama!
Kaç yıl oldu berabersiniz, hiç etmedi seni şikayet
Şimdi sana ne oldu da hep bir şikayet, hep bir suiniyet
Yeter artık baba, buna bir dur de!
Vura vura surat bırakmadın yüzde
Ağlama anneciğim, ne olur ağlama
Ağlayıp ağlayıp başımı koklama
Öyle bir ağlıyorsun ki derinlemesine
Dayanamıyorum hıçkırıklarına, çıldırıyorum delicesine
Baba değil, tam bir zalim bu adam
Haksızdır, onun hakkıdır idam
Evde ne neşe kaldı ne de huzur
Güldürmedi yüzümüzü hep kusur hep kusur
Bacımdır o benim, daha 6 yaşında
Sayende akıl da kalmadı onun başında
Daha çocuktur; psikolojisi bozulur, korkar
Gerçi sen ne bilirsin bunları, pis riyakar !
Rıdvan yaz tatilinde; babasının ilerde annesini öldüreceğini bilmeden güle oynaya 30 günlük bir tatil yapmıştı İngiltere’de.
YORUMLAR
O da büyüyünce karısını dövecek ya da türevi bir şeyler yapacak. Çark böyle dönüyor.
Saygılar.