- 606 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
SES YARIŞMASI
Eğitim, insanın güç sandığı ya da gerçekten kolay alt edilebilen engelleri nasıl aşacağını öğretme sanatından başka bir şey değildir. Goethe
Fazlı Bey, ilin en nadide okullarından birinin müdürüydü. Okul binasını, ülkenin tanınmış şirketlerinden biri, özenle yaparak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağışlamıştı.
Devletin yaptığı okul binalarından daha farklı, özgün, şık, kapsamlı ve planlıydı. Binada, her ihtimal ve ihtiyaç düşünülmüştü. Özürlüler için; asansör, lavabolar, tuvaletler ve merdivenler özel düzenlenmişti.
Öğretmenler odası rahat, derslikler aydınlık ve ferahtı. Tüm dersliklerde, projeksiyon, akıllı tahta ve tek kişilik öğrenci sıraları mevcuttu. Her yöneticinin, rehberlik servisinin, zümre öğretmenlerinin kullanışlı ve ferah mekânları vardı. Hatta hizmetliler için, başka kurumlarda örneği bulunmayan, görevlerine uygun işlevsel odalar düşünülmüştü.
Resim atölyeleri, laboratuvarlar, kütüphane, kapalı spor salonu eğitim öğretime ayrı ve artı güzellik katmıştı. Üç adet farklı büyüklükte toplantı salonu vardı. Araç gereç olarak da, adeta “yok”, yoktu.
Böyle bir mekânda ve ortamda, eğitim öğretim gerçekten de etkileyici ve zevkliydi. Öğretmenler hoşnut, öğrenciler mutluydular.
Fakat okul idaresinin ve öğretmenlerin ağızlarının tadını kaçıran, Ozan adında bir öğrencileri vardı ki adeta dillere destandı. Aklını ve gücünü derslere vereceğine, çeteler kurarak, öğretmenlere, yönetime ve öğrencilere olmadık sıkıntılar vermekte, akla gelmedik güçlükler çıkarmaktaydı. Kuralları sürekli ihlal ederek, mevcut disiplini ve huzur ortamını sabote etmekteydi.
Ozan’ın dersleri oldukça kötüydü. Verilen ödev ve projeleri yapmaz, okula kitap, defter getirmez, kurallara ve emirlere uymazdı.
Bu öğrencinin bulunduğu dersliğe giren her öğretmenin, anında morali altüst olurdu. Çünkü en olmadık sivri laflarla, rencide eder, sataşır, en azından dersin bir kısmını kaynatırdı.
Olup bitenleri yakından gören ve inceleyen okul müdürü Fazlı Bey, her çareye başvurmuş, fakat bu öğrenciyi eğitim öğretime olumlu anlamda intibak ettirememişti. Ya da alışılmış ifade ile hizaya getirememiş ve terbiye edememişti.
Olumsuz ve kötü olan her davranışa aklı mükemmel çalışan bu öğrencinin, derslere ve olumlu davranışlara sıra geldiğinde, san ki zekâsı durmaktaydı. Rehberlik servisinin araştırmaları, öğretmenlerin ve idarenin çözüm alternatifleri iflas etmişti.
Yine bir gün, Ozan, küçük sınıflardan bir öğrencinin burnuna topu çarparak kanatmış, başka bir öğrencinin zorla harçlığını almıştı.
Artık herkesin sabrı taşmıştı. Sorunun bir an evvel çözülmesi gerekiyordu. Çünkü her gün birkaç veli, zarar görmüş çocuğunun elinden tutarak, Ozan’ı şikâyet etmek için okula gelmekteydi.
Böyle giderse, nahoş olayların çıkacağı kaçınılmazdı. Muhtemel, öğrenciler büyük zarar görebilir, canı yanan veliler de dayanamayıp Ozan’a saldırabilirlerdi. Bu yüzden sorunun ivedilikle çözülmesi elzemdi.
Okul müdürü, öğretmenler kurulunu toplayarak sorunu uzun uzadıya görüştü. Akla ilk gelen önlem, öğrencinin disiplin cezası ile okuldan uzaklaştırılması oldu.
Her öğretmen, toplantıda düşündüklerini dile getirdi. Ozan’ın Müzik dersi hariç, bütün dersleri başarısızdı. Müzik öğretmeni de, “sesi fevkalade, fakat nota ve şarkıya itibar etmiyor”, kendi bildiği arabesk karışımı türkülere kafa yoruyor. O yüzden müzik dersinden de fazla yüksek not alamıyor” diye açıklamalarda bulundu.
Fazlı Bey öğretmenlere, “mademki Ozan’ın sesi güzel, O’nu kazanmak adına, müzik yeteneği ile ilgili bir şeyler yapabilir miyiz?” diye bir öneride bulundu.
Rehber öğretmeni, bu yaklaşımın öğrenciye ulaşmakta bir ipucu olabileceğini vurgulayarak, Ozan’ın şimdiye kadar hiçbir öğretmenden övgü alamadığının kayıtlardan ve dosyasından anlaşıldığını, yetenekli olduğu müzik konusunda başarıyı tattırmaları halinde, takdir edilme duygusunu yaşayarak, yanlışlarından bir nebze vaz geçebileceğini ifade etti.
Bu yaklaşım, diğer öğretmenlerden de destek buldu. Öneriyi, kurulda bütün ihtimalleri ortaya koyarak uzun uzun tartıştılar.
Sonunda, okul düzeyinde bir ses yarışması düzenlemeye karar verildi. Bir bakıma bu etkinlik, Ozan’ın başarılı olmasını sağlamak için kurulan bir mizansendi.
Yarışmanın konusu, şartları ve tarihi belirlendi. Ses yarışmasına her öğrenci, istediği dalda katılabilecekti. Birinci olana madalya ve bir Cumhuriyet altını, ikinciye bir yarım altın ve üçüncüye de bir çeyrek altın verilecekti. İlk üç kişiye ayrıca “başarı belgesi” de düzenlenecekti.
Yarışma ile ilgili davetiyeler ve afişler bastırılarak; velilere, basına ilgili makamlara dağıtıldı, duyurusu ve gerekli davetler yapıldı.
Jüri de belirlendi. Jüride; okul müdürü, komşu okuldan görevlendirilen bir müzik öğretmeni ile birlikte, okulun müzik öğretmeni ve rehber öğretmenden oluşan dört kişi bulunmaktaydı.
Yarışma, okulun büyük salonunda yapılacaktı. Prova yapmak isteyenlere, üç çalgı aleti çalabilen, müzik öğretmeni; keman, saz ya da piyano ile yardımcı olacaktı.
Yarışmanın yapılacağı tarih, öğrenci, öğretmen ve velilerin isteği dikkate alınarak, bir ay sonrasına göre ayarlandı. Bu süredeki hazırlık çalışmalarını, okul müdürü yakından izleyecekti.
Yarışmaya, en çok Ozan sevinmiş, hemen okul müdürünün yanına gelerek memnuniyetini bildirmişti. Yarışma için dışarıdan orkestra getirip getiremeyeceğini de sordu.
Okul müdürü de, “jüriye danışayım, uygun görürlerse sana bildiririm” diyerek, konunun titizlikle takip edildiğini vurguladı.
Sonra da, “müzik öğretmenin birkaç enstrüman çalıyor, istersen ondan yardım alabilirsin. Uygun görmezsen, önerine evet deriz”, diye müjde verdi Ozan’a.
Bu haberi duyan Ozan, sevinçten yumruğunu sıkarak bir “yaşasın” çekti. Durumu izleyen okul müdürü, gelişmelerden memnundu.
“Sanki kazanacakmışsın gibi sevindin Ozan. Dur bakalım, bu yarışma, daha ne yetenekliler çıkar bilinmez” diye gülümsedi.
Ozan, “bu konuda benden daha yeteneklisini bulamazsınız öğretmenim, göreceksiniz salonu yıkacağım ” diye meydan okudu.
Okul müdürü, “yoksa sabotaj mı düşünüyorsun Ozan” diye takıldı.
Ozan hemen atıldı, “olur mu öğretmenim, söyleyeceğim türkümle ses getirecek, birinci olacağım” demek istedim. Hiç böylesine önemli bir günde, işleri berbat eder miyim” diye cevap verdi.
Fazlı Bey, “bak buna sevindim Ozan, şimdiye kadar hep olay çıkardığın için, aklıma kötü şeyler geldi. Demek ki istesen uyumlu olabiliyorsun” diye anlamlı anlamlı gülümsedi.
Ozan, “o başka bir konu öğretmenim, şimdilik açmayalım ” diyerek, okul müdürüne teşekkür edip müsaade istedi.
Fazlı Bey, arkasından tebessümle başını salladı. Daha şimdiden umut ışığı görür gibiydi. “Hayırlısı, dur bakalım” diye söylendi.
Yarışmayı öğrenciler, veliler ve tüm ilçe kısa zamanda duymuştu. İlgi duyan veliler okula akın etmiş, meraklı sorularla, öğretmenlerden ve okul idaresinden tekrar bilgi almışlardı.
Çevrede her kes tarafından ses yarışması konuşulmaya başlanmıştı. Bu haber okula olan ilgiyi de artırdı. Okul yolu ve bahçesi panayır yeri gibi cıvıl cıvıldı.
Bu arada, yarışmaya katılacak öğrenciler seslendirecekleri şarkı veya türküleri okul idaresine bildirmeye başlamışlardı. Bildirme süresi bir haftaydı.
Müracaatlar bittikten sonra, sıra provalara gelecekti. İsteyen öğrenciler okulun salonunda, müzik öğretmeninin eşliğinde çalışabileceklerdi. Bu çalışma için de, her katılımcı öğrenciye belli bir saat verilerek çalışmalar sıraya konulacaktı.
Neticede bir haftalık müracaat süresi doldu. Yarışmaya 23 öğrenci başvurmuştu. Tabi ki Ozan’ da vardı içlerinde. Yarışacak eserlerin eğitim öğretimin amaçlarına aykırılık taşıyıp taşımadığı hususu, jüri tarafından değerlendirilerek listesi yapıldı.
Sakıncalı parça yoktu, bazıları basit, okul şarkısı türündendi. Bunların aslında yarışmaya alınmaması gerekiyordu. Fakat ilk kez böyle bir yarışma tertiplendiği için, öğrencilerin hevesleri kırılmasın diye, hepsinin yarışmaya alınması kararlaştırıldı. Liste okulda ve basında ilan edildi.
Bu haber bile öğrencileri ve velileri heyecanlandırmıştı. Her kes yarışmayı konuşuyor, gününü iple çekiyordu adeta.
Bir anda okul, ilgi odağı olmuştu. Yarışmaya katılacak öğrenciler, kendilerine ayrılan saatte okulun salonunda müzik öğretmeni ile prova yapmaya başlamışlardı.
Bu arada, Ozan’ın orkestra getirme fikrinden yola çıkılarak, ilçede amatörce sahne alan bir orkestra ile irtibat kuruldu. İki prova ve yarışma günü sahnede, yarışmalara eşlik etmeleri hususunda anlaşıldı. Bunların ücretlerini ödemeyi de ilçe belediye başkanı üstüne aldı.
Her fikir, yeni ve özgün projelerin doğmasına vesile oluyordu. Yarışmanın boyutları büyümüş, tüm ilde duyulmuş, basında reklamı yapılmıştı. Okula yeni bir canlılık gelmişti.
Okul, velilerden, basından, sivil toplum kuruluşları tarafından dolup taşmaya başlamıştı. Etrafta seyyar satıcılar türemişti. Bu kişilerin öğrencilere zararlı bir şeyler satmaması için nöbetçi idareci ve öğretmenler daha duyarlı ve titiz görevini yapmaya başlamıştı.
Neticede beklenen gün gelip çattı. Jüri tarafından yarışmacıların sahneye çıkma sırası, kura ile belirlendi.
Okulun büyük salonu kısa sürede doldu. Karışıklığa meydan verilmemesi için öğretmenler salonda görev yapıyor, gelenlerle ilgileniyorlardı. Zaman zaman da küçük uyarılarla belirlenen kurallara uyulmasını rica ediyorlardı.
Yarışmanın başlamasına az zaman kala, Kaymakam Beyle, Belediye Başkanı da geldiler.
Hazırlıklar tamamdı, jüri yerini aldı. Okul müdürünün işareti ile sunucu Türkçe öğretmeni sahneye çıktı. “Hoş geldiniz” hitabından sonra okul müdürünü sahneye davet etti.
Okul müdürü Fazlı Bey, protokolü ve konukları selamladıktan sonra, yarışmanın amacını açıkladı. Destekleyenlere ve teşrif edenlere teşekkürlerini sunarak sahneden indi.
Ardından ilçe Kaymakamı sahneye davet edildi. Kaymakam Bey, böyle ilginç ve farklı bir etkinlikten mutlu olduğunu belirterek, okul idaresine, öğretmenlere ve velilere teşekkür, yarışmacı öğrencileri de tebrik ederek başarılar diledi.
Ardından sunucu, programın başlayacağını, yarışmacıların dikkatini dağıtmamak ve jürinin görevini kolaylaştırmak için, salonun mümkün olduğunca sessiz olmasını rica etti.
Az sonra salondaki ışıklar söndü, sahne loş bir ışıkla açıldı. Orkestra, arka kısımda yerini almıştı. Sahnenin ön kısmında mikrofon tertibatı vardı. Sunucu ilk yarışmacıyı sahneye davet etti.
Sahneye ilk çıkan minicik bir kızdı, bolca alkış aldı. Sunucu, bulunması gereken yeri göstererek yardım etti. Alacağı seyyar mikrofonu da gösterdi.
Küçük bir sessizlikten sonra orkestra şarkıya girdi, ardından da öğrenci şarkısını söylemeye başladı. Bilinen hoş bir okul şarkısıydı. Hata yapmadan, rahat şekilde tamamladı. Alkışlarla sahneden indi.
Yarışma hatasız, hoş bir ortamda başlamıştı. Gece, yılsonu etkinliklerini andırıyordu. Herkes halinden memnundu. Salonda arzu edilen bir sessizlik vardı. Bu da güzel ve arzu edilen bir durumdu.
Programın akışı bu şekilde devam ediyordu, saatler hızla ilerlemekteydi. Yarışmacıların yarıdan fazlası sahneye çıkmıştı. Bazıları pek başarılı olamasa da, öğrenci oldukları düşünülerek bolca alkışlandılar. Hele de anne babaları ve akrabaları tarafından. Tabi içlerinde dikkat çeken sesler de yok değildi.
Ozan’ın sırası sonlara doğruydu. Kısa bir ara verildikten sonra program devam etmeye başladı. Neticede sıra Ozan’a gelmişti.
İsmi anons edildiğinde, büyük bir alkış koptu salonda, bazı ıslıklamalar da oldu bu arada. İhtimal Ozan’ın arkadaşlarıydı bunlar. Tabi hemen uyarı aldılar.
Ozan sahneye çıktıktan sonr,a salonu eğilerek selamladı. Kıyafeti ses sanatçılarını aratmayacak şıklıktaydı. Beyaz takım ve papyon takmıştı. Rahat hareketlerinden, daha önce sahneye çıktığı belliydi.
Az sonra orkestra, “damardan tabir edilen” bir türküye giriş yaptı. Bu bir Tatlıses eseriydi. Ozan, ellerini havaya kaldırarak salondan tempo istedi. Salon orkestraya eşlik ederek, elleriyle tempo tuttu. Salon bir anda coşmuştu. Ardından, Ozan “sessizlik” işareti yaptıktan sonra türküye giriş yaptı.
Sesi yumuşak, etkileyici ve yanıktı. İniş çıkışları hiç zorlanmadan icra ediyordu. Gerçekten de tüm salonu etkilemişti. Herkes duygusallaşmış, dikkat kesilmişti. Sanki hiç kimse bu anın bitmesini istemiyordu.
Türkünün sonuna doğru Ozan, bir sürpriz yaparak yere oturdu. Hüzünlü, duygulu ve içten bir uzun hava çekerek, yürekleri hoplattı. Sonra da sesini alçaltarak eserini sonlandırdı. Salon o anda uykudan uyanır gibi oldu. Bir anda ıslık ve alkış tufanı koptu.
Bir süre ayakta Ozan’ı alkışladılar. Herkesin beğenisini toplayan bu türkü, gerçekten de övgüye layık bir kalitede icra edilmişti. Hem de bir öğrenci tarafından, büyük sanatçılara taş çıkartırcasına.
Ozan, tekrar salona selam vererek sahneden inerken, sunucu başka bir yarışmacıyı sahneye davet etti. Konuklar tekrar yerlerine oturdular. Salon yeniden sessizliğe büründü.
Yarışmanın en can alıcı kısmı geçmişti. Diğer yarışmacılardan çok fazla öne çıkan olmadı. Bu duyguda belki de Ozan’ın bıraktığı kalitenin de etkisi olmuştu. Çünkü kendisinden sonra çıkanlar hep sönük kalmıştı.
Neticede yarışmanın sonu geldi. Zaman hayli ilerlemişti, fakat Cumartesi akşamı olduğu için veliler ve öğrenciler rahattı. En azından yarın dinlenebilecektiler.
Yarışma bittikten sonra on dakikalık bir ara verildi. Jüri sonuçları toparlayarak sunucuya verdi. Az sonra anonsla tekrar sunucu sahneye çıktı. Sonucun açıklanması için okul müdürünü sahneye davet etti.
Salon, Ozan’ın mutlaka birinci olacağı kanaatine varmıştı zaten. Okul müdürü yarışmanın maksadını açıkladıktan sonra; “şimdi üçüncüden başlayarak ilk üçe girenlerin isimlerini açıklayacağım” dedi.
Salon daha bir sessizleşti, nefesler tutuldu. Kulaklar ve gözler sahnedeydi. Okul Müdürü, üzerine basa basa, birazda ağırdan alarak; önce üçüncüyü, sonra da ikinciyi açıkladı. İsmi açıklananlar bolca alkış aldılar. Okul müdürü birinciyi açıklamak için ağırdan almaya başladı. Salona, “sizce birinci kim olabilir” diye gülümseyerek sordu.
“O-zan!... O-zan!... sesleri yankılandı salonda…
Okul müdürü; “evet jüri de aynı kanaatte. Birinci Ozan Çakmak diye yüksek perdeden anons etti. Bir anda salonda alkış tufanı koptu. Yeniden herkes ayağa kalktı;
“O-zan!…O-zan!…”sesleri tempo ile söylenmeye başlandı.
Ozan bu anonstan sonra sahneye çıktı, gözleri yaşlıydı. Kendisine çok güvenmesine rağmen, adı söylenene kadar “acaba” diye terlemiş durmuştu. Hayatında hep horlanan, azarlanan acımasız, duygusuz gaddar Ozan, çoktandır ilk defa ağlıyordu. Hem de mutluluktan, gururla… Çünkü şimdiye kadar hiç böyle takdir edilmemiş, bileğinin hakkıyla bir başarı elde edememişti.
Okul müdürü, ödülleri takdim etmeleri için Kaymakam ve Belediye Başkanını sahneye davet etti. Duyurulan ve vaat edilen altınlar ve belgeler sahiplerine takdim edildi.
Sonra ilgili öğrencilerin anne ve babaları sahneye çağrıldı. Birlikte fotoğraf çekildi. Ozan’ın anne babası ilk kez evlatlarının bir başarısı için davet edilmişlerdi. Şimdiye kadar hep Ozan’ın işlediği suçlardan dolayı aranmış ve çağrılmışlardı.
Çocuklarına sevgiyle sarılarak öptüler… öptüler... Ozan’da gözyaşını kesmiş, tebessümle gururlanıyor, etrafa gülücükler dağıtıyordu. Bir süre, herkes bu mutlu sonun tadını çıkardı, birbirlerini tebrik ettiler, duygulandılar ve güldüler. Nihayetinde program bitmişti.
Nitekim sunucu; “değerli konuklar, sevgili öğrenciler yarışma bitmiştir, hepinize teşekkür ediyor iyi geceler diliyoruz” anonsunu yaptı. Davetliler salonu yavaş yavaş boşaltmaya başladı.
Bu arada Ozan’ın anne ve babası, okul müdürüne binlerce kez teşekkür ettiler. Ozan’da minnet ve saygıyla okul müdürü Fazlı Beyin elini öptü.
Fazlı Bey; “Ozan durumdan memnun musun, beklediğin gibi oldu mu?” Diye sordu gülerek.
“Olmaz mı öğretmenim, çok mutluyum. Beni gururlandırdığınız için size çok teşekkür ediyorum” dedi.
Daha sonra okul müdürü, Kaymakam Beyle Belediye Başkanına çok teşekkür ederek arabalarına kadar uğurladı. Döndüğünde, salonda fazla kimse kalmamıştı. Öğretmenler de okul müdürü ve birbirleriyle vedalaşarak ayrıldılar. Okul müdürü kapıyı kilitledikten sonra evine doğru yola çıktı.
Ertesi gün pazardı, okulun temizlenmesi için de güzel bir fırsat oldu. Okul müdürü Fazlı Bey öğleden sonra okula geldi. Temizlikçilere artı talimatlar vererek okulu pazartesi gününe tertemiz ve tertipli hale getirmelerini söyledi. Tekrar okuldan ayrıldı.
Gazeteciye uğrayarak yerel gazetelerin hepsinden birer tane aldı. Birçoğu yarışmayı birinci sayfaya taşımışlardı. Mutlulukla okudu. Okulun medyada ses getirmesi fevkalade bir şeydi.
Fakat Fazlı Beyi ilgilendiren Ozan’dı. O’nun nasıl bir davranış sürecine gireceğini merak etmekteydi. Bu proje Ozan’ı kazanmak için düzenlenmişti gerçekte. Neticede okul, öğrenci ve veliler açısından her kesime hitap eden çok yararlı bu etkinlik, Ozan’a ne gibi yarar sağlayacaktı?
Pazartesi İstiklal Marşı töreninden sonra Fazlı Bey odasına girerken ardından birisi seslendi:
“Öğretmenim sizinle görüşebilir miyim? Diye.
Bu Ozan’dan başkası değildi. Çantası sırtındaydı, daha dersliğine bile uğramadığı belliydi. Gel bakalım Ozan, elbette” diye cevap verdi Fazlı Bey.
Yerine geçerken, Ozan’a da oturmasını söyledi. Kısa bir süre bakıştılar. İkisi de memnundu sonuçtan. Fazlı Bey; “evet Ozan, seni dinliyorum, bana ne söyleyecektin” diye sordu.
Sormasa da, zaten Ozan başlayacaktı anlatmaya. Hafta sonunu zor geçirmişti. Neredeyse Fazlı Beyni evine gidecekti, fakat bu kadarına cesaret edememişti.
“Öğretmenim size teşekkür etmeye geldim, beni çok mutlu ettiniz” diye söze başladı.
Okul müdürü, “ben bir şey yapmadım Ozanım, biz yarışma düzenledik, sen de hak ederek bu yarışmada birinci oldun. Bu yüzden seni çok tebrik ediyorum. Ödülün de hayırlı olsun” dedi.
Ozan sözlerine devamla, “öğretmenim biliyor musunuz, ben sizi çok yanlış tanımışım. Bu yüzden yaptığım bunca hatamdan dolayı çok utanıyorum. Hepsi için sizden özür diliyorum.
Şimdiye dek beni kimse anlamadı, anlamak istemedi. En küçük bir hatam büyütülerek yüzüme vuruldu. Adım kötüye çıktığı için ben de bazı yanlışları abartarak devam ettirdim.
Çok pişmanım, beni affedin, bundan sonra benden kötü ve yanlış bir davranış görmeyeceksiniz. Okulun en uyumlu öğrencisi olacağım, söz veriyorum” diye içini döktü. Son sözlerini söylerken duygulanmıştı, belli ki içten ve samimiydi.
Fazlı Bey de duygulandı, kalkarak Ozan’a sarılıp alnından öptü. O anda Ozan kendisini bırakıverdi. Hıçkırıklarla ağladı…ağladı…
Fazlı Beyin göstermekten kaçındığı gözyaşlarına Ozanın masum damlacıkları karışıvermişti. Ne güzel, ne samimi bir teslimiyetti bu tablo. Sertliğin, öfkenin, cezanın yapamadığını, empati, değer verme, ötelememe ve yüreklere dokunan sevgi çözmüştü.
Eğitim de bu demek değil miydi? Her bireye, “değerli” gözüyle bakmak, öğrenciyi sadece birkaç davranışıyla değil, bir bütün olarak değerlendirmek, gizil güçlerini bulup ortaya çıkarabilmek, başarılı olabileceği alanlarda rehberlik yapmak, yardımcı olmak. Başarısını sağladıktan sonra takdir etmek, yüreklendirmek.
Gerçek eğitim öğretim buydu elbette ki. Fazlı Bey de Ozan’ın bilinmeyen, ya da bilinmezden gelinen gizemli dünyasına sadece bir pencere açmıştı. Yeteneğini ve gizil güçlerini ortaya çıkarmasına yardımcı olmuştu.
Zaten Howard Gardner’ın “Çoklu Zekâ Kuramı” na göre, tembel, yeteneksiz çocuk yoktu. Önemli olan çocuğun gerçek yeteneğini bulabilmekti. Aslında, Ozan’da Müziksel Zekâ vardı. Kimse bu zekâsını kullanmasına fırsat vermemişti.
Sistem de, başarısız olduğu alanlarda başarılı olmaya zorlanmıştı kendisini. Başaramadığı için eleştirildiğinden, agresifleşmiş ve kötü öğrenci olmuştu.
Fazlı Bey, bunları düşündüğünde, başlangıçta hatanın Ozan’da değil, kendilerinde olduğunu anlamıştı. Çünkü Ozan’a bilimsel yaklaştıklarında sorununu çözmüşlerdi.
Fazlı Bey, “nice çocuklarımızı anlayamadığımız için kaybetmekteyiz meğer” diye acı acı başını salladı. Eğitim hata kabul etmiyordu, daha dikkatli ve donanımlı olmak gerekiyordu. Bu konuda alacağı dersi almıştı.
Fazlı bey, derinden bir oh! çekti. Sonra da Ozan’ın sırtını sıvazlayarak peçete uzattı. Ozan “teşekkür ederim öğretmenim” diye titreyen bir sesle gözlerini kurularken, Fazlı Bey de göstermeden gözlerindeki nemi sildi.
Sonra da Ozan’a dönerek, “seni okul başkanı olarak atayacağım, artık bize yardımcı olman gerekiyor” diyerek gülümsedi.
Ozan hemen atıldı, “öğretmenim erkek sözü veriyorum, bundan sonra okulda hiçbir kötü olay yaşanmayacak. Hepsinden ben sorumlu olacağım” dedi.
Karşılıklı anlaşmışlardı, artık Fazlı Bey bundan fazlasıyla emindi. Bu yüzden, gözlerinin içi gülüyordu. Ozan’ı uğurlarken, “yarın gel başkanlık rozetini al, arkadaşlarına da başkan olduğunu müjdele” diye tembihledi.
Birbirlerinden ayrılırken, iki hasret yüreğin kavuşmasının hazzını ve mutluluğunu yaşamaktaydı her ikisi de. Ozan arkadaşlarına başkanlığının müjdesini vermeye giderken, Fazlı Bey de, “bir denizyıldızını ölmekten son anda kurtardık” diye düşünerek, sevinçle gülümsedi.
Sonra da kapıya yöneldi, duyduklarının müjdesini vermek için öğretmenler odasına gidiyordu.
YORUMLAR
Eğitim ve öğretim çok zor bir konudur. Uyumsuz ve sorunlu bir öğrencinin tekrar nasıl kazanılacağının öyküleştirilmiş güzel bir örneği olmuş öykünüz. Öğretmenler eğer ki çözüm bulabiliyorlarsa mesleklerinin ve aldıkları ücretlerinde hakkını tam manasıyla veriyorlar demektir. Kutlarım yürekten Seyfettin Bey...
Değerli Hocam.
Ben de yazınızı büyük bir merakla okudum.
Biliyor musunuz ben 28 sene devlet, 5 sene de özel okul olmak üzere toplam 33 sene öğretmenlik yaptım ama bu 33 sene zarfında asansörü olan herhangi bir okula rastlamadım. Hatta siz bilirsiniz Kocaeli Anadolu Lisesinin de bir sene kadrolu öğretmeniydim ama o zamanlar Derince ilçesinde olan okulun asansörü filan yoktu. Yani hep merdiven idim çıktım bu ayakla. Sade ben değil, ayağı sakat bazı öğrencilerim de öyle.
Yıllar sonra Ümraniye Anadolu Lisesinde ( Artık tüm liseler malum Anadolu Lisesi ) Yani bir devlet lisesinde asansör görünce gözlerime inanamadım önce. Bana hayal gibi gelirdi bir devlet okulunda asansörün olması.
Gördüğünüz gibi değerli hocam. Biz okullarda bir asansörün varlığını bile mucize olarak gören bir kuşağız. Ama yine de o yokluk içinde Ozanlar için bir şeyler yapmaya çalıştık yine de. Bir şeyler yapabildiysek ( ki yaptığımıza inanıyorum ) Ne mutlu bizlere.
Selam ve sevgilerimle.
Entellektüel-41
Gerçek öğretmenlikler ve hakiki fedakarlıklar unutulduğu için, eğitim dünyası kırıntılarla teselli bulmaya çalışmakta artık...
Gaz lambasında, sobalı okullarda, yazı tahtası boyayarak, badana yaparak mesleğimizi icra ettik yıllarca...Okulun hademesi de memuru da öğretmendi... Şimdilerde her şey gibi, öğretmenlik de çakma...
Paylaşımınız için teşekkürler...Sevgiyle kalın...
Hocam artık özürlü demiyoruz gözünüzden kaçtı sanırım.
Yazıya gelecek olursak...Hep söylerim, sizin anı-öyküleriniz okul kitaplarına girecek titizlikte. Tabi daha sade olmaları kaydıyla. Sadelikten kastım öykü içindeki sıradan bir eylemi ya da durumu gereksiz uzatmak. Mesela yarışma sonrası okulun boşaltılması kısmı. O kısım uzadıkça Ozan ya da ailesine bir şey olacak ya da başka herhangi bir sürpriz gelişme olacak diye beklenti içine girdim. Okulun hafta sonu temizlenmesi kısmı falan çok gerekli değildi. Bütün yazılarınızda aşırı titiz bir dil var. Yani mesleğinizi bilmeyenler yazdıklarınızdan sizin öğretmen hatta idealist bir öğretmen olduğunuzu anlarlar.
Fırsat buldukça yazdıklarınızı kaçırmamaya gayret ediyorum. Görmekten mutlu olduğum bir kaç sayfadan biri sizin sayfanız.
Çok saygılarımla hocam.
Entellektüel-41
Tabi kalite kontrolünün ilkeleri de önemli...Çıtayı alçak tutma yüksek tutma meselesi...
Bir de eleştirilerle, mevcut güzelliklerin bütünü, orantısal dengeli olmalı...
Biz müfettişler 99 puan alan bir öğretmeni teftiş ederken bazen yerden yere vurup, sonra da 99'u veririz...
Eleştirilmediğimiz sürece daha iyisi olamayız...
Ziyaretinizden onur duydum efendim...Saygılarımla...