- 516 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DEVLET BİZİM TELEFONU YAPSIN
Arkasından baktı bir müddet oğlunun. Gideceği yeri hiç görmemiş olsa da, çok uzaklara gittiğinin farkındaydı. Kara ceketinin koluna sildi gözündeki yaşı. Gidişini izledi. Etin tırnaktan ayrılırken verdiği acıyı duydu göğüs kafesinin altında. Tek başına gün batımından sonra komşuya bile göndermediği yüreğinin bir parçası oğlunu, bilmediği bir şehre yolluyordu.
Kaş göz arası içinde hareket etti kırmızı minibüs. İçi tıklım tıklım, gurbete gidenlerle doluydu. Sabahı böyle dolu olan minibüs akşama yarı boş dönecekti muhakkak. Çok emeği vardı üstünde. Bu yaşa kolay gelmemişti. Daha her şey dün olmuş gibi aklındaydı. Çıra ışığında açtı kundaktaki örtüyü gece yarısı, canın bir parçası olan oğlunun, uykusunu seyretmek için. Ne kadar masum ve korunaksızdı. Ama ona bir şey olmazdı açardı göğsünü gelen her kadasına, belasına karşı dururdu. Ne O, kundaktaki çocuğu bak, bugün sabahın erken saatinde, kapılarının önündeki ağaca bir konup bir kaybolan kuşlar misali, kaybolmuştu. Göz açıp kapayınca kadar dediklerinden daha hızlı. Okula başladığı yıl. Daha dün gibi capcanlı oracıkta duruyordu. Annesin en çok ağlaması askere giderken olmuştu. Günlerce ağladı. Evin küçüğünü sokağa atmışlar gibi geliyordu. Vatanı görevi yaptığından duyduğu gurur, gözyaşı ile karışıp bir kenarda duruyordu.
Elini uzattı, yoktu.Eğer olsaydı.Ceketinden tutup, gitme, Selim’im diyecekti. “Gitme. Eksiğimiz mi var? Gurbet elin ekmeği büyük olur. İçi oyuk olur. Gitme. Davulun sesi uzaktan hoş gelir. Kulağın dibinde çalınca, kulağın zarını patlatır. Gitme. Sen O’nlara ne bakıyorsun. Giden gitsin.” Ama diyemedi. Çünkü çoktan minibüsün giderken toprak yollarda çıkardığı toz bulutu bile tekrar toprağa karışarak ortadan kaybolmuştu. Dizlerinin üstüne çöktü. Çocuklarının hiç birini diğerinden ayırmadığı halde bunun gidişi, çok koydu yüreğine. Aslında giden oğlu değil, yarına dair beklentileriydi. Umutlarıydı. Hayalleriydi. İşte şimdi onlar bu diz çökmüş adamın önünden su gibi akıp gidiyordu.
Baba ile oğlun arasına giren gurbetin, bir daha aralarından hiç çıkmayacağını aklına getirmek istemedi. Akşam dönüp gelecekmiş gibi, yavaşça doğruldu gözlerini sildi,içindeki umuda su verdi. Umudunun kökleri iyice su alsın diye, ettiklerini andı bir an için. Saçlarını okşadığını, soğuk havalarda üşümesin diye yatağına alıp kollarıyla sardığını düşündü. Bu yapılanları unutması mümkün değildi.
Ayağındaki kara lastik yan tarafından yırtık olduğundan, çoraplarını giymediğini, yırtık yerden ayağına değen soğuk havayı hissedince anladı. Aceleyle fırsatı olmamıştı çorap giymeye. Aslında ekonomisi çok kötü değildi. Yaz kış giydiği ceketinin sağ iç cebinde naylon poşete sarılı cüzdanın da her zaman parası vardı. Öyle saklardı. “Kötü günde lazım olur” derdi.
Bacasından çıkan dumanı göğe direk olan tahta evine dönerken kulağında sesler duyuyordu.“Geç kalacağım baba, sen gelme, ben nasıl olsa biraz sonra arabaya binip gideceğim.”bir an gerimi döndü diye düşündü. Geri döndü. Kimseciler yoktu. Olduğu yere tükürdü. Aslında tükürdüğü yol değil, çocuklarını birer birer alıp, bağrına basan, geri göndermeyen gurbetin yüzüydü. Öfkesi geçmedi bu tükürmeyle. Bir daha tükürdü.
Koca evde yalnızdı kaç gündür. Kim varsa yüreğini açtığı O’nu terk ediyordu. Karısı da terk etmişti. İki yıl oluyordu. Selim’i gönderdikten sonra mezarın başına gidip olanları anlatmayı düşündü. Vaz geçti. Ben üzülüyorum bari O, üzülmesin dedi.
Mektup devri çoktan kapanmıştı son yıllarda. Artık telefon vardı. İlk yıllarda uzun aralıklarla da olsa çalıyordu. Sobanın başına oturdu. Karşı dağlara baktı. Dağların doruklarında kar vardı. Kış yakındı. Kar yağınca yollar kapanıyordu. Oturduğu yerden, rafa koyduğu üstüne beyaz dantelli örtü örtü telefon baktı. Kaç aydır hiç çalmamıştı. Yerinden kalktı. Telefona doğru yürüdü. Eğer çalarsa ahizeyi kaldırmak için geç kalsın istemiyordu. Çalmadı. Kontrol etti. Kabloları yerli yerindeydi ama çalmıyordu.
Gece uyku tutmadı. Yalnızlık zordu. Uyku tutmadı. Aklından kötü şeyler geçirdi. Bir ara uykuya dalar gibi oldu. Bu sefer kötü rüyalar gördü. Uyandı. Rüya olduğuna sevindi.
Erken kalktı. Yan komşusuna gitti. Karı koca karşılıklı oturmuş sabah çaylarını içiyorlardı. Teklifsiz oturdu sofraya. Zamanında bu komşularıyla da, diğerleriyle de kardeşten öteydiler.
“Makbule bacı,çayını doldurdu.Bardağı önüne koydu.şekerliği uzattı.. Çocukluk arkadaşı Hüseyin,”iç,”dedi. Bir yudum çekti. Sofranın üstündeki çinko siniye bıraktı bardağını.”Yanıyordum,”dedi. “Sanırsın ateşte kaynamış.”Bu son cümle bu köyde genellikle bir içeceğin, bir yiyeceğin çok sıcak olduğunu anlatmak için kullanılan bir espriydi. Ahmet’te onu yaptı aklınca. Komşusu, Osman, bunu bekliyormuş gibi cevabı yapıştırdı.
“Ayıpsın Ahmet. Ateşte pişer mi? Tüpte pişti. Bursa da ki oğlan yollamış. Çayını içtikten sonra bak. Yapmış gâvur. Beş dakikada çayını da kaynat. Çorbanı da pişir. Başını önüne eğdi. “Selim de bana, “baba, sana bir televizyonla bir tüp göndereyim,”dedi. Kabul etmedim. Nasıl olsa, gelip götürecekler. Neylerim burada tek başıma, ya tüpü ya televizyonu. Karı koca bir birlerinin yüzüne baktılar.
Bardağın dibinde kalan son yudumu da yudumladıktan sonra;“Seninkiler, dedi komşusuna, “arar sorar mı?”
Komşusu birkaç dakika ne söyleyeceğini düşündükten sonra; “Aralar,”dedi. Bu cevabı küçük ama zararsız yalandı. Başını salladı birkaç kere.”Hım.”Dedi. Aramazlar deseydi. Biliyordu neler söyleyeceğini. İçini dökecekti. Rahatlayacaktı. Ararlar dediği için bütün söylemek istediklerini yuttu; Sonra;“Benimkiler de arar. Hele küçüğü. Hep arar. Ama benim telefonum bozuk. Onun için çoktandır aramıyorlar.”
Komşusu;”Bizim telefon hiç bozulmaz. Sen çayını iç. Devlet gelir yapar.”İştahı iyice kaçtı. Ayağından çıkardığı yırtık lastikleri yeniden ayağına giydi. Komşusunun evinden ayrıldı. Kendi kendine söylendi. “Demek arıyorlarmış.”Gözden kaybolunca, komşusunun karısı Makbule, kocasına dönerek.”Bizimkilerde aramıyor. Niye adama yalan söyledin.”Dedi.
“Devlet bizim telefonu da yapsın, O’nlar da arar, Makbule,” dedi kocası.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.