- 712 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Ilık Boşluk
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kımıldanıyor yine o gölge. Oysa az önce yoktu. Tastamam görebiliyordum karşımda tebessüm eden yüzü. Mutlu muydu? Ya da öylesine iliştirdiği bir süs müydü o tebessüm, karar verememişken daha o gölge çıktı geldi apansız, kara bir bulut misali kapayarak güneşi.
“Ne oldu?” dedi, yüzümdeki bu âni dönüşüm karşısında. “Yanlış bir şey mi söyledim?”
Niye yanlış bir şey olsundu ki sözlerinde? Sözcükler böylesi bir dönüşüme yol açacak kadar güçlü rüzgârlar estirebilirler miydi? Bulutların yerini değiştirebilir, günlük güneşlik bir gökyüzünü yağmur öncesinin griliğine mahkum edebilir miydi herhangi bir sözcük?
Hayır, daha derinden gelen fısıltılara ihtiyaç vardı böylesi bir değişim için. Sese dönüşemeyecek kadar içte bir yerde, dışarı çıkıp havayla temas edemeyecek kadar naif bir mahremiyeti içine hapseden...
Bana ne fısıldamıştı içim? O gölgeyi karşımdaki yüzle arama sokup neyi ikaz etmişti? “Bu gülüşe kanma, yoksa üşürsün” gibi bir şey mi?
Havanın güzelliği bile bir maskeye dönüşebiliyordu bazı durumlarda. Yakınlarda bir yerden gelen bir melodi, iğde kokusunu masaya taşıyan o esinti, bacaklarıma sürtünen kedi... Hepsi de aynı resmi gerçek kılmak için bir araya gelen parçalarıydı o maskenin.
Çok ötelere mi bakıyordum yoksa? Bu an’ı kaybedecek kadar çok mu kafa yoruyordum gelecekte olması muhtemel kalp yangınlarına? Şu az ötede oynayan küçük kız geleceğe dair en küçük bir şey barındırmayan bir şimdi’de dans edip duran ruhuyla ne çok şey söylüyordu bana! Ayağı her an bir taşa takılıp düşebilirdi oysa. Ya da düşmez, varlığını bir şarkıya dönüştüren bu sürekli devinime devam ederdi.
Bense hep o düşmeme neden olabilecek taşı düşünüyordum. Oysa düşmeyebilirdim de... Bu da vardı seçenekler içinde. Neden ona da diğeri kadar şans tanımıyordum? Üstelik diğer seçenekten farklı olarak o ilerlememi engellemiyordu. Geçtiğim yolda karşıma çıkan şekilleri sise boğmuyordu diğeri gibi. İğde kokusunu duyabiliyor, aşk olması muhtemel bir duygunun bir erkeğin yüzündeki dokunuşlarını görebiliyordum. Tıpkı bir kadının elleri gibiydi o duygu... Usul usul çözüyordu tüm buzulları yumuşacık temâsıyla. Ilık bir güneş oluyordu vurduğu yüze getirdiği baharla. O dönüştürücü gücünün büyüklüğü karşısında geleceğe dair tüm hesapları alt üst ederek...
Neden o küçük kız kadar yürekli olamıyor, düşmekten korkmayacak kadar içinde var olacağım bir boşluk açamıyordum kendime? İlle birilerine çarpacaktım. İsterse metrelerce uzakta olsunlar ensemde hissedecektim yine de nefeslerini. Oysa küçük de olsa bir boşluk açabilseydim kendime, sadece bana ait küçücük bir yer... o zaman o küçük kız gibi ben de gönlümce hareket edebilirdim. Bulunduğum noktayı merkez alarak hayali bir daire çizer ve onun içinde kendi evimin bahçesindeymiş gibi koşturur dururdum gönlümce. Kimi zaman içeri girenler olsa da bu onların sorunuydu. Madem benim dairemdi o, benim boşluğum; istediğimi yapabilirdim. Hatta düşebilirdim de... Ne yani; bu ihtimal var diye oynamaktan vaz mı geçecektim? Her düşüşün bir kalkışı da vardı sonuçta. Düştüm diye nefes almaktan vaz mı geçiyordum mesela, ya da yemek yemekten, yürümekten? Oynamaktan neden vazgeçecektim ki?! Ya da hayatı bir oyuna çeviren, yaşanası kılan herhangi bir şeyden..? Aşktan mesela... Nefes almanın, yürümenin, yemek yemenin ve gündelik hayatın onlarca ayrıntısının içini kendiyle doldurup onları varlığının bir parçası hâline getiren, anlamsızlıktan kurtaran bir şeyden yani...
Böyle güçlü bir şey için düşmeye değmez miydi? İster ayağa takılan taş olsun düşmeye neden olan şey, ister insan... sonuçta aslolan az önceye kadar hissettiğim o duygu değil miydi? Koca bir dünyanın ortasında kendime açtığım o ılık boşluk... Ve onun içinde gönlünce dans edip duran ruhum...
Küçük kız yoruldu nihayet. Annesinin yanına koştu. Genç kadın hemen yanındaki poşete uzandı, su şişesini çıkarıp uzattı afacan kızına. Bu mola çok kısa olacaktı, önceki tecrübelerinden biliyordu anne. Küçük kızı birkaç dakika sonra yerinden fırlayıp oyununa geri dönecekti.
“Daldın.” dedi. “Sıkıldın mı yoksa? İstersen başka bir yere gidelim. Burası pek sarmadı seni galiba.”
“Şu küçük kıza bakıyordum.” dedim. “Bir ara öyle hızla döndü ki çevresinde; yerdeki taşlara takılıp düşecek, bir yerini yaralayacak diye korktum. Canı çok yanıp da oynamaktan vazgeçmesinden...”
Sevgilim şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu. Bu hâliyle öyle sevimliydi ki! Kendi sözlerine bir karşılık beklerken, bambaşka bir sorunun cevabına muhatap olmanın haklı şaşkınlığıydı bu. Nerden bilsindi ki içimde dakikalardır devam eden hummalı sohbeti?
“Ama boşuna korktuğumu hemen anladım.” diye devam ettim sevgilimin yüzündeki şaşkınlığa bir parça da endişe ekleyerek. Aklımı yitirmişim gibi bakıyordu çünkü. “Hiçbir çocuk düşüp canını yaktı diye oynamaktan vazgeçmez. Çünkü o sızının er geç dineceğini bilir. Geçici bir acı için hayatını o kadar güzelleştiren bir şeyi dünyasından çıkarmak istemez.”
“Tam olarak neden söz ediyorsun sen?” dedi sevgilim. Artık öfkelenmeye başlamıştı. Son beş dakikadır bir duvar gibi hissediyordu kendini. “Hey, baksana... Ben hâlâ burdayım!” deme ihtiyacı duymuştu.
“Aşktan söz ediyorum tabii. Sen yanımdayken başka neden söz edebilirim ki? Bir gün canımı yakarsan ne yapacağımı söylüyorum. “
“Taşa takılıp da düşersen mi yani?” dedi, tüm öfkesini bir anda silen kocaman bir tebessümle. “Taş da ben oluyorum bu arada, değil mi?”
“Potansiyel taş...” dedim. “Taş olup olmaman sana bağlı... Düşmeme neden olmazsan sevgilim olarak kalacaksın demektir. Tercih senin...”
YORUMLAR
Ben çok beğendim, anlatım da,
kullanılan dil de keyifliydi...
An'lara dair güzel dokunuşlar ve tespitler var...
Dağılma göremedim ama herkesin düşün dünyası ve beyni farklı işler,
e bu da doğal olarak anlatıma yansıyor...
Ben yansımanızı sevdim...
Kutlarım...
Dostça...
Mavilikler
Yazım hakkındaki güzel görüşlerini için teşekkürler )
Özgün, özel ve öznel bir kalem yine okumaktan keyif aldığım.
Edebiyatın güncesini tutan ve edebiyata gönül veren değerli şahsınızı kutluyorum sevgili yazarım.
Sessiz ve derinden ama görünen o ki; bizlerin asla göz ardı demeyeceği bir mecra edebiyatın serin suları.
Sevgilerimle tüm içtenliğimle değerli yazarım.
Mavilikler
Öncelikle emek verip yazmışsınız ne güzelde etmişsiniz diyeyim. Güne de gelmiş tebrik ederim. Ancak lütfen alınmayın ama ben okurken sonunu zor getirdim. Dilinizi dağınık buldum. İmgelerin yerli yerince kullanılmadığını düşünüyorum. Bir arkadaşım bana yazdığım bir şeyi bir kaç kez daha yazmamı salık vermişti. O günden beri eskisine oranla daha iyi yazmaya başladığımı düşünüyorum. İsterseniz sizde bir deneyin. Umarım kırıcı olmamışımdır.
Sevgilerimle...