- 647 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kara Kaplı Defterimden Notlar (3)
Pencereleri demir parmaklıklarla kuşatılmış, misafirlerinden kimisi kendi kendine konuşan, kimisi oturmuş bir köşede sessizce ağlayan, sonra da hiç bir şey olmamış gibi gülen, kalkıp ayağa oynayan, sonra tekrar oturup saçlarını tarayan, parmaklarına oje sürüp kurumasını bekleyen, sabaha kadar uyumayıp sigara üstüne sigara içen, doğum gününü orada kutlayıp, yaş pasta kesenlerden müteşekkil bir oda içine hapsolmuş insanlarla bir arada bulundunuz mu? Ben bulundum. Şu kadarını söyleyeyim, o insanların çoğu cin fikirli, akıllı, insancıl, kibar ve naziklerdi. Hiç birisinden de bir kötülük görmedim.
Bana şu soruyu soracağınıza adım gibi eminim : ’ Peki, sen bu anlattığın yüzlerden hangisi oldun? ’ Cevaplayayım : ’ Ben aynaya dahi bakmadım, bakmak istemedim. Bu sayılanların pek çoğundan olmak istedim. Kafamı dağıtmak, her türlü düşünceden uzaklaşmak için istedim bunu. En çok da, ağlamak için bir köşeye çekilip, sessizce ağlayanlardandım. Gülmeye de çalıştım ama dudaklarım izin vermiyordu, beynimden aldığım gülme sinyallerinden bir iz bile yoktu. En çok da sessiz kalmayı ve düşünceler içinde kendimi sorgulamayı denedim. Düşünmekten yorulduğumu hissettiğimde, çokça da uyumak istiyordum. Her türlü düşünceden kurtulmak için uyumak...Bir, iki saat uyuyabiliyordum, sonrasında hep ayaktaydım.
Öğle vakti geldiğinde bir saatliğine hava almamız için bahçe içinde gezmemize izin verirlerdi. Diğerlerini bilmem ama ben kendimi dışarıdan soyutlamıştım. Tehlike içeride değil, dışarıdaydı. Acıyan gözlerle dışarıdan bizlere bakanların düşüncelerini dahi okuyabiliyordum.Kendilerini şehrin gürültüsüne ve her türlü tehlikesine karşı koymaya çalışan bu cesaretli (!) ve medeni insanlara asıl acıyan bendim. Maskeli yüzlerle, kibirli kibirli gezmeleri yok muydu? Ben çoğunun maskesini daha görür görmez indirmiştim. Güzel, aydınlık yüzlü, kalplerinin güzellikleri yüzlerine yansımış insanları da kolayca seçebiliyordum. Ama en çok da şu maskeli yüzlerden kurtulmak için, onların bana bakmalarına dahi fırsat vermeden içeriye kaçardım. Böylece her türlü tehlikeden kendimi korumuş oluyordum.Huzur, bu demir parmaklıklarla örülü odanın içindeydi.
Dışarıdaki sessiz bir bakış dahi insanı rahatsız edebilir, ben o sessiz bakışlardaki iki yüzlülükleri de görebiliyordum. Ama içerideki sessiz bakışların, gülüşlerin bana bir zararı yoktu. Bizleri kontrole gelen doktorların ve hemşirelerin bakışları bile ne kadar ciddi ve yapmacıktı. Onların gözünde bizler birer hastaydık, ama hiç kimseye zararımız dokunmuyordu. Bunu onlar da biliyorlardı, sanıyorlardı ki, yemeklerden sonra verdikleri ilaçlar sakinleştiriyordu bizleri. Hayır ! Bizler zaten sakin, kendi hallerinde insanlardık, kimseye de zararımız dokunmamıştı.
Sabah, öğle ve akşam verdikleri ilaçlar çokça da uyutuyor, kafamı sersem edip, bedenimi uyuşturuyordu. Ben her şeye rağmen ayakta durmaya, vücut direncimi yüksek tutmaya çalışıyordum. Biliyordum ki en sadık dost insanın kendisidir. Böyle bir atmosferde kendime kuvvet, cesaret ve öz güven vermek için sağ elimle sol elimi tutuyor, ’ Murat’cığım, sen bir tanesin, seni çok seviyorum, üzülme lütfen, aşacaksın tüm bu zorlukları, biraz daha sabır göster. ’ diyordum.
İlaç saati geldiğinde, yattığım hastane odasına elinde bir bardak su ve ilaç olan görevli hemşire girer, önce ilacı sonra suyu uzatarak içmemi söylerdi. İlacı içtikten sonra da, ağzımı açmamı ister, dilimin altına ve ağzımın içine bakar, ilacı içtiğimden emin olduktan sonra, geçmiş olsun der, oda kapısından çıkardı. Bu ilaç kontrolü, ilacı içip içmediğimizden emin olmak içindi. Demek ki ilacı yutmayıp, ağzında saklayanlar ve sonra da hemşire gittikten sonra ağızlarından çıkarıp çöpe veya lavaboya atan hastalar vardı. Bu mantığı önce kuramamıştım, düşününce anladım ki, bu ağız içi kontrolü bu nedenleydi.
Kaldığım bu hastane odasının kapısının kilidi yerinden çıkarılmış, camları ise demir parmaklıklarla kuşatılmıştı. Demek ki bu da hastaların kendilerine olası bir zarar vermelerini önleyen bir tedbirdi.
Dışarıya, sahte dünyaya ne vakit çıktım, yine delirtmeye çalıştılar. Her şeye rağmen dimdik ayaktayım ve beni süründürmelerine de acımalarına da asla fırsat vermeyeceğim. İnsan; onuru, şerefi, namusu,haysiyeti için yaşar. Karakterimi her zaman ve her koşulda koruyacağıma, her türlü zorluğu yeneceğime, kinime, öfkeme yenilmeyeceğime, dün olduğu gibi bu gün de, yarın da hiç kimseye en ufak bir zarar vermeyeceğime ant içtim.
Halil CİBRAN’ın kısa hikayelerinden birisinde şu olay geçer :
Bu, tımarhanenin bahçesinde oldu: solgun benizli, harika görünümlü, hayranlık uyandıran bir delikanlıya rastladım, oturduğu sıraya, yanına oturdum ve dedim:
’Niçin buradasın?’
Bana şaşkınlıkla baktı ve dedi ki: ’Bu yakışıksız bir soru, fakat buna rağmen cevap vereceğim.Babam, kendisinin bir kopyası olmamı istedi, amcam da öyle. Annem ise ünlü babasının bir sureti olmamı istedi ve kızkardeşim de denizci kocasından izlemem gereken en mükemmel model çıkarmak istiyordu benim için. Erkek kardeşim de kendisi gibi dikkate değer kahraman bir sporcu olmam gerektiğini düşündü.Hocalarımın durumu da aynı. Felsefe doktorundan, mûsiki üstadına ve mantıkçıya kadar. hepsi kararlıydılar. Her biri kendisinin aynadaki yansıması olmamı istedi ve bu yüzden bu yere geldim ve burayı daha huzurlu ve sıhhatli buluyorum.En azından başkası değil kendim olabiliyorum burada.’
Sonra birden bana döndü ve dedi ki: ’Fakat söyle bana; seni de buraya başkalarının nasihatleri ve seni eğitme istekleri mi sürükledi?’
Ona cevap verdim: ’Hayır ben ziyaretçiyim.’
Dedi ki : ’ Öyleyse sen de duvarın öte tarafında bulunan tımarhanede yaşayanlardan birisin.’
Vecdi Murat SOYDAN
(Kara Kaplı Defterim)
09/06/2017, Isparta