- 604 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR ÇOCUK VARDI
Henüz yedi yaşındaydı. Elinden tutup, köyün Ali öğretmenine, teslim ettiklerinde. Tozlu topraklı ortamda büyüyordu diğer akranları gibi. Okulu, okulun içinde ki sınıfı yadırgadı bir an. Tamamen değişik bir çevreydi. Duvarlarda evde olmayan kâğıtlardan vardı. İçlerinden birini çok iyi tanıyordu. Parmağını uzattı. Görürlerse ayıp olur diye geri çekti. Dayanamadı resme bakıp bu “Atatürk,”dedi.
Çabuk geçti beş yıl. Annesi babası öğretmenin doğru karar vereceğinden emindi. Güvenlerinin içinde nokta kadar tereddüt yoktu. “Bu çocuğu ortaokulu göndereceksin” dedi babasına. Babasının kararı da o yöndeydi ama bir yıl köylerindeki kuran kursuna devam ederek şu Kur’an okumayı öğrenseydi bari diye de düşündü. Bu kararını çocuğunun öğretmenine de söyledi. Şiddetle karşı çıktı öğretmen.“Olmaz,”dedi.”Beklemeye gerek yok. Senin dediğini yaz tatillerinde yapar. Boşuna bir senesini yeme.”Babası işler bitsin gider okula kayıt ettiririm, diye okul işini ağırdan aldığı, öğretmenin gözünden kaçmadı. Haber saldı. Yarın kasabaya gidiyorum. Çocuğu gönder. Ben hallederim kayıt işini” dedi. Emir büyük yerdendi. Köyde öğretmenin söylediğine, hayır, olmaz, yapamam demek olmazdı. Söylediğini yerine getirmekte gönülsüz davrananlara bile akli selimlerce kızılırdı. Ayıca öğretmeni de seviyordu, Turgut’un babası.
Turgut’un öğretmeni bu köyde yalnızca öğretmen değil her şeydi. Geldikten sonra köyde bir düzen disiplin oldu. Ki komşu arasındaki meseleler çözüldü veya çözülme yoluna girdi. Köylünün yaptığı işe bereket geldi. İlaçla gübreyle, Öğretmen sayesinde tanıştı köylü. Eskiden yumurtayı şehirde satmak için üretenler, şimdi satmanın yanında yemeye de önem vermeye başladılar. Kısacası her güzel işte öğretmenin parmağı vardı. Çocuğun kayıt işini ben yatıracağım demesine itirazda olamazdı bu yüzden.
Nasıl olsundu ki. Ne zaman birinin devlet dairesinde işi olsa öğretmen koşardı. Yazılacak dilekçeleri O yazardı. Asker mektuplarını, babasının ağzından yazar, postaya verirdi. Yalnız bunlar mı? Yeri gelir duvar yapar yeri gelir, tahta biçerdi. Boşuna kötülüyorlar diyordu köylü. Bu köy Enstitüsü mezunlarını. Baksa bizden iyi çifti, bizden iyi hayvancı. Her konuda bizden iyi. Eli nereye değse orası değişiyor anında. Hele köy düğünlerine katılıp en başta oturması yok muydu? Gönülleri fetih ediyordu.
Turgut sabah erken geldi köy meydanına. Giyinmiş süslenmişti. Bir büyükle konuşur gibi konuştu, Turgut’la. Sonra da ”Söylediklerimi anladığından eminim. Seni yedi yıl sonra Anadolu’nun bir köyün de öğretmen olarak görmek istiyorum.”dedi. Bu ülkenin senin gibi zeki çocuklara ihtiyacı var. Tamam, mı?”Ortaokula Ali öğretmenin verdiği son ödevle kayıt oldu.
Köyün, yolu çamurdu. Kasabaya uzaktı. Şartlar ağır. Küçük bedenini ezen yükün altında durmak için çabaladı her yıl. Ne zaman karşılaşsa hemen ilk sorusu, “dediğimi unutmadın değil mi?”oluyordu.
“Unutmadım.
Her zorluğa göğüs gerek, yıl ortası değerlendirmelerinde, sene sonu değerlendirmelerinde sürekli iftihara geçerek üçüncü yılın sonuna geldi. Her yıl kafasında iyice yer etti öğretmen olma tutkusu. Tıpkı öğretmeni gibi olacaktı. Şimdi daha çok öğretmeni vardı ama birinci sınıf öğretmenin yeri başkaydı. Resimden tanıdığı Atatürk’ün adını yazmayı o öğretmişti. Adını yazdığı gün eğer kanatları olsa uça bilirdi. İlk harfini kocaman yazdı. Okudu. Mustafa kemal Atatürk. Nasılda çabuk geçmişti sekiz yıl. Her şeyi çocuk hafızasına kayıt etti. Okuldan kaçış hikâyesini yıllar sonra anlatacaktı arkadaşlarına. . Altmış yedi ilin çoğunda bulunan öğretmen okullarının sınavına kalabalık arkadaş grubuyla birlikte girdi. Kendisi ile birlikte, seksen doksan kişi.
Sonuç başarılıydı. Sınıf öğretmenin verdiği son ödevi, başarıyla yapacağını düşünmeye başladı. Önünde ki tek engel sınavdı. Kazanamama diye bir endişesi olmamasına rağmen heyecanlı bekleyişi yaz boyunca sürdü. Yolu kasabaya düşen ortaokulun kapısına kadar gidip bir haberin olup olmadığına bakıyordu.
Bahar suları ile coşup taşan derelerin suyu azaldıkça azaldı. Meyve ağaçlarının yaprakları sararınca, çam köknar, ladin ağaçlarının yeşilliği daha bir ortay çıktı. Toprak yaz sonu sıcakları ile kavruldukça kavruldu. Liseler yeni kayıtları alamaya başladı. İçindeki heyecan her gün daha çok arttı. İçine bir kurt düştü. Kazanamasam.
Hayatı boyunca açarken hep ellerinin titrediği sarı zarfı köyün bekçisi güneş batarken evlerine getirdi. Babasına uzattı.
“Ankara’dan”
Ne zaman gözlerini kapatsa, ön sırada Ali öğretmen, arkasında kendisine emek veren diğer öğretmenler hep gülümsedi yüzüne. Eğitimin uzun soluklu maratonunda koşar adım ilerledi her arkadaşı gibi. Geriye dönüp baktığında el sallayanlar vardı. En çokta O’ndan beklentisi olan anne babası el sallıyordu. Gördü.
Elinde beyaz kâğıt gibi duran diploması, Anadolu’da bir köyün öğretmenliğine açılan kapıydı Turgut için. Tahta valizine ne varsa doldurdu. İlkokuldan sonra yedi yıl boyunca hazırlandığı müsamereye katılmak için hazırdı. Yıllar önce bir meslektaşı demişti. Adımımı dünyanın dışına atsam diye. İşte imdi adımımı dünyanın dışına atıyordu.
Aklı karma karışıktı giderken. Köyündeki Ali öğretmen olabilir miydi? Herkes seve bilir miydi? İnkâra gerek yoktu. Eğer öğretmeni olmasaydı. Şimdi az sonra ben köyünüze yeni atanan Turgut öğretmen diye bilecek miydi?
Okulu öğrencileri O’nu bekliyordu. İlk derse nasıl başlasam diye düşünürken istemeyerek döküldü. Kelimeler sınıfın orta yerine. Bir zamanlar bir çocuk vardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.