Lâ Yemut-2: Diriliş
Hamza karşı tepeden sahile doğru inişe geçerken ben de sahilde büyükçe bir kayanın üstüne oturarak beklemeye koyuldum. Güneş ufuktan ucunu göstermeye başladığında önümde küçük hareketlerle kıyıya vuran dalgalar yeşim rengine büründü. Çevreden gelen kuş cıvıltıları ve nebatattan yayılan tatlı rayiha içimi gıdıklıyor, hafiften başımı döndürüyordu.
Aklıma Karamanoğlu askerlerinin yaptığı gelince bütün keyfim kaçtı. Bir ay önce ne diller ve armağanlar dökerek Karaman beyinden güçlükle topladığım bu erler iki gün evvel tam da en çok ihtiyacım olduğunda beni koyup gitmişlerdi. Onlar olsaydı Hamza’ya karşı bir şansım olabilirdi. Ama şu durumda kaledeki bir avuç insanı tehlikeye atmak ahmaklık olurdu.
Her şey o gün başlamıştı. Beni İpsili’nin dibine attıkları gün. Bu lanet, bu ihtiras, bu güce olan açlık ve bunların sebep olduğu başarısızlıklar... Süleyman peygamberin elinin tersiyle ittiği bu armağan bana teklif edilmeden verilmişti. Neden verildi, nasıl verildi bunca yılın ardından bunlar hala kocaman bir muamma benim için. Ama sorgulamayı uzun zaman önce bıraktım. Danıştığım insanların kimine göre ab-ı hayatı bulmuştum, kimine göre ise dünyanın eski sakinlerine karışmıştım. Yıllar evvel karşılaştığım bir rum doktor ambrosia’yı bulmuş olabileceğimi söyledi. En tuhafı da yolda rastladığım garip kılıklı bir adamın söylediğiydi. "Çarkların oluşturduğu dev bir nizam var, sen bu çarkların arasında ezilmemeyi başaran bir böceksin" demişti. Bu hakaretinden dolayı oracıkta öldürdüm onu. Ama aradan geçen onca yıldan sonra biraz daha dinleyebilirdim diye düşünüyorum.
.............................................
Kılıçla vücudumun deşildiği yeri yokladım. Ne bir yara izi ne de başka bir şey vardı. Yaşadığım şaşkınlık uzunca bir süre üzerimden gitmedi. Kalkıp üryan bir şekilde amaçsızca yürüdüm. Kendime geldiğimde yakınlardaki bir köye vardığımı farkettim. Kuruması için bırakılan birkaç kıyafet ve bir de at çalarak soluğu İzmir’de aldım. Timur’un karşısına çıktığımda şaşkınlığını gizleyemedi:
-Cüneyd Bey!! Öldüğünü sanıyorduk...
-Hayır efendim, mucize eseri yaşıyorum ve Allah’ın bana verdiği ikinci şans gibi sizden de ikinci bir şans istiyorum.
-Sende görünenden fazlası olduğunu biliyordum Cüneyd, ama şu an artık eminim. Oradaki katliamın haberi çoktan bize ulaştı ve oradan kurtulmak tam anlamıyla bence de bir mucize. Nasıl kurtuldun?
-Beni uykumd...
Bir an duraksadım. Yaşadıklarımı anlatsam bırak valiliği bana ufacık bir toprak bile emanet etmezdi Emir. Meczup olduğumu düşünüp bir deliğe tıkardı. Bu yüzden daha az mucizevi daha çok kahramanlık dolu bir hikaye anlattım.
-Pekala Cüneyd, ikinci bir şansı hakettin. Bu sefer muzaffer döneceğine inanıyorum.
İpsili’deki Cenevizliler hayal dahi edemedikleri bir sonla öfkemden nasiplerini aldılar. Bir kısmı kazığa oturtuldu, bir kısmı diri diri yakıldı, bir kısmının ise derisi yüzüldü. Sırasını bekleyenlere de tüm bunlar izlettirildi. O gün orada olanlar uzunca bir süre unutulmadı ve haçlılar benimle her karşılaştıklarında o günü hatırladılar.
Kısa bir süre sonra Emir beklediğim üzere İzmir’i bana bırakıp doğuya geri dönüşe geçti. İzmir başlı başına bir devletti. Ama zaman geçtikçe bana yetmemeye başladı. Ayrıca Timur’un yokluğunda palazlanan herhangi biri ileride İzmir’e göz koyabilirdi. Böylelikle gözünü korkuttuğum haçlıları da arkama alarak Umur Bey’den tüm mücadelesine rağmen Ayaslug’u Birgi’yi ve daha sonra da geri kalan tüm Aydınoğlu toprağını aldım. Artık ben de bir Aydınoğlu idim.
Tabi dışarıdan birinin haneye böyle kolay girebilmesi yenilir yutulur bir şey değildi. Öyle de oldu. Aydın hanesinden biri bir gün Ayaslug’da okla beni sırtımdan vurdu. İki gün kan kaybettikten tüm uğraşlara rağmen kurtaramadılar. Gözlerim kapanırken İpsili’de kuyuda yaşadığım anları tekrar yaşadım. Karanlık ve ardından bir ışık parlaması. Gasilhanede beni yıkarlarken uyandım. Bu dirilme ya da adı her neyse onun bir kereye mahsus olmadığını burada anladım. Yerimden doğrulduğumda adamlardan biri bayıldı, biri de bildiği tüm duaları okumaya başladı. Onu sakinleştirdikten sonra kaleye döndüm ve herkesin şaşkın bakışları arasında yerime kuruldum. Herkes korkuyor, bir açıklama bekliyordu. Okun zehirli olduğunu, geçici felç geçirdiğimi ve herkesin beni öldü sandığını ama vücudum zehiri attığında normale döndüğümü anlattım. O anın heyecanıyla yara izimi sormadılar. Ben de bahsetmedim.
Bundan sonra gerek yaptığım ittifaklarla gerekse ortamın düzensiz yapısından faydalanarak tüm batı illeri bana tabi olmuştu. Bu da Osmanoğlu Mehmed’in oklarını bana çevirmesine neden oldu. Ama ben erken davranarak çoktan kardeşi İsa ile müttefik olmuştum. Saruhan, Menteşe ve benden aldığı askeri destekle Mehmed’in karşısına çıktı ancak mağlup olup Karaman’a kaçtı. Bu da Mehmed’le husumetimizin tam anlamıyla başlangıcı oldu.
Bu yenilginin ardından derhal Mehmed’in diğer kardeşi İlyas’a giderek durumları anlattım ve Mehmed’in durdurulması gerektiğini söyledim. Erzak, para ve asker yardımı sağladım. Ancak İlyas da İsa ile aynı akıbeti paylaştı. Mehmed’in üzerimize gönderdiği kardeşi Musa, İlyas’ı ortadan kaldırdıktan sonra sıra bana geldiğinde kanına girdim ve onu da kardeşi Mehmed’e karşı döndürmeyi başardım. Ancak Musa Rumelini hakimiyeti altına aldıktan sonra Mehmed’e karşı savaşmaktansa yönünü Bizans’a çevirdi. Bizans da benim gibi kardeşler arasında ayrılığı kullanarak Musa’ya karşı Mehmed’den yardım istedi. Mehmed de üç kez Musa’nın üzerine yürüdü ve üçünde de mağlub oldu. Mehmed’in batıya doğru büyüyen tehdidini böylece durdurmuştuk.
Aradan bir yıl geçmeden ani bir baskın yedik. Mehmed çabucak toparlanmış dördüncü kez saldırmıştı ve bu kez çevremizden Sırp despotu tarafından kuşatılmıştık. Şiddetli bir mücadelenin ardından mağlub olduk ve Musa kaçarken yakalanarak öldürüldü. Bense affedilme ümidiyle teslim oldum. Gerçekten de tahmin ettiğim gibi Mehmed beni affederek Ohri’ye sürdü. Burada bir müddet oyalanıp İzmir’e kaçabilirsem yeniden toparlanma imkanım olurdu. Ancak Ohri sancakbeyi bu girişimimi haber alıp beni tutuklattı ve infaz emrini verdi. Önceki iki sefer olduğu gibi tekrar dönmeyi umarak asılmayı istedim ama sancakbeyi boynumun vurulacağını söyledi. Bu kez benim için yolun sonu gibiydi. Zindanda sabahı zor ettim. İnfaz için bey konağının önüne getirildiğimde bey kafasını sallayarak sordu:
-Merhamete karşı hıyanetinin cezasını çekiyorsun, var mı diyeceğin?
-Neye hıyanet, kime hıyanet?
-Mehmed Bey’e...
-Mehmed’in buyruğuna girseydim dediğin doğruydu. Ama ben buyruk almam buyruk veririm. Ben Aydınoğlu Cüneyd’im!
-Hadi oradan...Gerçek bir Aydınoğlu bile değilsin. Ne idüğü belirsiz bir ahmak olarak da öleceksin!
Bu son sözlerine öfkelenmeme rağmen kafamı kütüğe koyduğumda sakinleştim. Celladın baltası boynuma inerken de gözlerimi açmamak üzere kapadım.
Ta ki göl kıyısında tekrar açıncaya dek...
=================================================================>>>>>>>>>
YORUMLAR
Bir önceki yazınızda "devamı gelecek" demiştiniz ve sözünüzde durdunuz. Ben de baştan sona okudum yine hiç sıkılmadan. Son cümle en hoşuma gideni oldu. Kütük ve kelle! Devir o devir değil belki ama ne çok kelle var kütüğe yatırılacak!
Varolun.
grafspee
grafspee
Tarihi severim hele senin gibi tarihi edebileştirme işi başka bir güzel.
yani öncelikle çoğrafya tarih ve Kültür üzerine derin araştırma gerek ve bunları kurgu veyahut efsanevi bir karaktere yedirmek.
Cüneyd diyince aklıma bizim aktör olan geldi. tek seferde on ok atsın ben tavım.
Tabi bey olan ayrı :)
devamını bekliyoruz biz siz ve onlar.
Sakıncalı Piyade tarafından 6/7/2017 12:00:33 AM zamanında düzenlenmiştir.
grafspee
Tsukuyomi
Aynur Engindeniz
Daima güzel işler çıkarıyorsunuz. Tarihi hikayeleri severim. İnsana "bir de ben araştırayım şu işi" hevesi uyandırıyorlar. Cok başarılı.
Saygılar.
grafspee
diriliş mustafa necati sepetçioğlu'nun romanlarından birine verdiği isimdir yamulmuyorsam tarihi bir hikaye yazmayı hiç bulaşmadım. zira binlerce belge okumayı gerektirir: osmanlıca, arapça farsça , rusça ingilizce macarca bilmesi gerek insanın. evet tarihi romanları yukarıda yazdığım isimler gibi yazmamalı. büyük cesaret ister paylaşımınız. .
grafspee
Birinci bölümde Aydınoğlu Cüneyd Bey'i anlatacağını tahmin etmiştim ve tahminlerimde de yanılmadım. Oldukça müthiş bir kurgulama ile Osmanlı Devletini en çok uğraştıranlardan biri olan Cüneyt Bey'in mücadelesini ele almışsın. Oldukça enteresan bir hikaye içinde aynı zamanda müthiş bir tarih bilgisi ve birikiminin izlerini görüyorum bu öykünde de...
Osmanlı'yı Cüney Bey kadar uğraştıranlardan biri de Fatih Sultan Mehmet zamanında Arnavutluk beyi olan İskender Bey'dir. Bence onun hikayesi de senin kaleminden oldukça güzel bir öyküye dönüşebilir.
Velhasılıkelam bu tarz öykülerdeki üstünlüğün tartışılmaz. Takipteyim..
Selam ve sevgilerimle.
grafspee
Aklıma dokuz canlı kediler geldi. Bir efsunu var. Ve nerede kılıçlar varsa orada masumiyet bitmiş demektir.
Bolumleri butun okumak lazım anlamak için.
Birden gol kıyısında buldu kendini...bekleyelim..hayal edin..