3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1317
Okunma
Akşamın, usul usul yatsının kollarına aktığı dakikalar. Sokak aynı sokak. Solmuş boyası ile usulca yorgunlukların bırakıldığı banklar da aynı. Köşedeki şadırvandan süzülen hayaller bile aynı sanki. Kim bilir kaç kez susuzluğumu giderdiğim ipek sular. Yine aynı musikiyi mırıldanmaktalar. Değişen sadece ben miyim acaba? Yıllar sonra aynı gözlerle mi bakıyorum şu maneviyat abidesi koskoca mabede.
Bir zamanlar keder yumağına dürülmüş duygularla, karanlığı kendime siper edip, hep içime akıttığım gözyaşlarımı salıverirdim gecenin merhametine. Şimdi bir damla suya hasret kaldı kirpiklerim. Yüreğim mabedin taş duvarlarından daha soğuk ve sert. Ruhumun bir emaneti taşırken neden can çekiştiğini anlamak güç değil ki.
Her gelişimde bir öncekinden daha silik hatıralar. Hatırları silen şey zaman değil, zamanın içinden geçen dimağım. Oysa bir güneş doğmuştu yıllar önce işte tam da şu durduğum yerde. Bu muhterem mabedin batı kapısında, bir öğlen vakti doğmuştu güneş. Güneş zamana meydan okumuştu o gün. Tüm asaletiyle restini çekmişti de düşüvermişti mecruh bir kalbin tam ortasına. Ateş suya kesmişti o yaralı kalbin kıyılarına vurdukça. Sahi yıldızlar deryaya düşer miydi? Oysa yürek deryasına düşmüştü o yıldız. Mabedin içindeki şadırvan bile söndüremezdi artık bu harareti. Zannedilirdi ki yıllarca da sönmeyecekti.
Heyhat, bilmemişim ins soyundan geldiğini insan denen sürgünlüklerin. Unutmaya meyyal biçimlendiğini ben de unutmuşum. Ben ki mahşeri sevdaların olduğuna aldanmışım eyvah. Bilememişim saf ve duru sevdalıkların da zamanın törpüsünde eskisi gibi kalamayacağını. Zaman denen törpünün cümle duyguları nasıl törpülediğini bilememişim destansı bir adanışın eşiğinde.
…/ devam edecek
03.06.2017 (aKa) s.yAKICI