- 794 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Yayla Göçü
1976 yılıydı. Ağabeyim askerde olduğu için evdeki yüküm daha da ağırlaşmıştı. Sayıları 80 olan koyunları otlatmak, damdaki hayvanları günde iki defa sulamak, yeni doğan yeğenimi sırtıma sarıp gezdirmek bunlardan sadece birkaçıydı. 1976’nın Çeltikderesi’nde insanlar bugüne göre daha az imkanlara sahip, ancak daha mutluydular. Köyde herkes herkesi tanır, herkes herkese saygı gösterirdi. Çalışkan çocukların başı okşanır, kış gecelerinde Dela Dede’nin hangi eve misafir olup, Çeltikdere hikayeleri anlatacağı merakla beklenirdi. Dela Dede konuşurken sohbete anne babalarının kucağında gelen çocuklar çıt çıkarmaz, anlatılan hikayeleri hayallerinde canlandırırdı. İnsanlar o derece samimiydi ki, şayet çocuklar bir evde uyuyakalmış ve babaları tarafından sırtlarında evlerine götürülemeyecekse, oracıkta yatırılıverir, sabahleyin alınırdı. Köye yürüyerek tam 4 saat uzaklıkta olan yaylaya göç etmek köy için önemli bir tarih idi. İnsanlar bir önceki yıla ait olayları anlatırken, tarih olarak, "Yayla Göçü’nden önce mi sonra mı? diye sorarlardı. 1976 yılının Haziran ayında ilk Cumartesi günü sabah saat 05.00’de ezanla kalktık. Henüz on yaşımda olmama rağmen, babam benim tam 80 koyunu kazasız belasız Yuva Köyü üzerinden yaylaya ulaştıracağıma inanıyordu. Çünkü daha önce koyunları *gece otlatmasına çıkaracak kadar usta bir çobandım. Anamın hazırladığı ekmek ve yanındaki katığı sırtıma sardılar ve alaca karanlıkta beni uğurladılar. Sabah serinliğinde yol almak için köyden süratle uzaklaştım. Çay boyuna Yuva Köyü sınırları içindeki Sendük Kayası’nın dengine kadar öğleden önce vardım.. Dereden balık tutmayı ve oracıktı pişirip yemeyi 6-7 yaşımda öğrenmiştim. Koyunlar sıcakta yatarken, dereye girdim ve yiyeceğim balığı bir saat içinde tuttum. Közde pişirip yedim. Güneş dereden karşıya atladığında koyunları kaldırdım. İnsanın bile yürümekte zorlandığı dar ve taşlı yollardan 80 koyunu ip gibi dizip Yuva Burnu’na tırmanmaya başladım. Kepez kayasını arkadan dolaşıp Yuva’nın göründüğü düzlüğe ulaştığımda güneş vedaya hazırlanıyordu. Yuva oldukça uzaktaydı. Ama karanlık çökünceye kadar köye ulaşacağıma inanıyordum. Çünkü sürüde bulunan koyunlardan en az 60 tanesi kendi avlumuzda doğan kuzulardı. Elimizde büyümüşlerdi. Birer koyun değil, adeta birer insan gibilerdi. Hele beni sesimden tanırlar, zaman zaman benimle dertleşirlerdi. Elime bir parça ekmek alıp, önlerinden yürüdüğümde ateş olsa üzerinden geçerlerdi. Hatta sıcak bir yaz günü elime ekmek alıp *eğrene atladım ve Çeltikdere Çayı’nın karşısına geçtim. 80 koyundan hiç biri mızıkçılık yapmadan arkamdan suya atladı. Karanlık çöktüğünde Yuva’ya ulaştım. Yengemin akrabalarının evinin önündeki ağıla koyunları tek tek sayarak koydum. Ve bir sıcak çorba içtikten sonra hemen yattım. Sabah çok erkenden yola çıkmam ve yaylaya ilk girenlerden biri olmak istiyordum. Hoca ezanıyla kalkıp yola düştüm. 4-5 koyunu önüme alıp, arkadan gelenlere *"Bru Bru" dedim. Yuva sınırlarından çıktıktan sonra koyunlar yaylanın kokusunu aldı. Ben sürüye yetişemiyordum. Yuva Köyü ile Çeltikdere Yaylası arasındaki yolu bir maraton koşusu gibi tamamladık. Güneş yeni yeni etrafı ısıtıyordu ki, yaylanın kuş bakışı görüldüğü yere gelip bir taşın üzerine oturdum. Bir yıl önceki anılarım gözümün önünde canlandı. Çobanlara yalvar yakar kurdurduğumuz çövürgenin sadece göbeği duruyordu. Yaylanın ortasından akan Dere Çayı beni selamladı. Perşan Dede’nin söğüdü, Tazılar Yaylası’nın altındaki asırlık çamlar. Hepsi bana, "Merhaba Dere Bebe*. Yine geldin mi" diye selam verdi. Koyunları yaylanın girişinden aşağı kapayıp, koşar adım bir yıl önce ayrıldığımız yayla yatağına koştum. Geçen seneden çakıl taşları arasına sakladığım sapı kırılmış çakımı buldum. Hemen çimlere basmadım. En az yarım saat çay ortasındaki bir taşın üzerinde oturdum. Cicik*çıkmasın diye. Ve bir saat sonra yayla göçümüz geldi. İki cesur katırımız üzerinde yükler. Anamın çanak çömlekleri, bize bir ay boyunca ekmek pişireceği sacı. Ağabeyim askerde olduğu için ilerleyen yaşına rağmen bir delikanlı gibi çalışan babam *Musa pehlivan, birkaç saat içinde evimizi düzdü. Çakıl taşları üzerine eski bir çadır, üzerine biraz ot, ve yataklar ıslanmasın diye yarım metre yükseğe çakılmış birkaç ağaç. İşte yayla evimiz. Ve öğle sonrası ilk yemek. Anamın köyden hazır ettiği azıklar, ocakta kaynayan çay ve yaylada kaynaşma. 80 koyunu hiç bir problem çıkmadan, hem de 10 yaşımda yaylaya ilk ulaştıran küçük çoban olarak ben. Akşama doğru güneşin batımı sırasında babam bizimle vedalaştı. Anam, 3-4 yaşındaki kız yeğenim ve ben 30 gün sürecek yayla günlerine başladık. 30 gün boyunca anamı hiç üzmemeye çalıştım. Her sabah güneş doğmadan koyunlarımızı ağıldan çıkardım, her akşam zamanında ağılımıza koydum. Ve Çeltikdere Yaylası’nın tadını çıkardım. Öğlen Kanlıca’ya balığa gittim. Sabahları anamın kaynattığı sıcak sütü içtim. Köyden arada sırada bir gelen elmaları elime alıp, koyun arkasında kemirdim.Ve gönlü olduğu zaman çalışan küçük radyomdan Çocuk Saati programlarını dinledim. 1976 Haziran’ındaki Çeltikdere Yaylası’nın tadını hayatımın hiç bir yerinde bir daha bulamadım.
* Yazıdaki yöre kelimeleri ve anlamları:
*Cicik. Bir allerji türü. Nemli çimlere basıldığında vücutta su çiceğine benzer benekler oluşması. Kaşıntı yapan bir rahatsızlık. *Dere Bebe: Çeltikdereli Çocuk. *Çövürge:Geniş yayla çayırlarında Çobanlar tarafından çocuklar oynasın diye kurulur. Çayıra bir ağaç çakılır, üzerine uzunca bir ağaç monte edilir ve her iki ucuna çocuklar biner ve çevrilir. *Sendük Kayası: Tarihi bir yapı. Çıkılması imkansız bir büyük kayanın ortasındaki mağara ve önündeki ağaçlardan sandık şeklinde çatılmış mekan. Çeltikdere-Yuva Köyü sınırında. *Eğren:Çayda zaman zaman oluşan ve derinliği 3-4 metreyi bulabilen göletler. *Dela Dede:1970’li yıllarda Çeltikdere’nin Dede Korkut’u. Şimdiye kadar olayları Dela Dede kadar güzel anlatan ikinci bir kişi görmedim. Köyde en iyi kaval çalabilen kişiydi. Allah rahmet eylesin. *Perşan Dede:Çeltikdere’de Kurtuluş Savaşı görmüş, önemli bir şahsiyet. Allah rahmet eylesin.
Yazan:Seyfi Alp.