- 347 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ekici Ve Çoban Gruplar Diretişi 15
Konusunu etmekle söylediğim El, ne bir uzuv olan elimizdi. Ne de bize göre bizim andaki yaşamımıza yabancı olan eldi. Kimse bu tavırlar üzerinde lafazandı sözcük oyunlarıyla teşriki mesai etmemeliydi. Arabesk yaşamlar, El takdirli fatalite olur, mana anlayışıyla başlamıştı. El mana anlayışı insanı ve insanlığı giderek iyice arabesk yapmıştı. Hem de maden kazalı 301 ölüme fıtrat der denli arabeskti.
Tarih derslerinde derse konu oluşuyla işlenen Sümerler ve çağdaşları, köleci ittifaklı Sümer devletleri olan köleci ve örgütlü yapılardır. Ve de köleci sürecin zirvesinde olan imparatorluklardı. Sümer devleti ve Sümer dili önceleri Sümer sözlü edebiyatı içinde aktarılır. Bu süreç içinde anlatılan yaşam, ilk köleci dönemden daha çok adeta köleci olmayan bir dönemi anlatıyordu.
Bu döneme ilişkin anlatılanlar içinde mitoloji denen materyaller çoktu. Buna rağmen bu materyaller içinde olunan ve arabeske bağlanan köleci dönem ile erken dönem hiç anlaşılmıyordu. Köleci dönem mantığıyla, köleci dönem öncesini anlatan pazılın parçalarını açıklayıp söylemeye sanki hiç izin yoktu.
Köleci mana anlayışına ters geldiği için köleci dönemin kızıp, eleştirdiği; köleci dönemin kutsal sayıp ta kutsallıkla korunan kendi söylemleri olmasaydı ön ittifakı döneme ait olup bitenleri ortaya koymaktan da, hayli zorlanacaktık.
Köleci sistemin kızıp, küfür saydığı kutsal söylemler neydi? Bunlardan biri; “El olan ilahınızın ortakları yoktur” söylemidir. “El’iniz, ortağı benzeri olmayandır” denmesiydi. El’e neden ortağı olmayan denme gereği duyuluyordu acaba? El’den önceki sürecin ortakları mı vardı? Demekten kendinizi alamazsınız.
Köleci mana anlayışı ortaklığa neden bu denli takmıştı? Denebilir ki, insanlar birçok tanrılara tapmıştı! Bu nedenle de birçok tanrı olmadığına söylemle, birçok ortak iradi kararlar olmadığına atıfla; bir tek iradi kararın olduğuna istinaden süreçte; ortaklık kavramı üzerinde şiddetle duruluyordu, diyebilirsiniz!
Oysa tarihi gerçeğin karşısında bunlarda birer yanılmadır. Sosyal dilin; sosyal anlayışla tarihi ilah üzerinde anlatması başkaydı. İlahın tarihsel rolü başkaydı. Tarihsel insan sapıklıkla birçok ilaha tapmamıştı. Aksine insan birçok ittifakı ilah karşısında insan olmuştu. Bu ortak ilahi takdirle tarihte uygarlık rolü oynamaya başlamıştı.
Birçok ilah; her biri bir totem mesleği bilir olan; bir totem grup tüzel liginin bir araya geldiği konsorsiyumdu. Bakın insan yazısı dizim. İttifaklar yazısı dizim. Kültür, uygarlık yazısı dizim. Siz tarihi bilmezseniz; tarihi süreci çarpıtırsanız; insanlar birçok ilaha taparlar. Tarih kişi anlayışlı, kişi tapımla bir öz değildir.
Tarihin bilinci unutmaz. Tarih kesikli sürekli olmakla; sürekli olanın değişme dönüşme içindeki gelişmesidir. Ve tarih hiç bir zaman insan tapımla seleksiyonu olan bir seçilimler tarihi olmaz. Tarih kurbağanın sineği yemesiyle oluşmaz. Tarih kişi insanın, tapım eylemleriyle asla tarih olmaz. Tarih inşa olmadığı için tapımdan bahsetmez.
Aksine üreten ilişki biçimli anlayış ve öğretiler; değişen zarfı içinde, gelenekçi tutum oluşuyla ve kutsanan korunmalarıyla; geleceğe aktarılan tarih bilinci olmakla tarihtir. İnsanlık tarihi bir inşa ve bir uygarlık içinde olmakla; teknik, teknolojik dönüşümleri içinde inşacı sınıf mücadeleleri tarihidir.
Yine köleci mana süreci “ortaklığa bu denli neden takmıştı?” Bu ortaklık söyleminin altında yatan, paylaşılamayan neydi? Burada şu denebilir. “El evreni yaratırken yaratma işinde kimseye ihtiyaç duymadan, her şeye gücü yeten olduğunu tarifle; kendisine ortakları yoktur” deniyor denebileceğidir.
İyi de El’ düşüncesi ilk ortaya çıkarken Evreni ya da insanı yaratma gibi bir söylem düşünceyle ortaya konmamıştı ki. Bu söylem daha sonrasının köleci El anlayışlı söylemidirler.
“Daha yoktu hiçbir şeyin adı”; “Ne yerin, ne de göğün”. “Ne demet edilmişti buğday”; “ne demet edilmişti kamış” diye başlayan ilk yazılı Sümer destan olan Enuma Eliş’teki bu söyleme dikkat edersek, hiçbir şeyin yokluğundan ya da hiçbir şeyin yaratılmasından söz etmiyordu.
Bakınız; bu anlatılara göre aşağıda da kısaca değineceğim gibi tufanla batıp ta, bir avuç kurtulan kimse de yoktu. Tufan anlatıları El ittifkıyla yapılan anlaşma ve birleşmelerin geleceğe bir milat (doğum) oluşuydu. Batan eski ön ittifaklı süreçti. Doğan da köleci süreçti. Tufandan sonra beş şehir kuruluyor. Tufandan bırakın beş şehir kurmayı; bir çadırı doldurmayacak kadar kurtulan kişilere nazaran hemen sonra beş şehir kurulması üzerinde kafa yormağa değer bir süreçtir.
“Kutsanmış yerde beş kent kurdu
Onlara ad verdi
İbadet merkezlerini aralarında bölüştürdü
Bu kentlerden birincisi, Eridu’ydu
Eridu’yu Nudimmud öndere verdi
İkincisi, Badtibira’yı, Badtibira’ya verdi.
Üçüncüsü, Larak’ı, Endurbilhursag’a verdi.
Dördüncüsü, Sippar’ı, yiğit Utu’ya verdi.
Beşincisi, Şuruppak’ı, Sud’a verdi.
Kentlere de adlarını verdi”
“Yerin göğün sahibi kim? Söylemi içindeki anlatımlarda bırakın evreni yeniden yaratma fikrini ifade etmeyi; aksine yer ve gök kavramıyla anlatılan şey köleci dönem öncesinden beri var olan, ön ittifaklı anlamlarla söylenen sözcüklerdi. Ön ittifaklı yaşam alanı yukarı yer toprağı olan “göğün” ve göğe göre aşağı topraklar olan kara parçası olan“yer” söyleniyordu.
Yine ön ittifak içinde bir gruba ait, totem mesleği olan “buğdayın”, “kamışın” isimlerinin; gruplara göre grupların yaşam yeri ve grupların totem mesleği uhdesinde olan iş ve uğraş mesleklerin adca bilinmediği bu Enuma Eliş’teki bu söylemle vurgulanıyordu. Enuma Elişte yoktan, hiçlikten yaratma söylenmez. Ön ittifaktan önce gruplar yer ve yön olarak isim-isim ayrışmamıştı.
El, üreten ilişkiye dayalı olan ve ortakları ve benzerlerinin takdirce ortaklığının olduğu bir dönemin içinde çıkıyordu. El; bu ortaklara karşı isyan bayrağı açıyordu. El, “Dilemesi yanında (takdiri yanında), takdir eden bir benzeri ve ortağı olmayan” diye kendisini lanse ediyordu.
Yeni El kendisini ön ittifaklı sürecin seyreden akışının aksine, bir akışla olmak kaydıyla kendisini, ön ittifak içinde vizyona sokuyordu. Böylece süre gelen ortaklaşmacı kolektif yapıya meydan okuyordu. Ortaklaşa olana karşı, ortaklaşa olmayanı söylüyordu.
Üstelik bu haliyle El, üreten ilişkilere takdirde bulunmuyordu! Sadece üretilen “mala, mülke, avadan olan aletlere “benim” diyordu. “Malın mülkün sahibi benim”. Mülkü olmayan (ilah) El’lerin yanında; “hangi El?” diye sormanız da gerekmez. Açıktan: “mülkün ve sizin sahibiniz olan El’im, ben” diyordu.
Üstelik El sahiplik vizyonunu deklare ederken malik oluş söylemini çevresine, yeryüzü olan âleme ve suna buna da söylemiyordu. Sadece kendi süreçli, kendi ön ittifakının içine söylüyordu. Mülkü olan El; mülkü olmayan El’lere (ilahlara) karşı çıkıp; ilahların sözlerinin dinlenmez olduğunu söylüyordu.
Mülkü olmayanın, hiçbir sahipliği bulunmazdı. Baldırı çıplağın teki olmakla size mülkten vermeyenin size ne sözü olurdu ki? Bu nedenle El’in sözü de, tam bu noktada, buraya; sahiplikle hükmedişi ancak kendi ön ittifakı içine geçerliydi. Başka ittifaklara sözünün geçmesi, bu aşama itibarıyla olası değildi.
Bu tarzdan söylemlerine kendi inanıcılarını oluşturmakla, köleci inşacı süreç içine geçilecekti. El kendi El fikrini ortaya koyarken kendisini takdirde ortağı ve benzeri olmayan; tek takdir edici olan diye ortaya çıkıyordu. El bulucu, icat edici de değildi. Bulunanı, icat edileni sahiplenmekle; bulunanın, icat olanın üzerine bağdaş kurup oturmakla; özel sahip olucu yapıların, inşacısıydı.
Bu nedenle köleci dönem öncesi köleci döneme göre yok sayılmıştı (keenlem yekün sayılmıştı). El tufanları ön ittifaklı bilinç ve hafızların silinmesini oluşan ilk travmaların yaşanmasıydı. İlahi dönem doğrudan etkilerle anlaşılmaz olmuştu.
Köleci dönemin dini kutsallıkları içindeki arabesk söylemler bu tarz arabeski mana vurgularıyla olan anlatılanlardan ön ittifaklı dönem ortaya çıkmıyordu. Bu söylem ancak köleci dönem öncesinin bir “kara delik” etkileriyle köleci dönemi çevresine inşa ettiğini sezmek olası oluyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.