- 439 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İKİ GÜZEL GÜN
İKİ GÜZEL GÜN
Duygu yüklü, mutluluk vericiydi. Hiç aksaklık olmadan, kırgınlıklar olmadan, özlemlerin giderildiği iki gün yaşadık Kırşehir’de. Sınıf arkadaşım Ruhan Ökse, benim oluşturduğum “KIRŞEHİR ERKEK İLKÖĞRETMEN OKULU 1969 MEZUNLARI TOPLANTISI” albümüne yaptığı yorumda şöyle diyor:
“Alis, Harikalar Diyarı’ndan dönüyor. Okulunu, arkadaşlarını, sınıfını, sırasını, gençliğini ,hayallerini, umutlarını, ideallerini, on sekiz yaşını bir daha orada bırakıp dönüyor.
Hem çok mutlu hem de çok üzgün.”
Ben ne diyeyim bu söz üstüne.
Neden mi söz ediyorum ben? Kırk sekiz yıl önce mezun olduğumuz Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu öğrencilerinin toplantısından.
Öner Pehlivan’ın özverili çalışmalarıyla 18 Mayıs Perşembe günü toplandık. Ben, bu yazımda yaşadığımız iki günde “Hangi program uygulandı, nerelere gittik, neler yaptık?” sorularına yanıt vermekten çok buluşmanın beni etkileyen duygusal yönlerini anlatacağım.
İki türlü insan tanıdım bunca yıl yaşadığım hayatta.
Gerçekten “insan” olup başkalarının da mutlu olması için çalışanlar. Özverilidirler, yaptıklarından bir çıkar beklemezler. Birkaç övgü sözü onları çok mutlu eder, zaten istedikleri de budur ve bu övgüyü hak ederler de.
Sayıları çok olmasa da bazı “insan” olmayanlar da yapılan her güzel şeyden bir çıkar beklerler. “Ne gerek var canım, yazık değil mi o kadar masrafa, uğraşa, sonunda bana ne kazandıracak?” diye düşünürler.
Sözü Öner Pehlivan’a getireceğim de o nedenle böyle bir giriş yaptım. Öner, bu iki çeşit insan grubundan ilkine girer. Bizleri çok mutlu etti ve ben bu övgüleri, aslında gerçek duygularımı yazmak zorundayım.
Öner’le okulda aynı sınıfta değildik, aynı dönemde okuduk. Şahsen tanışırdık, okulun maskotu gibiydi, ufacık ve sevimli. “Bir gün internet çıkacak, facebookta iletişim kuracaksınız, dost olacaksınız.” deseler herhalde ikimiz de güler geçerdik. İletişim kurduktan sonra arkadaşlığımız ilerledi ve bana Öner’in dostluğu aşağıdaki şiiri bile yazdırdı:
ÖNER ve SİZLER, ÖZLEDİKLERİM
Aklıma geldi
Birdenbire
Dedim ki kendi kendime
“Şiirler yazıyorum bakıp bakıp eski fotoğraflara
Fotoğrafa şiir olur mu kardeşim
Yazılanlar o kağıt üstünde
Olanlara”
Durdum durdum duramadım
Baktım fotoğraflarına
Bir şiir de ona yazayım dedim
Kime mi
Gönül dostu Öner’e
Ayrı sınıflarda okurduk
Yatılı, çizgili pijamalı öğrencilerdik ya
Tanırdık birbirimizi
O, okulun ufak tefek
Sevimli yaramazlarından
Derslere yan çizse de
Okul tiyatrosunun baş oyuncularından
Kendi küçücük, ama
Dostluğuyla, gönül hoşluğuyla
Soy adıyla
Tam bir “Pehlivan”
Tıkladım “arkadaşlık isteği” kısmına
Kırk altı yıl sonra
Karşımda
Pos bıyıklarıyla
Öner Pehlivan
Geçenlerde bir fotoğrafının altına yazdım
Şakadan
Dedim ki:
“Ot kalmamış yüksek tepelerde
Ama
Yamaçlar
Sanki bir orman
Bıyıklarını sevsinler senin
Sakın keseyim deme aman”
Bir süre önce
“KIRŞEHİR ERKEK İLKÖĞRETMEN OKULU 1968-69 MEZUNLARI” grubunu
Kurdu Öner
Bir araya getirdi arkadaşları
Nevşehir’de, Niğde’de
Kırk altı yıl öncesindeki yakışıklı gençler
Olmuştu birer ak saçlı dede
Mutlu oluyorum gördükçe
Eski arkadaşlarımı
Yaşasınlar çocukları, torunlarıyla
Sağlık içinde
Çay içerken görünce Öner’i
Paylaştığı fotoğrafında
Aklıma bunlar geldi
Yazmak istedim içimden gelenleri
Bir gün görmek isterim okul arkadaşlarımı
Ve gönül dostu Öner’i
………………………………………………….
İşte bu Öner, neredeyse elli yıldır birbirini görmeyen okul arkadaşlarını Kırşehir’de toplamayı başardı.Gerçekleştirilen güzelliği anlatmakla bitiremem. Ben daha çok ilginç, duygusal yönlerini anlatmaya çalışacağım.
Öner, beni Adapazarı’ndan gelirken Ankara’da aldı, hoş bir Kırşehir yolculuğu yaptık. İki gün önceden gelmiştik. Ben bu arada yeğenimin arabasıyla köyü, akrabaları, o civardaki bazı arkadaşları ziyaret ettim. Memleket havası aldım. Aldım ya, aklımda hep arkadaşlarla, bazılarını kırk sekiz yıl görmediğim arkadaşlarla buluşmanın heyecanı vardı. Perşembe günü öğleye doğru Mucur’dan Kırşehir’e gelirken telefonum çaldı, baktım Öner:
-Neredesin kardeşim, bak arkadaşlar toplanmaya başladı, seni bekliyoruz.
Heyecanla geldim otelin önüne. Beş altı kişi oturuyor bir masa etrafında. İlk tokalaşıp sarıldığım kişiye şöyle bir baktım. Okuldaki halinden eser yoktu; ama yine de tanıdım:
-Kore Yavuz, dedim heyecanla.
-Vallahi tanıdı,dediler.
Masa etrafında koyu sohbete dalmıştık ki kafasında şapka, elleri arkasında biri masamıza doğru geldi. Şöyle bir baktı. Biz de bütün dikkatimizle bakıyorduk. Duruşunda bir “köy efesi” havası vardı.
-Tanıyamadınız mı beni?
-Tanıyamadık , hele söyle kimsin?
-Ben, Şuayip Akkoç.
Hepimiz ayağa kalkıp “Allah, Allah!” diyerek şaşkınlığımızı belirttik.
-Yahu sen havuç rengi saçlarınla, çilli yüzünle sarı bir arkadaştın. Nasıl böyle oldun?
-Eee, kocadık gardaşlar.
Akşama kadar bu ilk buluşma gününde altmış kadar arkadaşımız geldi otele. Kimi tanıdı birbirini, kimi tanıyamadı. Tanısa da tanımasa da sarılıp kaynaştılar. Okulda belki kurulamayan dostluklar, yaşın ve deneyimin verdiği olgunlukla burada kuruldu. Şimdi bu yazıyı yazarken ara verip facebook sayfama baktım. Can arkadaş Hayrullah Yılmaz, bir başka arkadaşa “Sen, niye gelmedin?” diye sormuş. Onun yanıtı şöyle: “Geçen yıl geldim, hoşlandığımı söyleyemem…”
Oysa biz bu yıl çok hoşlandık, mutlu olduk. Bu yıl hiçbir aksaklık olmadı.Ankara’dan Kırşehir’e gelirken toplantıyı düzenleyen Öner’in kuşkuları vardı. Ben bir dostu olarak şunu söyledim Öner’e: “Kararları sen ver, bu işte emeğin çok. Programın neyse uygula. Bizim meslekte işe karışan çok olur. Kararlı ol, bukadar emeğin tatsızlıklarla boşa gitmesin.”
Söylediğim gibi çok olumlu, duygulu, güzel bir buluşma oldu.
Akşam üzeri yakın yerlerden gelen arkadaşlar evlerine gitti. Biz yirmi kadar arkadaşla otelde kaldık. Yemekten sonra dağılmadık. Sazını kucaklayıp geldi Öner. Saz çaldığını bilirdim de sazla bu kadar kucaklaştığını, türküyü yaşadığını bilmezdim. Bütün türküleri içten gelerek söyledi. Hele çok sevdiğim “Emirdağ” ve “Çeşmi Siyah” türkülerini isteğim üzerine söyleyince mest oldum. İkinci çalıp söyleyenimiz de sınıf, okul arkadaşım Bekir Bayındır oldu. Onu da anmadan geçmeyeceğim. “Şen Olasın Ürgüp” türküsünü de unutmadan.
Türküler söylenirken oyun havası olmaz mı? Oyun havası olur da bizim Ali Yılmaz yerinde durur mu? Gerçi yemekte bile yerine oturmuyor yedisinde ne ise yetmişinde de o olan Ali. Fotoğraflarda da görürsünüz Ali’yi. İyi bakın. O çok sevdiğimiz aktör Sami Hazinses’in biraz uzunu. Hayrullah Yılmaz’a takılırdım: “Sen, İlyas Salman’ın Kırşehir şubesisin.” diye. Buluşma boyunca da Ali’yle uğraştım. O ayakta dolaştıkça: “Otur yerine Ali, sen de Sami Hazinses’in Niğde şubesisin.” Bu iki güzel insan da hiç alınmazlar şakalarıma.
Ali Yılmaz derken bir gözlemimi daha yazayım. Öner, türkü söylerken bir ara sustu, mola verdi. Hep gülen, yerine oturmayan Ali, torununun doktor olacağını mutlulukla anlatırken kızının evlilikte yaşadığı bir olumsuzluktan söz etti. Olayı anlatırken de göz yaşlarını tutamadı. Dışardan görenler Ali’nin bu duygusallığını görmeseler inanmazlardı. “İnsan” olan her zaman duygusaldır ve o insanlarda ne hikâyeler vardır.
Buluşmanın ikinci günü 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarına katıldık. Saygı duruşu yoktu, İstiklal Marşı’nı dinledikten sonra oradan hüzünle ayrıldık. Bizim stadyumlarda, çayırlarda, kızgın güneşte yanarak, büyük Atatürk’ü anarak gençliğin tüm heyecanıyla kutladığımız bayramda Mustafa Kemal Atatürk’ün adı pek anılmazken Mehter Marşı ön plandaydı. Sözün kısası ulusal bayramlarda da heyecan “iki ileri bir geri” gitmeye başlamış.
Kırşehir Kültür Müdürlüğü’nde görevli Yıldız Hanım, bize Cacabey’i, Kırşehir Müzesi’ni, Ahi Baba Mustafa Karagüllü’nün yerini, Kılıçözü çevresini ve eski okulumuzu gezdirdi. Okulda duygulandık; ama sınav yapıldığı için sınıflarımızı gezemedik.Toplu fotoğrafımız da güzel bir anı oldu.
Kültür Müdürlüğü’nde Neşet Ertaş Müzesi’ni gezdik. Kırşehir Ustalarından Çekiç Ali’nin oğlu Aydın Çekiç’in türkü ziyafetini izledik. Türküler de Hayrullah’ın dağıttığı lokumlar da Şuayip ve İsmet’in oyunları da çok tatlıydı.Bu arada Şuayip, lokumların yarısını yedi.
Şöyle derdim dersine girdiğim öğrencilere: “Makarnayı yersiniz. Bir süre sonra doyduğunuzu hissedersiniz. Ama doyması gereken yalnız mide değildir. Bir de doyması gereken beyin vardır. Beynimiz neyle doymalı? Okumalıyız, insanın manevi açlığı okumayla, dostlukla, arkadaşlıkla, tüm iyi davranışlarla doyar. İnsan olmanın değerini bilip bizi insan yapan değerlere önem vermeliyiz.
Sınıf arkadaşlarımı, okul arkadaşlarımı gördüm. Çok değer verdiğimiz rahmetli Necati Öğüt öğretmenimizin eşinin de gelmesi bize onur verdi. On yedi- on sekiz yaşlarında aynı sınıfta olduğumuz Ruhan’ı, Ayşe’yi, Sevgi’yi, Recep, Ali, Aydın, Niğde-Borlu Ahmetler,Veli, Mehmet, Zihni ve Hamit’i altmışlı yaşlarıyla gördüm. Kırk sekiz yıl sonra sınıf arkadaşlarınızı görmek nasıl duygular verir insana? Bunu yaşayan bilir. Ta o zaman bir ressam elinden çıkmış gibiydi Ruhan’ın resimleri.Ayşe; Ruhan’la ayrılmaz ikili. Ali ve Hamit, sınıfın tıfıllarıydı, şimdi sakal, bıyık yerli yerinde. Aydın,tipik Nevşehirli halini koruyor. Mehmet Özlemiş, sessiz sakin.Kuru fasulyeye bayılan Ahmet Kirişçi, Karagülle’ye kafa tutan, oyunların yıldızı Ahmet Çetinkaya.Kamanlı Şahin, yıllar içinde bu arkadaşlardan daha çok gördüğüm Recep, Zihni ve Veli sizlerle buluşmak beni çok mutlu etti.
Dönüş yolunda geçirdiğim çok tehlikeli otobüs kazası bile mutluluğumu azaltmadı.
Sınıf arkadaşlarım, okul arkadaşlarım sağlık içinde yaşayın. Aramızdan ayrılanları rahmetle anarken bu yazı da benden size bir hatıra olsun. Yanlışım, eksiğim varsa affola.
………………………….
Numan Kurt
23 Mayıs 2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.