Yitik Şiir
-1957 yılı. Kara, kuru oluşum nedeniyle Cingan Ali, ağaç çürüğü sattığım içinde Biberci diyorlardı mahalle kadınları. “Yiğit lakabıyla anılır.” Diye bir söz var ya! Bu nedenle bu yakıştırmalara ses çıkarmıyordum! Çulsuz bu rençber çocuğu mektebe başlıyor. Siyah fistan önlük, boğazı kesen beyaz naylon yakadan beş yıl sonra kurtuluyordu.
-Üç yıl sonra ortaokul da bitmişti. Kuleli Askeri Lisesinin sınavı için hazırlıklar başlamıştı.Nihayetinde 15/16 yaşlarındaki bir bozkır çocuğu İstanbul’a, yapayalnız yollara düşmüştü. Samatya, Deniz sokaktaki komşumuz Şükrü Ateş’in evini bulmak zor olmadı. Ne diyordu atasözümüz.“ Sora sora Bağdat bulunur.” Deniz mavisiyle tanışmış, mavinin bu kadar yer kapladığını ömründe ilk defa görmüştüm.
-Sınav sabahı, sınav mahalline ulaştım. Yüz yıla yaklaşan mazisiyle Cumhuriyete tanıklık eden, bu günlerde kapısına kara kilit vurulan, müze olmayı bekleyen, 171 yıllık tarihi okulun, ağaçlarla, yeşilliklerle bezeli bahçesindeki banklardan birisine oturmuş Âşık Veysel Satıroğlu’nun: “Fatih Mehmet Sultan temeli kurdu. /Ondan sonra oldu Türklerin yurdu. / Edirne’den gelen o büyük ordu. /Ayyıldız bayraktır nurun İstanbul” dizesiyle hülyalara dalıyordum.
-Kentteki hayat tarzını akıl süzgecimden geçiriyor, bu sınavı fırsat bilerek İstanbul’da dört beş gün içerisinde güzel şeyler yakalamak, fırsatı iyi değerlendirmek istiyordum! Şehri gezerken bir gazete bayiindeki dergiler yumağı gözüme ilişti. Edebi dergileri üst kapağından tanırdım o yıllarda. İlgimi çeken bir tanesini satın almış, serbest tarz şiirler ile dergilerdeki Yusuf Ziya Ortaç, Halit Fahri Ozansoy ve Orhon Seyfi Orhon gibi şairlerin hece vezniyle yazılmış şiirlerini okumak ayrı bir zevk veriyordu. Yaşlı bir İstanbul beyefendisi müsaade isteyerek yanıma oturdu. Yaşı tahminen yetmiş ve üzeri olabilirdi. Tanıştık. Şiirle ilgilendiğimi söyledim. Dergideki şiirlerden birkaçını okudum. Adamın tavrı güven veriyordu.
Ancak son diyeceklerini de söylemeyi ihmal etmedi:
“Okuduğun şiirler yaşına göre değil. İleriki yıllarda böylelerini yazabilirsin.” diye öğüt verip yol göstermişti.
-Kalem tutan ellerim şükür Albayrağ’ı hiç bırakmamış, pulluk tutmakta da ısrar edegelmiş her nedense! Pulluğa takılan küllük gübresiyle tarlaya taşınmış gazete parçalarını okur, hem kendimi hem atları dinlendirirdim.
-Okuldaki öğretmenlerim: “Bir bir çıngı var, bir yetenek var bu çocukta.” diyorlardı. Ortaokul ikinci sınıfta iken Türkçe öğretmenim Coşkun Bozdoğan’ın gayretiyle çıkarılan “Özveri” adlı okul dergisinde “Barbaros” adlı şiirim: “Kalkın artık sefere çıkacağız denizlere/ Tanrı yardım etsin biz kahraman yiğitlere.” Şeklinde bitiyordu. Ortaokul sıralarındaki bir çocuğun kelime haznesi ve duygu bütünlüğü daha o günlerde kabul görüyordu. Şiiri sevmeme -yukarıdaki nedenlere ilave yapacak olursak- derginin saman kâğıdı, teksir makinasının kâğıt üzerinde oluşturduğu sihirli yazıları, desenleri ile bir de elleri berbat eden siyah mürekkebi. 7 den başka notu olmayan lise Edebiyat Öğretmenim Fethi Baygın’ın kompozisyon yazılıma verdiği 10 üzerinden 7 notunu da unutmamak lazım.
-Kayseri Lisesi’nde okuduğum yıllarda da şiirler karalıyor, mahalli gazetelere ve ulusal dergilere şiirler gönderiyordum. Bir keresinde-1970 yılında- Ankara’da yayınlanmakta olan Defne Dergisi’nin 79. Sayısında “Sen Ben Yokken” adlı şiirim yayınlanmış, akide şekerine kavuşmuş bebe misali sevinmiştim!
-Dergiyi abamın çeyiz sandığında muhafaza ediyor, abama da: “Buna mukayyet ol, iyi sakla aba.” Diyerek sıkı sıkı tembih ediyordum. Askerlik dönüşü derginin yerinde yeller esiyordu. Belli ki abam tandırı tutuşturacak bir şey bulamamış, hömçek niyetine, söğüt pürü niyetine dergiyi tutuşturucu olarak kullanmıştı!
-Dergiyi internetten araştırıyor, ancak bir türlü ulaşamıyordum. “Hıntım, dermanım kesildi.” Derler ya hani. İşte öyle bir şey. Yelkenler suya inmiş, takatim tükenmişken Kasım/2014 ayı içerisinde günlerden bir gün internette bir kez daha gezineyim dedim. “Defne Dergisi, Sen Ben Yokken, Kadir Acı, Sayı 71(!)” diye Google’a bilgileri girdim. Birde ne göreyim derginin kapağı-amiyane bir tabirle- “şak” diye karşıma çıkmaz mı? Arif Nihat Asya, Halide Nusret Zorlutuna, Enver Tunçalp, Kadir Acı ve daha nice yazar ve şairler… Gözlerime inanamadım! 44 yıl sonra Defne Dergisi’nin 79. Sayısının internette Mamati Koleksiyon ve Plak Evi tarafından bir adet olarak satışı yapılırken -tesadüfen- yakalamıştım. Kurtuluş savaşına iştirak eden, bir daha kendisinden haber alınamayan, adına ağıtlar yakılan yiğitlerin, yavuklusuna, kardeşlerine, sevdiklerine, sılasına saçı sakalı bir birine karışmış halde, yıllar sonra sağ salim, aniden ortalığa çıkarak “Ben geldim, ben Kazım! Oğlun, baban, eşin, yeğenin! Tanımadınız mı beni? ” diyen savaş gazisinin dönüşüne benziyordu bu dönüş.
-Derginin elime ulaşması 5 liraya mal olmuştu. İsteseler 500 lirayı, 1000 lirayı verebilirdim. Böylesi mutluluğun maliyeti mi olur? Ederi mi düşünülürdü?
-Özet olarak bendenizin şiire başlangıcı, miladı -ortaokulu saymazsak- 1970 yılı olarak tescillenmişti. Ismarlamakla şiir yazılması olmuyormuş!
-20 yaşımda yazdığım “Sen Ben Yokken” Yitik Şiir’im artık evine dönmüştü. İşte o dizeler:
Sen Ben Yokken
Sen ben yokken yeryüzünde
Aşkımız vardı.
Nehirler gibi gümüş renkli
Poyraz rüzgârı serinliğindeydi
Aşkımız.
Sen ben yokken
Balıklar toprakta yaşardı.
Mamutlar gölgesinde geçerdi aşkımız.
Ölmeyi düşünmezdik, koşmazdık
Arkasından mutlulukların,
Gözlerimiz birbirini ısıtınca…
Sen ben yokken
Güneşin ışıkları yeşildi.
Bir masal ülkesinde o kulübede
Pembe bulutlar içerdik
Yudum, yudum
Aşkımıza susadığımızda.
Sözlük:
Aba :Anne, ana
Cingan :Çingene
Çulsuz :Fakir
Hömçek :Kurutulup yakacak olarak kullanılan bir kır bitkisi.
Amiyane :Kibarca olmayan, bayağı (Kaynak: Türk Dil Kurumu)
Pür :Söğüt, kavak, ceviz vb. ağaçların yapraklarının kurumuş hali
Hıntın dermanın kesilmesi: Çok yorulmak, takati tükenmek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.