- 433 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ekici Ve Çoban Gruplar Diretişi 8
Aslında doğa, kendi karşısındaki insana dönerek; insanlar istediklerini yapıyorlar mı? Yapmıyorlar mı? İradiler mi? Değiller m? gibi bir sorunu hiç ele almaz. Böyle bir sorun doğanın umurunda bile değildir. Doğa, karşısındaki insana özgür mü? Özgür değiller mi? İnsanlar özgür iradelerini kullanıyorlar mı? Kullanmıyorlar mı? Anlamalara karşı doğa bunlara hiç bakmaz.
Yani doğa ağılda doğan oğlağa göre ırmak kenarında ot bitmiyordu. Aksine doğumlar, ırmak kenarında biten ota göre ya ayakta kalıyor ya da hayatta kalmıyordular. Doğa sizin açlığınıza hiç bakmıyordu. Bilakis sizin açlığınız doğada olup bitene göre olmakla denk gelmeydi.
Elma size göre inkişaf etmiyordu (gelişmiyordu). Hem yüzde 30 oranında aynı genetik kök üzerinde geliyorduk. Hem de bizim ağız tadımız, sindirim sistemimiz elmaya göre inşa oluyordu. Bu nedenle elmanın tadı tam bize göreydi!
Bitkiler olmazsa soluyamayız, koyunlar beslenemez. Ot ile beslenen koyun olmazsa onu yiyen kurt ve insan da olmazdı diye kurgulanan hayat; baştan sona yanılgı ve yanlıştır. Organik hayat ot yiyerek, tavşanla beslenerek, oksijeni soluyarak; bugünkü halimizle yola çıkmamıştı. Tüm perspektif hataları burada ortaya çıkıyordu.
Çobanın kendi istediğini yapıyormuş gibi bir durumla, çobanın koyunu kucağında taşıması çobanın özgür iradesini kullanması gibi görünür. Ne merhametli kişi. İstemese koyunu kucağında taşımazdı diyebilirsiniz. Sonuçta özgürlük gibi olan taşıma iradeniz de mal mülk sahipliğinin gereği oluşuyla ortaya çıkar. Çünkü çoban El, serveti olan topal koyunundan da vaz geçemez de koyunu ondan taşır.
Artık servetler vardır. Kişi ve El servetlere göre düşünüp karar verecekti. Rol modelini servetli olup olmamaya göre oynayacaktı kişiler. Cennet boşaltılmıştı. Cennette yaşama hakkı servet sahiplerine verilmişti. Serveti olmayanlar da, cennet vaadine kulak vereceklerdi.
İnsanlar yarın ki açlığını düşünmekle, koyunu kucağına alıp otlaktan otlağa gezdiremez mi? Hayır. Bu günden bu günkü kavrayıştan sürece bakarsak evet deriz. Ama bugünkü süreç başlangıçta yoktu ki.
Erken dönemde insanlar nasıl olsa yarın da acıkacağız deyip; bir önlem olarak veya özgür iradeleriyle ırmakta geçerken telef olan veya ırmağı geçemeyen; Afrika öküzlerinin ırmakta timsahlar yüzünden telef olmalarını hiç gözetmediler.
Afrika antiloplarının karşı kıyıdaki otlaklara geçememeleri nedeniyle insanlar bu antilopları bir şekilde hiç karşı kıyıya geçirmiyorlardı. Bu tarz irade kullanma işi kişisi sahiplikle ortaya çıktı. Yolda kalmış ve kendisinin olmayan bozuk bir arabayı kimse özgür iradeli acıma ve merhametiyle tamir ettirmiyordu. Üstelik mal mülk sahipliğinin de özgür bir irade olup olmadığı da ayrıca bir tartışılmalıdır.
Ön ittifaklar ürettikleri mal mülk sahipliği yüzünden ayrışmamıştı. Çünkü gelişme henüz bu ayrışmayı ortaya koyar denli olgunlaşmamıştı. El düşüncesi bunu kör kör parmağım gözüne der denli açık açık gözümüze sokuyordu.
Evet, mal mülk sahibi olmak bir güç ve bir takdirde bulunma yetisiydi. Ama El hiçbir şey üretmemişti. Üretmiş olmakla, kendinin sahibi olduğu hiç bir malı mülkü, yoktu. İşin püf noktası burasıydı.
Kişilerin emek sahipliğine bakılmaksızın, kişilerin emek gücü ve emek ürünleri El’in malı mülkü yapılmasıyla El fikri ortaya çıkmıştı. El, bu sahipliğine göre insanları çalıştırıyordu. Ürünleri de mülk hakkı olmakla kendisinin sayıyordu. Sonra da kendisinin saydığını kişilere keyfi takdirle veriyordu.
El keyfine göre davranıyor gibi olmakla özgür iradesi var gibidir. Hâlbuki aynı mal mülk sahipliği nedeniyle El de, özgür değildi. Adalet deyip te adaletsiz dağıttığı mülkü mülk olarak vermediklerinden korumak için uykuları kaçıyordu.
Bu durum bir aslanın yarın da yiyeyim dediği ceylanı kaçmasın diye ve yağmacılardan korumak için pençe gücü içinde tutmasına çok benzer. Avını pençe gücüyle korumak isteyen aslan, avının başında ayrılamamakla özgür olamaz. Özgür iradeli olamaz. El de, adaletsiz takdirle dağıttığı malını mülkünü; mal mülk vermediklerinden korumanın kaygısına düşmüştür.
Ki başkasının olan emekleri dağıtmaya El’in hakkı bile yoktu. Hakkı olmayanı haksız sahiplendiği ve haksız dağıttığı için El de tam da keyfi huzurla, davranamaz. Buna takdir hakkım var. Takdir ortağım yok dese de El bu gerçeği değiştiremez. Değiştirememek bir yana, bunu bu tür kaygılarla dışa vurur.
El’in keyfi oluşla köleye mal mülk vermemesi özgür bir iradedir. Aynı şekilde malsız, mülksüz kıldığı insanlarda sömürme yararlanması yapmayacaksa(!) her şey gücü yetenin köleye mal mülk vermemesi ile de özgür iradesini tam kullanmıyor gibi olur.
Çobanın zorunlulukla ve zorunluluklara denk gelmenin uygun kararlarıyla davrandığı anlamasını ortaya koymuştuk. Yani özgür irade diye bir şey yoktu. El’in de zorunlulukla davrandığı açıktır. El çalışmadan keyfine göre bir hayat sürmek istemişti. Bu nedenle kendisi uyduruk bir mal mülk iyesi olmuştu. Malı mülkü olan mal mülk vermediği kişiler olan karşısındakinin de ihtiyaçlı olmasını biliyordu. Bu nedenle malsız mülksüzler El’in malına mülküne eğilimle El’e tabii olmalıydılar.
İşte zorunlulukların bilincinde olmakla, bu bilince göre hareketler ortaya koyabilen öznellikler; emek değil de, mülk sahibi olmanın iradesini kullanıyordu. Bu da ancak mal mülk sahibi olmakla olasıydı. Mal mülk sahibi olmakta üreten ilişkilerle olasıydı. Üreten ilişki içindeki emek gücü ürünleri kişisi mal mülk sahipliğine dönüştürme süreci de, ancak sosyo toplumsa hareket sonrasında olasıydı.
Aslanpençesindeki avı kafese ya da mahpusa tıkarsa, avı pençesinden tutmaktan kurtulacaktı. Avı pençesinde tutmak ta bir irade işiydi Ama akabinde de, tutsak ettiği esiri kaçmaktan alıkoyması ve yağmacılardan koruması da aslanın da kıpırdayamaması olmakla; aslanın özgür iradeli olamamasıydı. Kafes yapma da mahpus yapma da bir üreten ilişki ürünüydü ve bu ilişki üzerinde başka bir iradeydi.
Aslan bir iradesi sonunda iradesinin tam olmadığını görmekle kafes yapmak gibi ikinci bir iradede bulunmakla ancak tam özgür oluyordu. Bu kez de bir iradi kararına göre ikinci bir iradi karar almakla iradesinin tam bir hükmü, olmadığı ortaya çıkıyordu.
Aslan üreten ilişki ortaya koymadıkça avı yiyene kadar olmak dışında yarın için avı pençesinde tutmaz. Ve böylesi bir irade kullanıp kullanmama özgür düşüncesine de eğilim etmez. Biliyor ki bunun maliyeti kazancından fazla olacaktır. Zorunluluğu belirdiği anda zorunluluğuna göre davranmakla kesikli sürekli olur.
Zıtların dönüşmesi ile kesikli sürekliliğin olduğu yerde zorunluluk belirmesine göre seçme ayıklamayla davranan öznelliklerin zorunluluk karşısında özgür bir iradeleri yoktur. Zorunlulukları irade olarak hele de özgür irade olarak görmek olası değildir.
Pekiyi de insan zorunluluklarım olduğu için özgürüm diyemez mi? Ya da zorunluluklarım olduğu için özgür irade kullanıyorum diyemez mi? Diyemez. Çünkü açlık, üşümek, üşümemek, tehditlerden kaçmak şu bu zorunluluk olmakla; irade ve özgür irade değildi de ondan. Bu etki tepki hareketi içinde oluştu. Şu halde zorunluluklarınız olduğu için zorunluluklara uygun acıkıp kaçtığınız için özgür ve özgür iradeli olamıyordunuz. Nesnelce ve enerjik devinimle etki tepki içinde oluyordunuz. Bunun dışında doğanın böyle bir düşünmesi yoktu. İnsanla böyle bir düşünmeyi ortaya koyabilirdi. Ama onunda vakti gelmemişti.
Öyleyse irade ve özgür irade neydi? Tabii ki bir yanıyla kuruntuydu. Bir yanıyla inşaydı. Zorunluluğun eş deyişle devamlı olmayan kesikli sürekliliğin ve zıtların birbirine dönüşmesi karşısında özgürlük bir kuruntuydu. Ama ancak ve ancak zorunlu olurla üreten ilişkiler üzerine de bir irade ve özgür oluşun; özgürlüğün ve özgür iradenin kullanımıydı. İşte insanın özgürlüğü düşünmesi buradan sonradır.
Üreten ilişkiniz yoksa iradeniz ve irade kullanımınız da yoktu. Bir tavşanın kaçması. Bir tilkinin tavşanı yiyip yiyememesi ne bir özgürlük, ne de bir irade ve özgür irade kullanması değildi.
Fakat öznel iradeler üzerinde zorunluluklar var diye çobanın; otlak olması bağlamıyla doğudaki otlağı ya da batıdaki otlağı tercih eden inşacı öznel iradesini de göremez isek eğer; koskocaman geçmişi, tarihi, gelecekte olacakların tahmin ve tasarlarıyla alacağımız önlemleri görememekle kendi becerilerimizi yadsımış oluruz.
Tamam, da çobanın doğudaki otlağa gitmesindeki neden; doğunun otlak alan olması kadar, batıdaki ayı tehdidinin doğudakinde daha fazla olması nedenle olamaz mıydı? Olurdu hem de vızır vızır olurdu. Şu halde iradeyi zorunlu oluşlardan ayıramayız. Ayıramayız ama zorunlu oluşlar da irade değildi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.