- 554 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ekici Ve Çoban Gruplar Diretişi 7
Otlaktaki güdülen sürü ve çoban ilişkisi içinde sanki sürü çobanın özel sahipliği içindeymiş gibi bir algı ile yansıyordu. Bu algı nereden geliyordu? Ön ittifaklar içinde totem meslekli gruplar sahipliğinin diğer grupları nasıl davrandırdığını görüyorlardı. Bu süreç ittifak dışında grupların göremediği bir durumdu. Ola gelen sahiplik anlayışına göre kafasında sahiplik bir başka şekilde yanıp sönüyordu.
Çoban gruplar sık sık sürüyü otlatma ve sık sık otlak alanlara göçme eyleminde de bulunuyorlardı. Bu nedenle bu eylemler tekrarı ittifakı bir arada tutan kuvvet bağlarında gevşeme yapıyordu (birlik yapıcı bağlarında tavsamalar oluşuyordu). İttifakın kült merkezinden uzaklaşmakla; ittifak kazanımı olan donanımlarla grup sahiplik ve kişi sahiplik duyguları arasında savrulmalar oluşuyordu.
Pekiyi de bu düşün sel savrulmalar nedendi? Çoban gruplar ittifak içinde gelmekle kazandıkları alan etkisi, ittifak öncesi gibi değildi. İttifak içine gelenler üzerindeki alan etkisi ittifak öncesindeki gibi bir düzeyde kalmadı. Meslek erbabı grupların ittifakın içine gelmeleriyle totem meslekli grupların ve kişilerin dünya görüşlerinde, yaşama dek düşünce ve algılarında pek çok değişmeler, olmuştu.
İşte çoban gruplar şimdiki göçlerin de bu ittifakı alan kazanımla düşünceler içindeki etkilenmelerinin düşünsel fırtına ve çalkantıları, içindeydiler. Yani sudan çıktıktan sonra ırmak kıyısında gezerken ıslak düşünüyorlardı. İttifak yaptıktan sonraki grup ve kişi düşünceleri ittifaktaki deneyim ve yaşantılardan ilhamla düşünce ve eylemler, oluyordular.
Düşen yıldırımı kendi tepesine düşecek yıldırım gibi algılayan kişimiz, otlaktaki görüntü durumuyla da sürüyü; kendisininmiş (çobanınmış) gibi görüyordu. Kişi, sürünün sahibi gibi bir duyguya kapılıyordu. Çobanın yanında, bir iki yardımcı kişisi olabileceği gibi zaman zaman çoban yalnız da olabiliyordu. Ama bir ekici grubun efradı iş dayanışması gereği, pek pek yalnız olamazdı
Söz gelimi çobanın sofrası; çobanın işi gereği olmakla sürünün yanı başında ve yalnızdı. Çoban sofrası özel ve ayrı bir sofra olmakla azık diye kişiye göre hazırlanır. Çobanın beline bağlanırdı. Çoğu zaman tek kişi olan çobana sofra tek kişilik olmasıyla kurulurdu. Buralardan kişisi sahiplik düşüncesine göçmek bilinçli yapılan düşünsel eylem değildi. Şartları içinde sıkça tekrarı olandı. Bu durumun kişi özne dünyasına yansıması da, kişinin tekil bilinçli heveslenme niceleyişleri olmaktaydı.
Çobanın sık sık, ortak yapılardan ayrı sofraya oturması ve yalnız yeme içme yapması; çoban kişinin iç dünyasında “ben oluşu” öne çıkaran desteklenme oluyordu. Bu nedence durumlar çoban kişimizde; bencil sahipliği oluşan isteği körüklüyordu. Böylesi vehimlere kapılan kişideki hevesler kişinin; zihin ve fikir yürütme jimnastiğini oluşuyordu.
Çoban kişimiz ya da kişilerimiz baş başa oldukları durumlarıyla, kişisi sahiplik düşüncesini herkesten önce anlayıp içlerine sindirir olmuştular. Bu egzersizler çoban durumlu şartların inziva egzersizleriydi.
O aşamalar itibarı ile çobanlar bu firari (belirip kaybolan) düşünmelerini, ittifak içinde sessiz düşünce olarak taşımaktan başka çobanların yapacağı daha ileri bir şey yoktu. Ta ki bu fikri oluşumlardan El düşüncesi çıkana dek.
Eli asalı (sopalı) bir tek çobanın sürüyü yönetir olma deneyimi, çobanı; El düşünceli kişi sahipliği içinde olan durumları da, yönetir olmanın düşüncesine götürdü. Çobanın kişisel sürü sahibi olucu düşünceler içinde olması demek; sahipliği içinde olanları da, sürü yönetir gibi yönetir olması demekti. El mana anlayışı buydu. Bu kez çoban komple olur yansımayı sahiplenemiyordu. Yalın olanı sahipleniyordu.
Akatlı, Kenanlı, İbrani olan Ba-el, El-Şadday, El-oh, Siyon dağı sahibi Rab olan El’ler kendi inanıcıları olmakla; kendi milleti olan kesikli durumlara; "ben sizin sahip çobanınız olan El’im" diyerek duruma süreklilik veriyordular.
Söz ve buyruklarının altına İsaggu, gal-lu-gal, Ha-mu-ra-ba, Sargon, Cihan padişahı diye ekleme yapan damgayı vuran El temsilcisi kişiler bu kişisi kral halleriyle kesikli ve oligarşi; halef hanedan krallığı yolu içindeki geçişmeleriyle de sürekli oluştu. Önünde otlattığı koyun malı olmakla; elindeki asa ile yönetir olmanın irade görüsü içindeki çoban, sürüsü ve sürüleri olandı.
Sürünün çoban önünde olması ve sürünün çoban sahipliğinde olması sürüyü yönettiriyordu. Çoban tarafından korunan; çoban tarafından güvenli yerlere götürülen; kırpılan; parazit temizliği yapılan koyun da kendisi zamanlı alan eğimine göre olan bu tutumla, güdülmeye uyan iradesi olma dışında; irade ve irade sahipliği yoktu. El; "Ben sizin çobanınız olan El’im" derken; "ben sizin irade sahibiniz ve sizin iradesiyle (sahipliğiyle) sizin güdeniniz olan El’im”, diyordu.
Nasıl çoban sürüyü istediği gibi istediği bir yere döverek, söverek veya sürü eğimine uyan akışa uygun yönelimle; istediği irade ile istediği yöne, istediği gibi götürürse; El de, ben de sizi istediğim irademle; istediğim doğrultuya (hayır olana da şer olana da) götürürüm diyordu.
Bu takdir çobanın ve El’in adaleti oluyordu. Adalet bir gerçekleşmeydi. Gerçekleşmenin nasıl olacağı da El takdirli kaderdi. Ne den kaderdi? Girilen yolun kendine özgü yol süreçleri vardı. Bu süreçler yola giren kişinin (El’in de) istek ve bilinci olan iradesinden bağımsız bir var oluştu.
Mal, mülk sahibi olmakla; mal mülk sahibi olamamanın; kendisine özgü yol süreçleri ve alan girişmesi vardı. El istese bile bu yol süreçlerini değiştiremiyordu. El mal sahipliğini takdir ediyordu. Yol süreçli olan yolun alan etkisine de hayır şer diyerek; o da benden demesiyle El’e göre takdirle kaderler vardı.
Girilen yol neydi. Kişisi mal mülk sahibi olmanın yolu. Ve maldan-mülkten yoksun olanların mal mülk sahiplerinin, malı mülkü üzerinde çalışacak olanlara sahip olmalarıydı (malsız mülksüz olanların emek gücüne sahip olmaktı). Yani zengin olmakla, zengin olmayacakları hedeflemekti. İşte takdir buydu.
Girilen yolun mülk sahibi olup olamama girişme şartı, bu alan etkisi içine girdikten sonra kişi dışında kişinin var oluşundan ve kişinin bilincinden bağımsız zıtların varlığı ve birliği olmakla süreç kişilerin “neyleyim ki kader böyle” dediği şeydi.
Böyle bir gerçekleşme ve bu gerçekleşmeye göre yol alış ta adaletti. Hem de El takdirli El adaletiydi. Siz, su içinde olursanız suyun şartları farklıydı ve zaman farklı akardı. Siz ormanda olursanız ormanın şartları başkaydı; ormanın zaman, mekân, devimleri farklı akardı.
Ki bu durum aslında çobanında kendi şartları dışında iradesinin olmadığıdır. Çobanın amacı sürüyü otlatmakla, sürüyü tehditlere arşı korumakla, çobanın sürü üzerinde egemen oluşudur. Evet, çoban sürüyü istediği yere istediği gibi götürecektir. Ama amacı sürüyü otlatmak olan çobanın, sürüyü her istediği yere değil de; ot olan yere; sürünün güvende olacağı yere ve sürüyü bataklık, uçurum olmayan bir yere götürmek te çobanın kaderiydi.
Ot olan, bataklık ve uçurum olmayan yere sürüyü götüren çobanın iradesi de kendi dışındaki nedenle istediği gibi olmayıp kısıtlanır. Böylece çoban sürüyü istediği yere götüremez. Yönetici istediği gibi yönetemez. El de keyfi takdir yaptım dese de istediği gibi takdir edemez. Girilen yolla gerçekleşenleri takdir eder. Otlu yere gitmek El’in sürü üzerindeki iradesi gibi söylenir.
Otsuz yeri sürüye yasaklamak ta çobanın (El’in) bir başka iradesi olur çıkardı! Bu her iki tasarruf üzerinde El ya da çoban iradesi alan eğimine uygun olurdu. Akışa uygun olanları söylemekle El ve çoban kendi iradelerine uygun olanı söylemiş olurlardı.
Çoban ya da El koyunu otlu yere götürürken; aksayan hasta koyunu isterse kucağında otlağa kadar taşırdı. İşte bu onun, koyunu kucağında taşır olup olmamak gibi hiç bir zorunluluk içinde olmamasıyla; davranır olacağı durumdur! Yani çoban; “öyle veya böyle olmak zorunda olmadığı anlayışıyla koyunu kucağında taşıyıp, taşımama işi; El’in iradi olarak verdiği karar, kendi isteğini yapıyor olma eğilimidir!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.