- 720 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
KIRGIN ÇİÇEKLERİN GÜRÜLTÜSÜZ ÖLÜMÜ...
Son belleyip elimizin bir türlü gitmediği; belki birliğin ve de dirliğin mümkün atının olmadığı.
Zamanın seyrinde yorgun bir gölge tadındayken hayat, zamkın yapışkanlığında ölümlü iken sevgilerimiz hani, o rüştünü ispatlamanın getirdiği kaygılar.
Alaylı cümleleri ihbar etme istemi bir de mektepli olmanın erdemi iken büründüğüm sükût.
Yaş aldıkça artan yasın yasasız tezahüratı bir de solan gül’ün güncesini tutan ihbar edilesi ismimin güftesinde bir diken arsızlığında için için kanayıp yine içime akıttığım gözyaşı.
Suret-i kati olmaz deyip de teslim olunası ne de olsa mubah sayılmayan bir özdeyiş: ‘’Büyük lokma ye büyük konuşma.’’
Anlamlar ıslık çalıp çalıp nakaratların defolu yalnızlığının boynuna geçirdiğim madalya. Al işte; şeref kürsüsünde aklın nidaları bir de pas vermediğim ikilikçi beyanlar. Azdan çoğa eksilmekse çoktan sıfıra nakşeden bir acı iken, acılara nüfus eden hayat.
Barışık olduğumu sandığım iç dünyamın akan çatısında soluklanırken, pencere görevi niyetine dokunduğum annemin mavi gözleri. Umuda dair şarkılar biriktirdiğini bilip de içimin içimi yediği.
Sükûnet müptelası çocuk sevinçlerimin de yanlı tezahüratı hele ki işkillenmeye görsün insan.
Adı adsızlığın sunumunda bir önyargı aslında üstelik kırgın çiçeklerin gürültüsüz ölümünde darağacına çıkma istemim.
Ölüm… Bayat bir ön provası belki de daldığımız uykunu zaman zaman sığlığı genelde derinliğine tabi olup bir mevta izlenimi uyandıran kapalı gözlerimiz.
Hastane koridorlarından morga uzanan merdivenler belki de gömmeye kıyamadığımız ölü hayallerimiz.
Sıcak bir sunum iken hayat, siyaha düşkünlüğü mü yorgun ruhumun üstelik her devre arasında acı denen buruk kabullenmişliğin, anlatma ihtiyacı duyup da ansızın geri çekildiğim bir dost meclisi mi özlemini duyduğum?
Biraz mütereddit demek pek de hayra alamet değil hele ki korkaklığın daniskası iken sarpa saran onca önyargıyı masumiyetin çağrısıyla aklama ihtiyacı yine hele ki pervasız bir nota iken o ahenkli melodinin ruhunu çalan…
Korkular hep teyakkuzda. Yalanlar sunumda aralıksız üstelik. Sevdaya meyyal masal tadında bir ömür iken özlemini duyduğumuz serpiştirdiğimiz umutlar da gagalandı ya karakarganın istilası ile… böyle mi olmalıydı, deme hakkım dahi yok iken kolaysa çık işin içinden.
Penceremde onca yorgun kuş üstelik ıslak ve ürkek belli ki benzeşen yanlarımı tırmalıyor şakıdıkları her saniye.
Suskun olan bir kumruya ilişti mi gözüm, soruyorum gayri ihtiyari:
‘’Çifte kurma lakabına ihanet eden tek canlı sen misin?’’
Pervasızlığın boyutsuzluğuna rast geldiğim her ölümlü günde, kanayan niyazlarımda buluştuğum tek varlık.
Tüm kırılganlığımla, tüm özrümle, tüm aşkımla, tüm beyanlarımla üstelik çekinmeden ve dilim döndüğünce çıktığım huzuru İlahi sancıların sunumunda yine benliğime iliştirdiğim görünmez kanatlar.
Ahvalin işveli kahkahalarına tanık oldukça sessizce soluyorum sebeplerini bunca düşkün bahaneyi nereden buluyorlar da ayyuka çıkıyor bonkör pervasızlıkları?
Gülmek için için ama azımsanmayacak bir mülkiyet iken masumiyetin telaşı sanırım kaybetmekten korktuğum en büyük damga, addedilen saflığa muktedir iken benliğimin konuşlu olduğu hangi vasıfta olduğunu da umursamadığım, sevmelere doyamayıp bir o kadar aldatıldığım ve yaşama sevincimin baltalandığı.
Gönül gözüme konan bir serçe kadar sıkılgan ama bir o kadar da sokulgan: nice gel-git, nice sapak, nice ittifak ve nice zulüm.
Acılarımdan utanıyorum bazen ve bazen de hayatla arama nifak sokan ihanetinden insanoğlunun. Aklımın pekişen tahayyülünde, sevdaların da ritüeli iken peşin peşin sevdiğim nice insan ama kanatıldığın da bariz simgesi iken az sonra yazacağım bilmem kaçıncı şiir üstelik şair sıfatını hala konduramazken.