- 1703 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Heinrich Böll: Birşeyler Gelişecek - Güçlü Bir Eylemin Öyküsü
Hayatımın en tuhaf dönemlerinden biri Alfred Wunsiedel´in fabrikasında görev yaptığım dönem diyebilirim galiba. Benim doğal yapım; çalışmaktan fazla düşüncelere dalıp boş vakit geçirmeye müsait olsa da, zaman zaman maddi sıkıntılar beni iş yeri olarak adlandırılan mevkiyi kabul etmeye zorlamakta, zira düşüncelere dalarak boş vakit geçirmenin getirisi oldukça az. Yine yeniden bir maddi dibe vuruş esnasında kendimi bir iş ve işçi bulma kurumunun ellerine teslim ettim. Benimle birlikte yedi dert ortağımı Wunsiedel´in fabrikasına gönderdiler. Orada bir yetenek testine girmemiz ön görülüyordu.
Fabrikanın öteden görüntüsü dahi beni işkillendirdi: Fabrika tamamen cam tuğlalardan inşa edilmişti ve benim aydınlık binalara, odalara duyduğum antipati çalışmaya duyduğum ile aynı oranda. Aydınlık ve neşeli renklere bürünmüş kantinde bize derhal kahvaltı sunulması daha da işkillenmeme sebep oldu. Hoş görünümlü garson kızlar yumurta, kahve ve tost getirdiler. Zevkli seçilmiş sürahiler içerisinde portakal suyu vardı; kendini beğenmiş kırmızı balıklar burunlarını açık yeşil tonların yansıdığı akvaryum camlarına sürtüyorlardı. Neşe saçan garson kızlar sanki neşelerinden çatlayacak gibiydiler. Ancak güçlü iradeli gayretleri - bana böyle yansıyordu - onları durmaksızın şarkılar söylemekten alıkoyuyordu. Dert ortaklarımın sezemedikleri gözlenen şeyi, ben hemen sezmiştim: Bu kahvaltının da sınavın bir parçası olduğunu; bu yüzden insan vücuduna değerli besinleri temin etmenin tam bilinci ile beslenen biri gibi özveriyle çiğnedim ikram edilenleri. Normalde bana hiç bir gücün yaptıramayacağı bir şeyi yaptım; boş mideye portakal suyu içtim. Kahveye ve yumurtaya dokunmadan tostun da büyük bir parçasını tabakta bırakarak kalkıp kantin içerisinde bir eyleme gebe gibi volta atmaya başladım.
Böylece öncelikli olarak beni sınavın yapılacağı odaya götürdüler. Soru formları şık masaların üzerinde hazır bulunmaktaydılar. Duvarlar, modern iç tasarımcıların dudaklarından “harika“ sözcüğünü döktürecek bir yeşille boyanmışlardı. Görünürde kimse olmasa da, gözetlendigimden emindim. Bulunduğu yerde yalnız olduğuna inanmış ve faaliyete gebe biri gibi davranmaya özen gösteriyordum: Sabırsız bir tavırla çantamdaki dolma kalemi çıkarıp kapağını çevirerek açtım ve en yakınımdaki masaya oturdum. Soru formunu oldukça asabi bir işletme sahibinin faturalarını ele alması gibi kendime doğru çektim.
Birinci soru: Bir insanın sadece iki kolu, iki bacağı, gözleri ve kulakları olmasını doğru buluyor musunuz?
İlk defa düşünmelerimin meyvelerini bu anda toplamaktaydım ve tereddüt etmeden yazmaya başladım: “Dörder kolum, bacağım, kulağım olsa dahi, girişim hevesime yetersiz kalacaktır. İnsanoğlunun donanımı ne kadar da zavallıca.”
İkinci soru: Aynı anda kaç telefon kullanabilirsiniz?
Buna verilecek cevap da birinci derece bir denklem kadar basitti. “Sadece yedi telefon ise”, yazdım, “sabırsız olurum, dokuz telefonun kapasitemi tamamen kullanacağını düşünüyorum.”
Üçüncü soru: Paydos ettikten sonra ne yaparsınız?
Cevabım: “Paydos sözcüğünü artık tanımıyorum - on beşinci doğum günümde sözlüğümden sildim, çünkü her şey bir eylemle başlar.”
İşe alındım. Gerçekte dokuz telefonla dahi kapasitemin dolmadığını hissediyordum. Telefon ahizesine bağırıyordum: “Derhal davranın!” veya “Bir şeyler yapın! - Bir şeyler gelişmeli - Bir şeyler gelişecek - Bir şeyler gelişti - Bir şeyler gelişmeliydi.“
Çoğu zaman - atmosfere uygun olduğunu sezinleniyordum - buyrum kullanıyordum.
Kantinde sessiz, neşeli geçen ve vitamin açısından zengin öğle yemeklerimiz ilginç geçiyordu. Wunsidel´in fabrikasında özgeçmişini konu etmeye can atan insan kaynıyordu, girişim hevesi yüksek kişiliklerin yaptıkları gibi. Özgeçmişlerini hayatlarından daha çok önemsediklerinden, dokununca hemen gururlanarak kusuveriyorlardı.
Wunsiedel’in yardımcısı Broschek adında bir adamdı. Kendi çapında bir şöhrete ulaşmıştı, nedeni ise henüz üniversite öğrencisi olmasına karşın, geceleri de çalışarak yedi çocuk ve bir felçli kadını beslemeyi başarmıştı, aynı zamanda dört ticari temsilciliği başarıyla yürütürken iki yıl içerisinde iki mezuniyet sınavını takdirle kazanmıştı. Muhabirler: “Ne zaman uyursunuz Bay Broschek?”, diye sorduklarında, “uyumak günahtır!”, diye cevap vermişti.
Wunsiedel´in sekreteri de felçli bir eş ve dört çocuğunu örgü örerek beslemişti, aynı zamanda psikoloji ve hayat bilgisi üzerine doktora yapmıştı, kurt köpekleri yetiştirmişti ve solist olarak Vamp 7 adı altında şöhrete ulaşmıştı.
Wunsiedel, sabahları gözünü açar açmaz bir eylem yapmaya kararlı kişiliklerden biriydi. Bornozun kemerini bağlarken “Harekete geçmeliyim”, diye düşünenlerden. Tıraş olurken “Harekete geçmeliyim”, diyerek bir zafer kazanmışçasına bakarak, kestiği sakalları sabun köpüğüyle birlikte tıraş makinesini durulayanlardan. Bu arta kalan kıllar onların girişim heveslerinin ilk kurbanları. Daha mahrem eylemler de bu insanlarda tatmin olma duygusu uyandırır: suyun şırıldaması, kâğıdın kullanılması. Bir şey gelişti.
Ekmek yenilir, yumurtanın başının koparılması.
En önemsiz işlem dahi, Wunsiedel yaptığında bir eylem gibi görünür; şapkayı başına geçirmesi, mantosunu enerji saçarak ilikleyişi, eşine verdigi öpücük, yaptığı her şey.
Ofisine adım atarken, sekreterini “Bir şeyler gelişmeli!”, diyerek selamlardı. O da memnun bir ruh haliyle: “Bir şeyler gelişecek!”, diye karşılık verirdi. Sonra Wunsiedel fabrikanın bölümlerini tek tek gezerek neşeyle: “Bir şeyler gelişmeli!”, diye seslenirdi ve herkesten: “Bir şeyler gelişecek!”, diye karşılık alırdı. Benim odama gelince, ben de “Bir şeyler gelişecek!”, diye cevap verirdim.
İlk hafta içerisinde telefon sayısını on bire çıkartmıştım, ikinci hafta ise on üçe. Sabahları tramvayda yeni buyruklar uydurmayı ve gelişmek fiilini farklı zamanlarla, cinslerle, isteme kipleri ile ve bildirme kipleri ile kovalayarak eğleniyordum; iki gün boyunca hep aynı cümleyi tekrarlıyordum, çünkü kulağıma çok hoş geliyordu: “Bir şeyler gelişmiş olmalıydı”, diğer iki gün boyunca bir başka cümleyi: “Bu gelişmiş olmamalıydı.”
Böylece, gerçekten bir şey olduğunda, kapasitemin zorlanmış olduğunu hissediyordum. Bir Salı sabahı henüz yerime tamamen yerleşemeden, Wunsiedel odama dalarak “Bir şeyler gelişmeli“sini getirdi. Lakin yüzünde anlatılması güç bir ifade, kural gereği, neşeli ve candan “Bir şeyler gelişecek” diyerek cevap vermeme engel oldu. Galiba hayli uzunca tereddüt etmiştim. Sesini nadiren yükselten Wunsiedel bana bağırıyordu: “Cevap verin! Kurala uygun cevap verin!” Ben yaramaz bir çocuğum demeye zorlanan gönülsüz bir çocuk gibi sessizce ve büyük bir çaba harcayarak “Bir şeyler gelişecek” cümlesini çıkarabildim. Bunu dillendirir dillendirmez gerçekten bir şey gelişti: Wunsiedel yere yığıldı, düşerken bir kenara yuvarlandı ve açık duran kapıya çapraz uzandı. Teyit edeceğim şeyi ilk anda fark etmiştim. Usulca masamın etrafını dolaşarak yerde yatanın yanına ulaştım: Ölmüştü.
Başımı sallayarak Wunsiedel´in üzerinden geçdim ve koridorda yavaş yavaş Broschek´in odasına doğru ilerledim. Kapıya vurmadan adım attım. Broschek yerinde oturuyordu, her elinde bir telefon, ağzında bir tükenmez kalemle defterine not almaktaydı. Bu sırada yalın ayaklarıyla masanın altında bulunan bir örgü makinesini işletiyordu. Bu şekilde ailesinin giysi ihtiyaçlarını tamamlamaktaydı. Sessizce: “Bir şey gelişti”, dedim. Broschek ağzındaki kalemi tükürerek, ellerindeki ahizeleri masaya bıraktı. Tereddüt ederek ayak parmaklarını örgü makinesinden çözdü.
“Nedir gelişen?”, diye sordu.
“Bay Wunsiedel öldü”, dedim.
“Hayır”, dedi Broschek.
“Evet”, dedim, “gelin benimle!”
“Hayır”, dedi Broschek, “bu mümkün değil”, terliklerini ayaklarına geçirdi ve beni koridorda takip etti.
“Hayır”, dedi, Wunsiedel´in cesedinin önüne ulaştığımızda. Yüksek sesle “Hayır, hayır!”, dedi, İtiraz etmedim. Wunsiedel´i dikkatlice sırt üstü çevirdim, göz kapaklarını kapattım ve onu izlerken düşünceliydim.
Ona karşı az kalsın bir şefkat duygusu hissedecektim, ilk defa ondan asla nefret etmediğimi kavradım. Suratında bir şey vardı, oyun arkadaşlarının ikna edici argümanlarına rağmen Noel Babaya olan inançlarını kaybetmemeye inatla direnen cocukların suratlarında olan gibi.
“Hayır”, dedi Broschek, “hayır.”
“Bir şeyler gelişmeli”, dedim Broschek´e dogru usulca.
“Evet”, dedi Broschek, “bir şeyler gelişmeli.”
Bir şeyler gelişti: Wunsiedel toprağa verildi. Ben ise tabutun arkasında suni güllerle süslenmiş bir çelenk taşımak için seçildim, çünkü ben sadece düsünceli olmak ve boş durmak için donatılmış değilim, aynı zamanda şeklim, şemalim ve suratım kara takım elbise giymeye de çok müsait. Wunsiedel´in tabutunun arkasında suni güllerle süslenmiş çelenk ile birlikte harika göründügüm aşikâr. Bu tabloyu gören zarif bir cenaze defin kuruluşundan, matem tutan kişi olarak, mesleki görev yapma teklifi aldım. “’Siz matem tutan kişi olarak doğmuşsunuz. Elbiseler bizden. Suratınız - tek kelime ile: Şahane!” , dedi kuruluşun yöneticisi.
Kapasitemi tamamen tüketemediğimden ve on üç telefona rağmen kendimi yeterince meşgul hissetmediğimi gerekçe sunarak Broschek´e ayrılacağımı bildirdim. İlk mesleki cenaze törenimden hemen sonra anladım ki; sen buraya aitsin, senin yazgın ve yerin burası.
Yas şapelinde yeterince kâle alınmayan bir parça olan; Händel´den Largo çalarken, tabutun arkasında, elimde sade bir buket çiçekle, düşünceli bir halde dikiliyorum. Mezarlığın kahvehanesi benim için en uğrak mekân oldu. Sahne almadığım zamanlar boş vakitlerimi orada geçiriyorum. Kimi zaman görevlendirilmediğim halde, bazı tabutların arkasına takıldığım da oluyor, cebimden ödeyerek aldığım buketle yurtsuz bir tabutun peşinden yürüyen memura eşlik ediyorum. Zaman zaman Wunsiedel´in mezarını da ziyaret ediyorum, sonuçta gerçek mesleğimin keşfini ona borçluyum. Düşüncelere dalmanın ve boş boş durmanın adeta bir gereksinim sayıldığı bir meslek.
Wunsiedel´in fabrikasında imal edilen ürünün ne olduğunu hiç merak etmediğim sonradan aklıma geldi. Sabun olsa gerek.
Güncel Sanat dergisi (Sayı 46, Ocak/Şubat)
(Çeviri: Erhan Balaban)