Türkiye tarihinde ilk kadın başbakan olan Sn: Tansu ÇİLLERİN de oğlu askere gitmiş
Soğuk bir gün, hem de çok soğuk.
Soğuk bir gün, hem soğuk hem de itici.., hem sevimsiz hem de duyarsız bir gün.
Ben hayatım da, bir sonbahar mevsimini, bir de sonbahar da yağan o yağmurları sevemedim. Yağmuru ve sonbaharı sevmem içinde her hangi bir neden de yoktu zaten.
..Böyle bir sonbahar mevsimi, böyle bir yağmurlu günde bende öylece oturmuş, hiçbir şeyden zevk almadan hiçbir şeyin lezzetine bakmadan öylece durmuş bekliyorum, neyi beklediğimi bilmeden.
Boş, her şey bir boşluk içerisinde dolanıp duruyor konacak bir yer aranıyor muş gibi,
Can sıkıntısı son safhada, huzursuz ve de mutsuzum. Çok garip bir şeydi bu durum benim için..,
Mutsuzluğumun ve canımı sıkan bu şeyin ne olduğunu bilemiyorum ve beni:
Beni rahatsız eden bir başka şey daha vardı, tatminsizlik. Bu tatminsizlik durumu nedir? Nereden kaynaklanıyor bunu bir türlü kestiremiyorum..
Hiç ama hemen- hemen hiçbir şey beni memnun etmiyor, her şeye bir kusur bir eksiklik arıyor ve buluyorum. Bu durum hiç hoşuma gitmese de bu duygudan da kurtulamıyorum. Ben, az şeyle yetinen, çok küçük şeylerle mutlu olan biriydim oysa.
O şey, her hangi bir şey benim haberim olmadan, benim dışımda, hele de beklemediğim bir anda gelmişse keyfime ulaşılamazdı. Bana şimdilerde neler oludu böyle?
Ben o eski beni kaybetmek istemiyor var gücünle o eski halimi arıyorum kaybedilmişlikler arasında.
Şimdi ise hiçbir şey bana yeterli gelmiyor, istemediğim halde bunun önüne geçemiyorum.
Bu yüzden hem kendimi, hem de çocuklarımı üzüyorum.
Çok sıkıntılı günler geçirdim, çok yoksulluk çekmiş olmam da, beklide bu durumun yarattığı psikolojik bir sorunda olabilir, kim bilir?
Belki de öyledir.
Çocuklarım için pek çok şey erken olabilir, ama benim için pek çok şeye geç kalmış olabilirim.
Bu yaşıma kadar henüz hiçbir şeyim olmadı, ancak bu iş yerini açabildim de, bu iş yeri de iş yapmayınca, öylece kalıyoruz el ele baş başa işte. İnsanın sürekli bir geliri yoksa istediği gibi hareket edemiyor, harcamalarda çok daha dikkatli davranmak zorunda kalabiliyor
.. Hep bir korku hep bir endişe içerisindeyim ve bu olumsuzlukları kafamdan atmak istediğim halde atamıyorum. Yetişkin iki oğlum var ve kimsenin bizleri yoksul, yetim çaresiz görmesini istemiyorum. Gittiğim yerlere elim boş gitmek ağırıma gidiyor. Çocuklarım için daha dikkatli, daha bir olumlu düşünmek zorunda kalıyorum.
Aslında yaşadığım bu can sıkıntısı, bu tatminkârlığın nedeni buydu. Az da olsa rahatlamak, hayatı biraz daha kolaylaştırmak istiyordum. Bunun az da olsa hallettiğimi düşünüyordum ama yanıldığımı anlayınca elimde çok bir şeyin kalmadığını gördüm… Bu yoksulluktan çok sıkılmış, nefretim boyumu aşmak üzere. Her ay sonu bir kâbus olmaya başladı bizler için.. her kira zamanı mal sahibiyle yüz yüze gelmek büyük bir eziyet halini almış durum da.
Yılın sonunda ev sahibiyle kira pazarlığı yapmak sanki ölümün yarısıymış gibi acı veriyor bana artık.. Of be canım çok sıkılıyor, sıkılmadan öte, canım çok yanıyor
Soluk almadan yaşıyorum hayatı sanki.
Soluk almadan, nefessizmişim gibi yaşıyorum sanki. Gözlerimde ki bakışlar bir boşlukta kaybolmuş gibi, kollarım her iki yanımda öylesine sallanır dururlar. Her şey ne kadar da anlamsız, her şey ne kadar da yalanmış, insan kendini uyurgezer gibi hissediyor. Gözlerin kapalı, her iki elini öne doğru uzatarak öylece gezin dur odanın içerisinde. İnsanların, ben uyurgezerim demesi bana hem yalan hem de çok garip gelmiştir.
İnsanlar neden? Uykusunda gezsin?
İnsanlar neden uykusunda konuşurlar ki?
İnsanlar ağzına geleni söyledikleri zaman, neden kafayı yemiş damgası vurulur ki?
İnsanlar neden konuşulması gereken zamanda konuşurlarsa deli, konuşmasalar akıllı oluyor, neden?
Yoksa hepimiz uyurgezeriz de bizler mi farkında değiliz. Aslında uyurgezer olmamız birilerinin çok işine yaradığı kesin, hele de ‘’İnsanların’derin uykuda olmaları, bu daha da harika bir şey olsa gerek onlar için, öyle değil mi?
Sanırım ben bu günlerde tam olarak ne dediğimi, ne düşündüğümü anlayamayacağım. Öylesine kafam karışık ki, öylesine kötü bir durumdayım ki, anlatmak imkânsız gibi bir şey. Dünya sanki benim dışımda bir yerde dönüyor. Benim sanki birisiyle kavgam var da, sanki birisiyle küsüm, sanki bu yüzden tüm dünya bana sırtını dönmüş, beni yok sayıyorlar. Yokmuşum da ben var olmak istedikçe birileri benimle adeta alay ediyormuş gibi uzaktan bana bakıyorlar. Uyurgezerlik bu ise, galiba ben bir uyurgezerim.
Ya da ben neyim? Kafam karıştı ve isyan bile edemiyorum. İnsanlar hiç yoktan bana saldırsalar, ben kendimi savunamaz bir haldeydim. Ben, öylece sağıma soluma bakınıyor ve herkesin ne kadar çok derdi varmış diye düşünüyorum. Her fırsatta yanıma gelip, içlerinde ne var ne yok gelip bana anlatıp gidiyorlardı, ve onlar rahatlıyorlardı ama bana ondan sonra ne olduğunu kimse bilmiyordu, bilseler de çok umurunda sanki İsanların.. Ben ise onları dinler gibi yapıp sadece yüzlerine bakıyorum. Kimse benim halimi sormuyor…, hiç kimse bana, sen ne durumdasın diyen yok.
İnsanlar o kadar çok şey anlatıyorlar ki bana, ben onların anlattıklarının çoğunu algılayamıyorum bile. Ama gene de kendimi dinlemeye mecbur edip, onları dinliyorum, ne mecburiyetim vardıysa artık.
İnsanlar anlatıyor anlattıkça da rahatlıyor, rahatladıkça da konuşuyorlardı. Hiçbir tanesi sormuyor, sen ne durumdasın?
Sen bizi dinliyor musun?
. Bazen benimde karşımdakine bir çift söz söyleme ihtiyacı duyduğum anlar oluyordu ama beni anlayacak, ya da dinleyecek tek bir insan bulamıyorum etrafımda. Dakikalarca koşuşup içlerini boşaltan o insanlar, bana iki kelimelik zaman ayırmıyorlardı. Bazen öyle hızlı öylesine acele konuşuyorlar ki, ben onları dinliyor muyum, dinlemiyor muyum? Benim yüzüme bile bakmıyorlar. Ben, ağzımda o iki kelimeyle öylece kala kalıyorum karşılarında.
Önceleri bu duruma çok bozulsam da, sonraları alıştım. İnsanları tanıdıkça da bunun çok normal olduğuna karar verip, bir daha onlara iki kelime anlatıp, boşuna çenemi yormamaya karar verdim. Seni dinlemeyene…,konuşmanın da bir anlamı yok çünkü onlar seni duymuyorlar ki. Beklide o iki kelimeyi konuşsam bile…, ne demek istediğimi anlamaya bile çalışmayacaklar, Ne gerek var kendimi yormaya, diye düşündüm çok da haklıydım aslında ve bu haklılığımı zamanla çok daha iyi anladım.. İnsanların ne çok sıkıntıları varmış, ne çok dertleri sorunları varmış..İlk yanına yaklaştıklarında…, hiç de vakitleri yokmuş gibi davranıp, konuşmaya başlayınca da her şeyi unutup, hiç bitirilmeyecekmiş gibi bir zaman tüneline giriyor, uçsuz bucaksız bir yol arkadaymışız gibi konuşuyor, anlatıyor, anlattıkça da sakinleşip, unuttukları nefes alıp vermeyi, daha bir rahat alıp vermeye başlıyorlar..
Bu durum bazen beni memnun etse de, bazen de çok sıkıyordu açıkçası, ne bu ya gidin bir doktora, doktordan yardım isteyin diyecek kadar yakınlarına geliyor, sonra da geri dönüyorum, neden? Onları kırmak istemiyorum.
…Ya ben? Ben önemli değilim, nasılsa alışığım kırılmaya yok sayılmaya, çok da önemli değil benim memnun olup olmadığım… O kadar zamanları yokmuş gibi davranıp, olur olmaz ne varsa konuşuyorlardı. Bu durum bir tarlaya girip, zararlı otları yolarken, ekili olan ürünü de yolup atmak gibi bir şey oluyordu.. Çünkü ben bir daha onları dinlemiyor, onların olduğu topluma dahi girmemeye başlamıştım. Kısacası benim gibi bir dinleyiciyi kaybetmişlerdi. Susup onları dinleyeyim derken, harbiden uyurgezer olmuşum farkına varmadan...
Son zamanlarda sürekli ağaran başım, beni çok yormaya başlamıştı. Hemen hemen başımın ağrısı hiç geçmiyor. Bir gün ağarmasa, o bir günün karşılığı tam üç gün oluyor başımın ağrısı hiç kesilmeden devam ediyor... Bu baş ağrısından öylesine bunalmış, öylesine yoruldum ki.., ki, hayatımı adeta bir belirsizliğe hapsetmiş, kendimi işe yaramayan bir varlık olarak hissettiriyordu bana artık...
Hiçbir şey algılayamıyor, hiçbir şeye dikkatimi veremiyorum. Sesleri duymuyor, duysam da söylenenleri anlayamıyorum..Bitkin bir haldeyim, kendimi çok yorgun hissediyorum.
TV karşısına geçip seyrederken uykuya dalıyor, hiçbir şeyden tat alamıyor, hiçbir şey bana zevk vermiyor. Dedim ya, dünya benim dışımda dönüyor, benimle kavgalı benimle küstü.. Oturup haber dinlemek istiyorum, her ne kadar da hayattan soyut yaşıyor gibi dursam da ben yaşama karşı soyut durmak istemiyorum. Çünkü böyle yaşamak bana göre değil bunu biliyorum.
.. Son zamanlar da en önemli konu malum, Lübnan’a gönderilecek olan askerler. Cumhurbaşkanı asker gönderilmesin diyor. Cumhurbaşkanı asker gönderilmesin diyor da?, Sn: Cumhur başkanı günler önce Lübnan’a Asker gönderilmesin diye açıklama yapmıştı.
Ama emir büyük yerden gelmişti, ABD, den: Konuyu meclisin gündemine götürüp, oradan çıkacak olan karara göre hareket edeceklermiş. İyi ama meclisin çoğunluğu AKP de. AKP ‘nin çoğunluğunu oluşturduğu meclisten, nasıl bir sonuç çıkabilirdi ki?
Kimi dönüş yolunda, kimi teskereye bir hafta kala ölen onca genç insan. Bir yandan ‘’annelerin’ ‘’feryadı evrenin’’ öte tarafında duyuldu ama bizim ülkemizde hala anlamayan, anlayanın da bu savaş neden? Diye soramayan insanlarla dolu. Yıllardır bu adı konmamış savaş devam ediyor ve 20 lik delikanlıları toprağa koymak kolay bir şey miydi anne ve de babalar için?
Hem neden?
Anne babalar feryat ederken, başbakandan çok ilginç bir yanıt geliyor. ASKERLİK, yan gelip yatma yeri değildir. Tabi ki ölecekler, böyle sesleniyor halka kürsüden.
Başbakanın kaç tane oğlu olduğunu tam olarak bilmiyorum ama bildiğim tek şey var, çocuklarının Amerika da, burslu olarak okuduklarıydı, söylenti bu yönde. Başbakanın ve diğerlerinin de. Üst düzeyde kimler varsa, hepsi bir yerlerdeydi ama kesinlikle bu savaşın içerisinde değillerdi.
Bu vatan hepimizin vatanı, tamam da, madem bu vatan hepimizin, neden sadece benim canım yanıyor?
Elbette ki hiç kimsenin ölmesini istemiyoruz. Bu üst düzeyde olan insanların çocukları, hepsi okumuş yazmış insanlar. Çoğu yurt dışında eğitim yapmış belli bir yere gelmiş gençlerdi. Hepsi oralarda çalışıyor, hepsinin yeri yurdu oralarda. ‘’Peki, bu insanların, bu ‘’vatan hepimizin’, dediği bu ‘’vatan’’ için ne yapıyorlardı? Hangi faydaları dokunmuştu vatanım dediği yere?
Bu vatanda hemen herkes aç, hemen herkes işsiz, hemen herkes yoksulluk içerisinde yaşıyorlar, daha doğrusu yaşamaya çalışıyorlar, adına yaşamak denirse tabi. Bu gençlerin ailelerinin çoğunluğu köylerde yaşayan, okuma yazma bilmeyen ailelerden oluşmakta.
Bir kısmı yoksulluktan kaçıp şehrin bir yerinde varoşları oluşturup, ne köylü kalıp, nede kentli olup şehir hayatına adapta olamamış, her iki kültür arasında sıkışıp kalan ailelerin çocuklarından oluşuyor. Bir kısmı askerde ölüyordu, hayata kalmayı başarabilenler de, şehrin cazibesine kapılıp, o parıltılar arasında battıkça batıyor, batmamak için boğuşurken daha da batıyor, battıkça da başka bir canavarın kollarında buluyorlar kendilerini.
Kurtulabilenler de vardır elbette ki, onlarında yaşamları boyu bildikleri tek şey, biriktirmek, biriktirmek ve biriktirmek. Çünkü ne insanlara nede geleceğine güveniyor bu insanlar, sadece kenarda bir yerde koyduğu üç beş kuruş onun yaşamı boyunca tek gücü ve tek dayanağı, tek güvencesi oluyor. Ne kadar acı bir durum öyle değil mi?
Bir yandan savaş, bir yandan yoksulluk, öte yandan çığ gibi büyüyen cahillik…
Yukarıdakilerle aşağıdakilerin arası….,O kadar hızlı açılıyor ki, aşağıdakiler daha da uçurumun dibine itiliyor…., Üstelik bu ülkenin çoğunluğunu oluşturanlardır uçurumun dibine doğru itilenler..
Olan gene gençlere oluyor ve çok garip bir gençlik yetişiyor. Öyle ki, okusak ne olacak ki? Okuyanları görüyoruz hepsi işsiz, hepsi sokaklarda boş boş dolaşıyor, hatta birçoğu pazarda çalışıyor’, diyorlar hep bir ağızdan. Yani istenilen olmuştu sanki. Vatan millet Sakarya diyen bir gençlik ama bu söylemin ne anlama geldiğini sorun, hiç kimse yanıt veremeyecektir.
Gençler, sokakta kendilerini bekleyen tehlikenin farkında değil, farkında olsalar da ne olacak ki sanki? Sokakta ölmeseler askere gidip, orada öleceklerdir. Hangi tehlikenin farkında olacaklardır hem olsalar da ne olacaktı ki? Güvenli bir yer varmıdır? Böyle bir yer var ise bu yer neresiydir?
Elbette ki oğlunu okutup asker edenlerde vardı, tıpkı iki gün önce oğlunun tabutuna sarılıp ağlayan bir anne gibi. Anne, oğluma bisiklet almadım ki, düşüp de bir yerini yaralamasın, canı acımasın.., diye’’ ağlarken’, yüksek rütbeli bir asker bu annenin yanına yaklaşarak, vatan sağ olsun deyince, o anne o askere bakarak, senin oğlun var mı? Diye sordu.
O yüksek rütbeli asker var ve Ankara da diye yanıt verdi o acılı annenin sorusuna.
Anne, benim oğlumda okumuştu, peki o neden asker olup askerlik yaparken öldü?Deyince, o yüksek rütbeli asker’, o annenin yanından kaçıp uzaklaşmış….
Bu acıdan canı yanan anne, bu sözleri bir gazetenin haber muhabirine anlatıyordu. Benden korktular: Başka anaları arayıp taziyede bulundular da, beni hiç kimse arayıp sormadı. Ben vatan haini değilim, ben isyan ediyorum çünkü benim canım yanıyor.
Neden?
Neden? Bu anlamsız savaş neden?
Neden bizim oğullarımız ölüyor?
Bilal nerede askerlik yapmış? Diye soruyordu Muhabir aracılığıyla o yüksek yerlerde olan insanlara.
Duyan olmuş muydu ki?
Hiç sanmıyorum.
Bu arada hatırlatalım Bilal Sn: (Başbakanın oğlu oluyor )
Başbakanın oğlu askerlik mi yaparmış?
Amerika’dan yıldırım gibi gelip,’’ her kese iki anahtar’’ diyen ve jet hızıyla başbakan seçildikten sonra…, aynı hızla İnsanların ellerindeki anahtarları almaya Ramak kala…,Oradan uzaklaştırılan Türkiye tarihinde ilk kadın başbakan olan Sn: Tansu ÇİLLERİN de oğlu askere gitmiş, kız arkadaşıyla barlarda tamamlamıştı askerliğini korumalar eşliğinde.
Şimdi herkes köşe yazarları, eli kalem tutan, ağzında dili olan herkes, Başbakanın bu sözlerini eleştiriyordu. Askerlik yan gelip yatma yeri değildir. Her ne kadar da yüksek sesle konuşmuyor olsalar da, herkes bir köşesinden dokundurup kendince yorumlar yapıyor, kendilerine ayrılan gazete köşelerinden eleştiri yapıyorlardı’’ izinlerinin ‘’yettiği yere kadar. Hatta bir kısım insanlar, Dördüncü. Murat’tan bile örnekler veriyordu.
Hele de son günlerin en çok konuşulan konusu Lübnan’a asker gönderme konu meclisten büyük bir çoğunlukla onaylanırken, hiç zorlanmadılar...
Dün, Gazeteci ve de köşe yazarı olan..,Hasan Pulur, şöyle bir örnekle özetlemişti diyeceklerini
Bu günde Çetin Altan hemen hemen aynı şeyleri yazıyordu köşesinde.
Köylünün birisinin oğlu askere gitmiş ve ölmüş.. İkincisi, üçüncüsü derken adamın bir oğlu kalmış. Ve 4. Murat gene kapıya dayanmış, gidin o oğlunu da askere alın diye emir vermiş.
Adam isyan ederek, gidin o 4. Murta mıdır nedir, gidin ona deyin ki oğlumu askere göndermiyorum. Adam benim orama güvenip, ikide bir savaş çıkarmasın, demiş.
O köylünün akıbeti ne olmuş bilinmez ama bu durum nereye kadar? ABD. Gidecek bir yer işgal edecek kendi çıkarları için, Türkiye oraya asker gönderecek. Bu ülkenin anaları ABD için mi çocuk doğuruyorlar?.
Ne olacak ki: Tat oğlunun tüfeği
Tat oğlunun barutu, doldur at.. Ne olacak ki, suyuna mı para vermişlerdi?
Bu gençlerin Büyümeleri için, yetişmeleri için bir çaba harcayıp,, bir eziyet mi çekmişlerdi bu insanlar ki, senin canın yanmış senin gelinin dul kalmış, Senin torunun yetim kalmış, kimin umurunda. Anasını satayım bu dünyanın...
İşte bu yüzden soruyorum, biz uyurgezer miyiz? Diye. Sanırım isyan uyurgezerlik gibi bir şey ki kimsenin hoşuna gitmiyor. İsyan edersen eğer yersin akıl hastası damgası, uyurgezer olmak lazımmış, bu ülkeye iyi vatandaş olmak için:Ne can sıkıntısıymış ama rahatladımJ)
Gündüz Yavuz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.