Hücreden
Aşağıdaki yazı kurgu olmayıp bütünüyle gerçektir..
Bugün 24 mart 2015 salı.
İzmir Ödemiş cezaevinde hücredeyim.
Boyu dört eni üç adım ve dikine tek bir ranza, hemen ranza başına yarım bir duvar örerek tuvaleti sıkıştırmışlar.
Kedinin bile zor sığabileceği minicik bir pencereyi üç metrelik tavanın dibine köşeye bir yere koymuşlar.
Baharın güneşi ben dışarıdayım diye çabalasada, dışına sarmaşık gibi sıkıca örülmüş paslı dikenli teller ve demirler arasından göstermekte zorlanıyor ışığını.
Tam karşısındaki üç metrelik mavi demir kapıya yansıyan bu huzme, güneşin acziyetini bağırıyor sanki, güneş bile zavallı burada.
Yemek o üç metrelik kapının altındaki küçük bir kapaktan veriliyor.
Yemek az önce geldi, menü siyah ineğim cömert’in bile pek yüzüne bakmayacağı olabildiğince kalın doğranmış marul. Kaşığa göre kesilmediğine şüphe yok, zira on tekrarla bir parça marulu ağzıma götürmekte başarolı olamadım.
Tabak ile ağız arasındaki mesafeyi kaşık üzerinde bu tür marul ile almak ciddi bir denge uzmanlığı gerektiriyor.
Elim ile denedim, çok organik geldi çünkü tarladan koparıldığı gibi tabağa doğrandığı muhakkak. Ve yanında bulgur, su da haşlanıp servise hazır hale getirilmiş, herhangi bir yağ ve salça çeşiti ile tanışıklığı olmamış belli.
Ana yemek patatesli bezelye, marul ve bulgurdan esirgenen yağ ve salça tüm cömertliğini bu yemekte göstermiş durumda.
Öyleki beş dakika içinde üzerinde üç milim petrol benzeri bir tabaka oluştu. O tabakayı hiç parçalamadan tabak boyutunda bir bütün olarak kaldırmakta oldukça başarılıydım. Lakin altındaki patates ve bezelyeler öyle garip kaldılarki içim acıdı hallerine.
Tuz yok bulmak olanaksız. O güzelim yemekleri tuvalete dökmek durumunda kaldım çünkü çöp yok oraya dökülüyormuş, dökmessen hücreye fök, orayada dökmessen sen bilirsin, akşam yemeğine tabaklarını boşaltmak zorundasın dediler. Açımm aç!
Sevdiğim bekliyor olmasa bir posiyon pirzolaya üç gün hücre yatabilirdim.
Banyo yaptım muhteşemdi. Tüm cezaevine bir saat sıcak su veriliyor, koğuşlarda 25 kişi var birde bacağim yara. Yara mikrop kapmaması için bacağıma çöp poşeti bağlıyorum o da bir zaman kaybı 24 kişi sırada bekliyor. Burada sıra falan yoktu ve tüm sıcak su bir saat boyınca sırf bana aitti. Allahım ne konfor ne lüxler içindeyim hücrede bile olsam..
Gerçi tuvalet üzerinde banyo yapmak zor, çünkü deliğe akan sıcak su tüm hücreye aşırı bir lağım kokusu yayıyor.
Allahtan ağır bir grip halindeyim bu kaçınılmaz kokuyu almıyorum. Hasta olmanında ne faydalı yanı varmış şaşılacak şey.
Sıgara sorun, gardiyana bağırsan hücredeki mahkumu kimse tınlamıyor, senin göremediğin uzun bir koridorda dolaşıp soğuk duvarlardan yankılanarak sana geri boş dönüyor sesin.
Fakat tedarikliyim, testislerimin hemen altına bir paket sıgara sıkıştırdım ama heran gardiyan gelecek tedirginliğinde içiyorum sıgaramı. Çünkü sıgara yasak ve dumanın çıkış yapabileceği bir boşluk yok o minik pencere dışında.
İlerideki bir başka hücreden radyo sesi; hep arabesk hep arabesk.
Ulan bu nedir arkadaş, zaten dardayız bu kadar arabesk ile hücreye daha da dar hale getirmenin alemi varmı yani.
değil bugünün, çocıkluğundaki İlkokuldaki sevgilileri bile çıkıp geliyor aklına insanın.
Neyseki ricamı kırmadı kıstı sesini ama yine inceden tınısını alıyorum.
O değilde zaten bir paket sıgaram var beni bunalıma sokarak onu da yedirtecek bana kahpe zinâsı.
Bu küfür türü Ödemiş’te çok yaygın, çoğu kişi birbirine günlük kullanıyor bu usülü.
Şöyle bir düşününce böylesi bir küfür şekli öyle hafif birşeyde değil. Ancak herkes memnun gibi kahpe bir kadının zinâsının ürünü olmaktan.
Bence direk orospu çocuğu demek bundan daha hafif bir sinkaf kalır..
Hava kararmaya başladı, içeride ışık yok o küçük penceredem de veremiyor artık minik ışığını.
Sadece koridorda ışık var, o ışık da büyük demir kapının altındaki yemek alma boşluğundan yarım metrelik alt betonu ışıtabiliyor. Ondan yararlanmak için yere diz çökerek defterimi görmesini oldukça sağlayarak aydınlık dilenmek gerekiyor.
Alaca bir karanlıkta yazıyorum şuan, tam bir ceza sistemi ki mantığı yok. Bir kitabı bin rica ile yalvararak getirtsende sadece gündüz okuyabilirsin pess! Gece ola hayrola...
Heryer karardi, mecburen yere diz çökerek alta vuran koridor ışığına sıkışıyorum..
Tanrıyı düşünüyorum..
Burası ona yol bulmanın en özel yeri, bir sessizlik çöktü tüm koridora, lakin bir sessizlikki içinde ne sesler ne çığlıklar gizli..
Hadi diyorum Tanrım, hadi minik bir işaret ver, o minik pencereye bakıyorum belki bir yıldız görürüm belki de Tanrı oradan bir işaret verir.
Sonra vazgeçiyorum bundan, eğer Tanrı gelecek veya bir işaret verecekse o minik ve karanlık pencereye ihtiyacımı var..
Betona bakıyorum, hadi Tanrım minik birşey yap bir işaret ver, hadi seni ben yarattım sen benim âciz zavallı küçük mahluğumsun benim insanımsın de hadi yap şunu...
Tık yok..
Herşey tamamen söndü, alt betona vuran koridor ışığı dünyayı aydınlatan bir nur gibi geliyor insana. Özgürlük ne tarafta, sevdiklerim ailem yârim ne yöndeler, neresine düşüyorlar buranın..
Saat 10, sayıma geldiler. Sıgaralarımız koridorda, eğer gardiyanın keyfi yerindeyse sana iki üç saatte bir tek veriyor bu yasal ama yasa gardiyanın insiyatifine göre işliyor.
Birine rica ettim yalvardığımı bilmeden yalvardım belki, ona rağmen yüzüme bile bakmadı. Bir suratki despotizmin imaj örneği. Dışarıda adam yerine koymadıklarına burada devlet imparator yetkisi vermiş sanki. An desen tutanak yiyorsun görüşün telefon hakların kesiliyor, küfretsen hücrelrrden kurtulamıyorsum. Cezan uzuyor, ailene nasıl açıklarsın bunu.
Ha sıgara, vermessen verme lan çokta tın, benim zaten bir zulam var.
Üçü bir arada kahve getirdim, fakat kaynar su yok. Nöbetçi gardiyana bağırıyorum, bir uzun süre sonra sallana sallana en nihayet geldiler kendileri.
Fakat ben daha sıcak su istemeye fırsat bulamadan tepkisini koydu; bana gardiyan diyemen!!
Memur bey diye hitap edecekmişim.
Yahu kardeşim gardiyan değilmisin sen ?
Çok ilginçtir ama gardiyana gardiyan! dedim diye sıcak suyu isteyemedim iyimi bu ne lan!
Bu gardiyan ne demek acep?
Kemal sunalın kibar feyzo faşo ağa sahnesi geldi aklıma, bele puşt kibin ibne kibin bişemidir.
Moralim sanki düzgünmüş gibi bir farklı bozuldu şimdi. Heryer olduğundan daha karanlık geliyor sanki.
Yakından bir ezan sesi, uzaktan bir köpek. Ah ne saadet, insanın o özgür köpek olası geliyor.
Bu defa başka bir hücreden yine radyo sesi, pop’tan arabesk oradan halk müziği, oradan yabanciya gecip duruyor.
Normal değil belli, hiçbirşey normal değilken ben neden direniyorum illa normal kalabilmek için?
Soğuk sütümü bardağa boşalttım, tabi cam değil plastik bardak çünkü camın her türü yassak. İçine birde üçü bir arada kahve döktüm gayet hoş bişey oldu. sıcak su çok ta şart değilmiş hani.
Grip halim sıtmaya dönüştü, dışım yanarken içim titriyor. Keşke diğer battaniyemi de alsaydım, oysa çırılçıplak yatakta yatmanın hazzını duyacaktım uzun zamandır. Hücrenin bana sunacağı bu mühim ayrıcalıktan yararlanamadım.
Domuz gribi varmış bu ara çok yaygın, otuz kişi ölmüş ki bunların üç tanesi mapushaneden.
Umarım bende domuz gribi değilimdir burada ölmek istemem.
Ölmenin en güzel yanı bu beton ve demir zeminlerden kurtulup toprağa kavuşmak.
Toprak ? Üç yıldır unuttum onu, kokusu nasıldı ?
Ah köyüm yine öyle çamurlu mudur yolların..
İki duvar yazısı; negatif dünya içinde pozitif düşünen insanlar olarak burdayız.. ilginç ?
Bir diğeri;
Bu hayatın yönetmeni benim, istediğime rol istemediğime yol veririm...
Ulan iyi bir yönetmen olsan kendine hücre sahnesimi çekersin.
Olsan olsan kötü bir senarist olabilirsin sen ancak. Yarım saat güldüm bu yazıya.
O beni burada bile güldürdü ya, Allahta onu güldürsün...