- 3598 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZAZALARIN HORASAN'DAN ANADOLU'YA YOLCULUĞU
ZAZALARIN HORASAN’DAN ANADOLU’YA YOLCULUĞU
Demokratik açılım ve çok kültürlülük ifadelerinin sıkça telâffuz edildiği bir ortamda, etnik ayrışma ve etnik milliyetçilik havasına kapılan çevreler, Türkiye’yi hızla bölünmeye ve ayrışmaya doğru götürüyorlar. Maalesef bir kısım Zazalar da bu akıma kendilerini kaptırmaktan geri kalmadılar. Peki, Zazaların da bazı Kürt grupları gibi ayrılıkçı bir anlayışı benimsemelerinin neden ve sonuçları nelerdir; bu yazımızda bu konuyu tartışmaya açacağız.
Zazaların Kürtlerin bir kolu; Zazacanın ise Kürtçenin bir şivesi olarak görülmesi hayli eski bir zamana tekabül etmekle birlikte Cumhuriyet tarihi boyunca da devam etmiştir. Bu fikrin kabul görmesinde ne tuhaftır ki, Türk Tarih Tezinin kurucuları, Türk siyaset teorisyenleri ve politikacıların hatırı sayılır derecede payları olduğu yadsınamaz. Onlardan tam aksi yönde görüşler sunmaları beklenirken, adeta bindikleri dalı kesmesi anlamına gelebilecek böyle bir politika izlemeleri, aklımıza bazı gizli emellerin olabileceği ihtimalini getirmektedir. Mesela Zazaların Türk olduğunu söylemeleri; bu olmuyor ve tutmuyorsa Zazaların Kürt olmadığı; ne bileyim; mesela, Acem olduklarını söylemeleri kendi açılarından daha mantıklı olabilirdi. Ancak onlar, adeta koro halinde Zazaların Kürt olduklarını yüzlerce yıl tekrar edip durdular.
Bu anlamsız tanımlamanın nedenini araştırdığımda ilginç bir tespite ulaştım. Zazalara Kürt demeyip, onlar için Türk tanımlaması yapıldığı takdirde, Kürtlerin Türk olmadığı tezi haklılık kazanacaktı. Yani Zazaları da Kürtlerin bir kolu sayarak tümünün Türk olduğunu ileri sürmek daha kolaycı bir anlayış olarak görülmüştür. Sadece Zazaları ayırıp da Türk saymak, otomatik olarak diğerlerinin Türk olmadıkları anlamına geliyordu ki, bu onlar için ateşle oynamak gibi bir şeydi.
Ancak günümüzde bu anlamsız tanımlamaların bir temeli olmadığı ortaya çıkmış ve mızrak çuvala sığmaz olmuştur. Zazalar, üzerlerine giydirilen Kürt elbisesinin kendilerine uymadığını anlamış ve topyekûn ayağa kalkmışlardır. Bu insanlar kendilerini tarihin hiçbir döneminde Kürt saymadığı gibi bugün de saymamaktadır. İtiraz etmek bir yana; böyle bir yakıştırmayı kendilerine yapılmış bir hakaret gibi görürler.
Onları bu noktaya getiren koşullar irdelendiğinde, kronolojik bir seri takip ettiği görülmektedir. Bir kere, Zaza kelimesi; İslâm Ansiklopedisi’nde, Meydan Laorusse’da ayrı başlık olarak yer almasa da bu konuda Rus ve Avrupalı yazarlarla Türk araştırmacıların tespitleri ortalığı karıştırmaya yetmiştir. Özellikle, Rus araştırmacı V. Minorsky, Holandalılar tarafından zamanın en ünlü otoritelerine 30 yılda tamamlattırılabilmiş olan İslâm Ansiklopedisi’nin İngilizce nüshasında, “Kürtler” bahsini işlerken “20. yüzyılda Kürtler arasında kesinlikle Kürt olmayan bir unsurun tespit edildiğini” belirtilmiştir. Bu grubun Kürtçe’den çok farklı kuzey-batı lehçesi konuştuğunu yazdıktan sonra, koca ansiklopedideki her Zaza kelimesinin geçtiği yerde “gerçek Kürt olmayan” kaydını düşmüştür.
Ezber bozanlar arasına başkaları da katılmakta gecikmemiş, örneğin; konunun uzmanı sayılan O. Man, David Mc Kenzıe, Prof. Haddank, Zazalarla Guranların ve Hevramîler’in Kürtlüklerini kesin ifadelerle ret etmişlerdir. Hollandalı araştırmacı V.M. Bruınessen de “Ağa, Şeyh ve Devlet” isimli eserinde aynı görüşü paylaşarak onlara destek vermiştir. Japon asıllı Prof. Goıcıe Kojıma da bu kervana katılarak, Zazaki’yi ayrı bir dil olaşarak sınıflandırmış ve “bir Kürt grubunun bulunmadığını, her bir lehçenin ayrı bir dil gibi olduğunu” belirtmiştir.
Bu araştırmacıların bulguları Zaza aydın ve gençleri heyecanlandırmış ve onları, ciddi arayışlara sürüklemiştir. Hem bu güne kadar onları Kürt sayan Türk teorisyenler, hem de onları çantada keklik gören Kürt milliyetçileri şaşkına dönmüşlerdir. Artık yeni karşıt teoriler geliştirmeleri gerekecektir.
Zaza genci, hiç anlamadığı Kürtçe dilini ve pek de benzemediği Kürt’ten kendini ayrı görmeye başlamıştır. Ona tabi olmayı isyan edercesine ret etmektedir artık. Sözü edilen bilgi ve bulgulardan bağımsız olarak, Zaza kesiminin öteden beri Kürt kesimine içten içe duyduğu bir reaksiyon vardır. Ben ve benim gibi pek çok Zaza, hayatımızın bir döneminde mutlak surette bu yönde çelişkilere ya şahit olmuş ya da yaşamışızdır. Bu açıklamamla birlikte aklıma 1975 yılında Muş İlinin Gölköy’üne öğretmen olarak atandığım gün geldi. O gün, Solhan’ın Cıxs Köyünde (Mahallesinde) oturan vatandaşlarla birlikte olduğumuz bir anda oranın en yaşlı ve ileri geleni olarak bilinen Hacı Arif Ocağ isimli bir yaşlı aşiret mensubumuz, benim bir Kürt köyüne öğretmen olarak atandığımı duyunca yüksek bir sesle: “Bak yeğenim bir Kürt köyüne öğretmen olarak gideceksin. Sana en büyük tavsiyem o Kürt çocuklarına her şeyi yanlış öğret; eğer doğruyu öğretirsen onlar ilerde büyük makamlara gelirler ve biz Zazaları ezerler; sen onları bilmezsin; gel de ne olduklarını bana sor” demişti. O ilginç tavsiyeye gülmüş ve hayretler içinde kalmıştım. Yörede yaşayan yaşlı ve okuryazar olmayan bir Zazanın daha o yıllarda Kürtlere bu denli ölçüsüz sayılabilecek tepkiler göstermesi ilginç değil mi?
Geçen yıl Diyarbakır’a yaptığım bir seyahatte, tesadüfen ayaküstü sohbet etme imkânı bulduğum altmışlı yaşlarda olan bir vatandaşa: “Zaza mısın Kürt müsün sen, hemşerim?” şeklinde bir soru yöneltmiştim. Soruyu duyar duymaz yüzünü bana çeviren adam, hiddetle “Allah etmesin ben Zaza olam” cevabını verince şaşkına dönmüştüm. Devamında ona: “Ben de Zazayım hemşerim, neden Zazalara bu kadar kızgınsın” diye sorduğumda bu kez de biraz mahcup bir edayla “Sen Zazalara bezemiyorsun” demişti; sonra da “Yahu! onlar şöyle karışık kuruşuk konuşuyorlar; ben onların konuştuklarından bir şeyler anlamıyorum” şeklinde kaçamak bir cevap vererek sıvışıp gitmişti. Bu iki küçük örnek asla istisna değildir. Bu yazıda ifade etme imkânı bulamayacağım yüzlerce örnek olaya şahit olduğumu ya da yaşadığımı hatırlıyorum.
Peki, ama kimdir Zaza denilen bu halk topluluğu; nereden gelmiş olabilirler? Esas üzerinde çalışılması gereken husus budur. Ben de hasbelkader konuya merak duydum ve küçük bir araştırma yaptım. Yaptığım bu küçük araştırma sonucunda Zazaların, kimi çevrelerin iddia ettikleri gibi kesinlikle Kürt olmadıklarını; Kürtlere hiç benzemediklerini; bundan daha önemlisi de kendilerini asla Kürt saymadıklarını ve öyle hissetmediklerini gördüm. Yüzlerce yıl birlikte yaşamalarına rağmen, hatta köylerinin Kürt bölgesi içinde öbek öbek serpilerek konuşlanmış olmalarına rağmen asimile edilme girişimlerine direndiklerini, dillerini ve kültürlerini muhafaza etmeyi başarabildiklerini gördüm. Düşündüm ki, Diyarbakır, Urfa, Bitlis gibi pek çok il ve ilçenin değişik yerlerine yayılan bu köylerin Kürt köyleriyle çepeçevre çevrilmiş olmalarına rağmen, asimile olmayarak Zazacayı yaşatabilmelerini anlamak kolay değil. Anadolu’nun Bingöl, Tunceli gibi bölgelerinde toplu halde yaşadıkları yerlerde bunu anlamak mümkün, ama her Zaza köyünün dört bir yandan Kürt köyleri tarafından sıkıştırılmış ve kuşatılmış olmasına rağmen Kürtleşmemiş olmasını büyük bir takdir ve hayranlıkla ile ifade etmek gerekir. İşte böyle uzun bir tarihsel dönem içinde Zazaları Kürtleştiremeyenler, değişik metotlar kullanarak onları yok etmeyi denemektedirler. Gerek Türk siyaset teorisyenlerin gayretleri, gerekse Kürt milliyetçilerinin günümüzde terör örgütünün baskıcı eylemlerini de arkasına alarak Zazaları asimile etme ve yok sayma siyasetini gütmeleri iflas etmiş ve Zazalardan büyük tepki almıştır. PKK’nın son dönemlerde eylemlerini Zazaların çoğunlukta olduğu Tunceli ve Bingöl sınırlar içine kaydırması, Zazaları Türk kamuoyu önünde zor duruma düşürmek ve bu iki halk arasında öteden beri var olan yakınlığa darbe vurmaya yöneliktir. Bu politikaya bölge halkı büyük tepki ve öfke duymuştur.
Konumuza böyle bir yaklaşım getirmekle sorunu çözdük mü? Elbette ki hayır. Esas sorun teşkil eden mesele hala izaha muhtaçtır. Zazalar kimdir, nereden geldiler sorununa hala mantıklı ve bilimsel bir cevap bulunmuş değil. Yaptığım araştırmada bazı aydın ve düşünürler, Zazalarca konuşulan dilin Farsçaya çok yakın olması gerekçesiyle Zazaların İrani kökenli olduğunu ve Hazar Denizi kıyısındaki bölgeden Anadolu’ya geldiklerini ileri sürmektedir.
Türk ve Kürt’ten bağımsız, ayrı bir ulus olarak tanımlanmış olmak gençlerin kulağına hoş gelmektedir. Tarihsel süreç içinde çeşitli milletlerin kendi kaderlerini tayin etme hakları uğruna verdikleri kurtuluş mücadeleleri, dünya kamuoyu tarafından büyük bir hayranlıkla izlenmiştir hep. O uluslara benzeşmenin Zaza gençlere sempatik gözükmesinden daha doğal bir şey olmaz. Ancak, olaya biraz daha objektif ve bilimsel anlayışla baktığımızda durumun hiç de öyle olmadığı görülmektedir. Zazaların, Hazar Denizinin kıyısından geldikleri husussu doğru olmakla birlikte, olayın öncesi ve sonrasındaki gelişmeleri anlatan bu tezlerin ayağı yere çok da sağlam basmadığını görüyoruz. Bu tezleri ileri sürenler, iddialarını ispata yarayacak hiçbir belge sunamamaktadırlar, tıpkı Kürtlerin Zazalar hakkındaki iddiaları gibi.
Buna mukabil diğer pek çok tarihçi ve araştırmacı, Zazaların Anadolu’ya Hazar’ın doğusundan geldiklerini kabul etmekte, ancak sırf kullandıkları dilin Farsça’ya yakınlığı ileri sürülerek “İrani kökenden geldikleri ve Acem oldukları tezini” kesin bir dille ret etmektedirler. Bunun yüzlerce yılı kapsayan içi içe yaşamanın getirdiği doğal bir sonuç olduğunu; böyle bir iletişimin sonucunda aynı gruptaki bir dili kullanmaya başlamalarının normal bir süreç olacağını, bu durumun etnik kimliği etkilemeyeceğini ileri sürmektedirler. Yukarıda sözünü ettiğimiz hatırı sayılır sayıda tarihçi ve araştırmacı, Zazaların kökeni ve geçmişi hakkında bana inandırıcı gibi gelen bulgular sunmaktadırlar. Bu bulguların binde bir gibi küçük bir kısmını kullanarak konuya ışık tutmaya çalışacağım.
Ulaşabildiğim bilgi ve belgelere göre; MÖ’den önce 50 yıllarına tekabül eden dönemde bu günkü Hindistan sınırındaki Bahteriyan ve Belh yöresinden Hazar Denizinin doğusuna, yani İran kısmında kalan yöresine göç edip yerleşen Part Türkleri, gelişlerinin ilk döneminde İran’ın bir kısmıyla Midya ve Babil’i istila etmişlerdi (M. Şerif Fırat, "Doğu İlleri ve Varto Tarihi" adlı eseri). Ancak bir süre sonra eski yurtlarına çekilip giderken bazı kabileleri bu geriye dönüş serüvenine katılmayarak bölgede kaldılar. Onlar, burada Acemlerle komşu, hatta iç içe yüzlerce yıl yaşadılar. Acemlerin içtimai hayatlarına katılarak dil ve kültürlerinden ciddi şekilde etkilendiler. Kullanmakta oldukları dildeki Türkçe kelimeleri yavaş yavaş terk ederek yerine Farsça kelimeler koymaya başladılar. Yedi cihana hükmetmiş koca Osmanlı İmparatorluğunun bile Acemlerin etkisi altında kaldığı ve adeta Farsçaya teslim olduğu düşünüldüğünde, oradaki bir avuç Harzem’in buna engel olamayacağı doğaldır.
1220 yılında Cengiz Han’ın Orta Asya’ya saldırıya geçmesi sonucu Harzemşahlar, Tatarlardan da destek alan Moğolların istilasıyla karşı karşıya kaldılar. Semerkant, Buhara ve Urgenç kentlerini ellerine geçiren Moğollar Harzemşah Devleti’ne son verdiler. Harzemşahların başına geçen Celaleddin Harzemşah ordusuyla birlikte Hindistan’a doğru kaçmaya başladı. Ancak yetişen Moğollar İndus Nehri boylarında Harzemşahları tekrar yenilgiye uğrattılar. Harzemşahlar, o günkü İslam devletleri olan Abbasi Halifeliği, Anadolu Selçukluları ve Eyyübi olarak bilinen Suriyelilerden ittifak için yardım istediler. Ne yazık ki beklenen düzeyde yardım gelmedi. Bu sefer Celaleddin Harzemşah halkı ve askerleriyle birlikte 1225-1227 yıllarında Anadolu’ya geldi ve Tebriz’den Harput’a kadar olan bölgeyi fethetti. Böylece önce Erzen-i Rum(Erzurum), Cebel-i Çur, (Çevlik-Bingöl), Kızıl Kilise(Nazmiye), Dersim yakınlarındaki Bağin Kalesi civarına yerleştiler.
Anadolu’ya ayak basan Harzemşahlar, vakit kaybetmeden Selçuklu Devletiyle birleştiler. Bu birleşmenin kendisi için tehdit olabileceğini değerlendiren Moğollar, çeşitli fitne ve hileli yollarla kurulan Harzem-Selçuklu birlikteliğini bozmaya muvaffak oldular.
İlişkileri giderek kötüleşen bu iki Türk Devleti, ne yazık ki karşı karşıya gelmek durumunda kaldı. 1230 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat, Doğu Anadolu’daki Harzemşahların üzerine yürüdü. İki ordu Erzincan yakınlarında Yassı Çemen mevkiinde karşılaştılar. Bu savaşta Harzemşahlar Selçuklulara yenik düştüler. Bu yenilgiyle dağılan halkın Şahı da uzun süre yaşamadı maalesef. 1230 Yassıçimen yenilgisinden sonra, bir süre Azerbaycan, sonra Silvan’a, sonra da Dersim - Cebel-i Çur ( Çabakçur-Bingöl) bölgesine geçip toparlanmaya çalışan Sultan, burada yaşayan köylüler tarafından, bir diğer rivayete göre de hırsız ve çapulcular tarafından öldürüldü. Harzem Şahı Celâleddin Harzemşah’ın sözü edilen mezarı, hem Dersim Alevileri, hem de Zazalar arasında yatır muamelesi gören Sultan Baba Türbesi oldu. (Zaza olan Alevî Dedesi Pir Ahmet Dikme “Haykırıp Duyuramadıklarım” adlı eseri)
Celaleddin Harzemşah’ın ölümünden sonra başsız kalan halkının bir kısmı Dersim yöresinin sarp ve dağlık olmasının güvenlik için sağladığı avantajlardan yararlanmak için buraya bir nevi sığınarak yaşamlarını sürdürmeye devam etti. Buradaki ahali, Horasan’da olduğu gibi alevi inancını sürdürdü. Alevilik denilen inanç sistemi, Türklerin Orta Asya’dan getirdiği Şamanizm inancını İslamiyet’le hamur etmesiyle ortaya çıkan bir İslam mezhebidir. Ancak daha güneye, yani Bingöl, Diyarbakır, Urfa gibi yörelere göç eden Harzemler, kısmen Osmanlı Yönetiminin baskısına da maruz kalmış, kısmen de yörede hakim olan mezhepten etkilenmiş ve sünnileşmişlerdir.
Bingöl’ün Solhan İlçesinde bulunan köyümüzdeki insanların tamamı sünni mezhebine mensup iken, köyümüzün her evinin duvarlarını Hazret-i Ali’nin resimlerinin süslemesi, onun cenklerinin sürekli anlatılıyor olması, Hazret-i Ali’nin, büyümekte olan her çocuğun hayallerini süsleyen bir kahraman olarak tanıtılması ve benimsetilmesi, Harzem dönemindeki alevi mezhebin yansımaları olarak değerlendirilmelidir. Yine Solhan İlçesindeki bir köyünün yöre halkının özgür iradesiyle öteden beri Hazarşah olarak adlandırılmış olması ve aynı isimde bir köyün de Konya İlinde bulunuyor olması bu yörelerdeki halkın ataları olan Harzemşah’lara olan özlemlerinin bir göstergesinden başka bir anlam taşıyamaz.
Zazaların yaşadığı Solhan İlçesi ve köylerinin Horasan kökenli halkın yaşamakta olduğu diğer yörelerle sağladığı aşırı benzerlik, örneğin; kilim ve halı desenlerinden tutunuz da koç katımına kadar olan her alandaki şaşırtıcı benzerlik de bu durumu teyit etmektedir. Ali Güler ve Mehmet Eröz’ün birlikte yaptıkları Türk Ailesi isimli bir çalışmada: (1998, s.66) Şamani ve Müslüman Türklerde erkek veya ailesinin evlenecek kızın ailesine “kalın” adında mali duruma göre eşya ve hayvan verdiklerini tespit etmişlerdir. Ne ilginçtir ki bu adet bu gün hala Zazalarda aynı isimle (kalın) devam etmektedir. Ayrıca, aynı çalışmada: Oğuzlar’da, Hunlar’da, Gokturkler’de, Uygur ve Kırgızlar’da ölen kardeşin dul kalan zevcesi ile ya da dul fakat genç ve çocuksuz üvey anne ile evlenmenin karşılığı olan leviratus uygulamasının görüldüğünden söz edilmektedir ki, bu gelenek de yakın bir döneme kadar Zazaların yaşadığı bölgede aynen uygulanıyordu.
Türklerin geleneklerini, göreneklerini, âdetlerini, inançlarını, başka uluslardan farklarını hikâyelerinde işleyen Dede Korkut, Türklerde miras’ın intikali için, baba ve annenin ölmesinin gerekmediğini söylemektedir. Zazalar da tıpkı bu hikâyelerde anlatıldığı gibi aileden evlenip ayrılan çocuklara hemen tarladan, bahçeden makul bir parça ayrılarak verilmektedir. Düşünüyorum acaba bu uygulamayı oradan getirmiş olabilir miyiz acaba. Hele hele evlenen gençlerimizin eşinin evine gitmesinin pek hoş karşılanmadığı geleneğinin aynısı Eski Türklerde de var olduğunu öğrendiğimde kafamdaki şüphe büsbütün arttı. Gerçekten de bir birimizin kopyası gibiyiz.
Bugün bölgede yaşayan Haydaran, Hormek, Balaban, Çarık, Bulan, Bahtiyar, İzolu, Hiran, Koçgiri isimleriyle tanınan aşiretlerin bir kısmının alevi, diğer kısmının ise sunni mezhebine mensup olduklarını, kendilerine yurt olan Anadolu’ya göçe başlamadan önce Horasan yaylalarında iç içe yaşadıkları Acemlerden etkilenerek, Farsçaya çok yakın bir dil şekline dönüşen Zazaca Dilini konuşmaya devam ettiklerini görüyoruz.
Osmanlı döneminde Zazalara yönelik politikalara bakıldığında, onları sünni mezhebine geçmeye teşvik ettiği, bazen de bu yönde baskıcı politikalar uyguladığı görülmüştür. Halifeliğin kendisine geçmesiyle birlikte din siyasetini güden Osmanlı İmparatorluğu, halkının tarihi menşeiyle hiç ilgilenmemiş, ırk ve kültürlerini araştırmayı akılına bile getirmemiş, onların hepsini Müslüman olarak tanımlamayı yeterli görmüştür. Hatta İmparatorluğun asli ve kurucu unsuru olan Türkmenler horlanmış, dışlanmış ve kıyıma uğratılmıştır. İtiraf etmeliyiz ki, Sırf mensup oldukları mezheplerinden dolayı kendisi için tehlike olarak gördüğü Anadolu Türkmen’lerinin Iran ve Azerbaycan Türkmenleriyle, oradan da Ortaasya Türkleri ile birleşmesini önlemeye hizmet edecek bir tampon bölge oluşturmayı düşünmüş, bu amaçla İran ve Azerbaycan arasındaki bölgeye Kürtleri yerleştirilmiştir
Zazaların Kürt olmayıp aksine, öz ve öz Türk olduklarına dair çeşitli yazar, düşünür ve tarihçiler tarafından dile getirilen binlerce görüşten bir kaçını paylaşarak yazımı sonlandırmak istiyorum. İlk olarak; Zaza olan Alevî Dedesi Pir Ahmet Dikme’nin görüşlerini paylaşarak başlayayım. O, 1999 yılında yayınladığı “Haykırıp Duyuramadıklarım” adlı kitabında “Munzur Dağı’nın Güney yakasında bir tek Kürt yoktur. Orada yaşayan Şeyh Hasan Aşireti tamamen Horasan kökenli Türkmenlerdir. Pülümür’e doğru gelindiğinde Areli, Lolanlı, Şahvelanlı, Kemanlı, Çerekanlı ve daha birçok aşiret oturmaktadır. Bu aşiretlerden hiç biri Kürt değildir. Tamamı Türk kökenli aşiretlerdir” der.
1938 yılındaki Dersim İsyanının Alevî-Zaza Lideri Seyyit Rıza, İsmet Paşa’nın şahsında devlete yazdığı mektupta: “şayet hükümet, hizmet ve sadakatimizden şüphe ederse âbâvu ecdadınızın ( atalarımızın ) eskiden geldikleri Yukarı Türkistan, Horasan vilayetine bütün mensubiyetini aşiretimizle hicret etmeye himmet buyursun” diyerek Zazaların ana yurtlarının yukarı Türkistan, Horasan olduğunu belirtmiştir.
Ermeni tarihçi Garo Sasuni, “Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni-Kürt İlişkileri” adlı eserinde “Prof. Thomanshek, Heartman ve Nöldeke’nin Dersim Zazalarını Kürt kabul etmediğini” yazar.
1937 yılında Tunceli-Dersim’de incelemelerden bulunan Nazmi Sevgen, birçok yaşlının, "Biz Horasan Türkmenleriyiz" dediğini yazar.
Hormak aşiretine mensup bir Zaza olan M. Şerif Fırat, meşhur “Doğu İlleri ve Varto Tarihi" adlı eserinde, "Zazalar’ın bir kısmının İç Anadolu’dan, bir kısmının da daha eski tarihlerde Horasan ve Harzem’den geldiklerini” belirtmiştir. Aynı eserinde Hormak aşiretinin kökeninin Türk olduğunu ortaya koyan Orhan Gazi ve Sultan 1. Murat tarafından onaylanmış 12 nesillik soy kütüğünü kanıt olarak yayınlamış ve Zaza bölgesindeki pek çok yer, aşiret, kişi, türbe isminin öz Türkçe olduğunu da yazmıştır.
Ayrıca Koçgiri Aşiretinden olan Alişir de bir şiirinde: “Ceddimiz Şeyh Hasan, Şâh-ı Horasan” mısraı ile bu aşiretin de Orta Asya kökenli Türk olduğunu dile getirmiştir.
Kendisi de Zaza ve Pertekli olan, Tunceli-Dersim Bölgesinde yıllarca kaymakamlık yapmış bulunan M. Zülfü Yolga (1880-1959) "Dersim Tarihi" adlı kitabında, "Zazalar’ın, Timur’un Horasan’ı ele geçirmesinden sonra, büyük bir topluluğun oradan Anadolu’ya geldiklerini" yazar. Yine kendisi de bir Zaza Alevisi olan Cemal Şener, “Aleviliğin Etnik Kimliği” adlı eserinde: hem Alevî Zazalar’ın, hem de Alevî Kürtler’in köken olarak Türkmen olduklarını tartışılmaz bir biçimde ortaya koyar. Cemal Şener ayrıca: “Alevilikte dedelik, ocak geleneği ile yaşar... Dede Ocakları’nın tümü, kendilerinin Horasan’dan gelen Türkmen aşireti olduğunu savunur” der.
Türkolog Irene Melınkof da Kormançça ve Zazaca konuşan Koçgırı Aşiretinin Türk olduğunu, şu sözlerle ifade eder: “Araştırmalarım beni Kırmanç denen ve Kürtler olarak tanınan insanlar arasında kalmaya götürdü. Töreleri, Ortaasya’ya kadar uzanan Türk töreleri idi. Ölümle ilgili adetler, albastı inanışı, Türkler’in 12 hayvanlı takvimleri, eski yeni yıl bayramları olan Hızır bayramının kutlanması vb. sorduğumda, kaynaklarımdan birisi bana ‘soy olarak biz Kürt değiliz. Fakat (alevi) inançlarımız dolayısıyla çok eza gördük. Dağlara sığındık, Kürtler’e karıştık ve Kürtler olarak adlandırıldık’ demişti.”
Kendisi de Zaza olan eski Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey, 1921 yılında T.B.M.M’de yaptığı konuşmada, Harzem’den gelen ve Türkçe konuşan atalarına Selçuklu Sultanı Alâaddin Keykubat’ın yerleşme izni verdiğini, Yavuz Sultan Selim zamanında Alevî Türkler’in Dersim Dağlarına çekilmek zorunda kaldıklarını, kendilerini gizlemek için Kürtçe öğrendiklerini, süreç içinde Türkçe’den uzaklaştıklarını anlatmıştır.
Araştırmacı Ali Kaya, “Dersim Tarihi” adlı eserinde; Selçuklu Sultanı Alâaddin Keykubat tarafından Şeyh Mansur’a verilen ve halen Şöbek Köyünde Seyyit Cafer oğullarının evinde muhafaza edilmekte olan şecerede yörede yaşayan 12 aşiretin Türk olduğu belirtilmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır: Haydaran, Hormek, Balaban, Çarık, Bulan, Bahtiyar, İzolu, Hiran ve Koçgiri.
Dikkat edildiğinde; bütün yazılı kaynakların sahibi Dersim Bölgesindeki Zaza düşünür, araştırmacı ve bilginlerdir; dolayısıyla da o yöredeki alevi Zazalar konu edilmektedir. Diğer bölgelerde yaşayan Zazalar, bir dönem Osmanlının, akabinde de Cumhuriyet dönemi yönetiminin sadık tebaasından olmayı seçmişlerdir. Eğitim hizmetlerinden ya hiç, ya da çok az faydalanabilmiş olan bu kitleden geçmişiyle ilgili araştırma yapmasını, fikir yürütmesini beklemek fazla iyimserlik olur. Medrese eğitiminden geçmiş din adamların etkisinde olan yöre Zazaları için “Müslümanlık kimliği” birinci derecede önem arz etmiş, diğer kimliklerin hiçbir önemi olmamıştır.
Bu yazımda son dönemin güncel konusu olan Zazaların kökeni hakkında hasbelkader bir araştırma yaparak sonuçlarını paylaştım. Bilindiği gibi bilimsel gerçek, mutlak değişmez olmayıp değişmeye açıktır. Bu gün gerçek olarak bildiğimiz şeyler, yarın yapılacak bir araştırma ile yanlışlar olarak karşımıza çıkabilir. Bu nedenle tespitlerimin mutlak doğruluğu konusunda iddialı değilim. Ben, sadece konuya kendi açımdan gerçekçi bir perspektiften bakmaya çalıştım.
Bana göre; Zazaların etnik kimlikleri kadar kültürel kimlikleri de önemlidir. Zira etnik kimlikler değiştirilemez, yani Türk veya Kürt veya Acem’dirler; bu gerçeğin değiştirilmesinde iradelerinin hiç bir önemi yoktur. Yukarıda tarihsel boyutunu anlatmaya çalıştığım Zazaların Harzemşah Türklerine dayandıkları apaçık ortadadır. Ancak kültürel kimliklerini ise kendileri belirlerler. Eğer onlar kendilerini Türk hissediyorlarsa Türk’türler, Kürt ya da Acem olduklarını düşünüyorlarsa öyle kabul edilmelidirler. Ben, bir Türk boyu olan Zaza olmaktan her zaman gurur duydum ve duymaya devam edeceğim. Yine bana göre; Zazalar, tıpkı diğer Türk boyları gibi sözü ve özü doğru olan, mert, cesur, dürüst, çalışkan, yardımsever, inançlı ve imanlı insanlardan oluşmaktadır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.