- 1290 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Hazırlık... (Vesile)
Hiç ummadığım kadar sıkı kavrıyordu elleri ellerimi, mecali olmadığını bilmeme rağmen şaşkındım.
Gözlerini gözlerimden ayırmıyor, sanki resmediyordu aklına profilimi, ağlamamak için zor tutuyordum kendimi, burnumun direği sızlıyordu. Sanki biliyormuş gibi derinden gelen bir sesle;
"Sakın ağlama" dedi.
Hepten ağlamaklı oldum, tükürüğüm genzimden aşağı inmiyor, üst üste yutkunmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Ellerimi kendine doğru çekerek beline kadar kendini yastığa yarım oturur hale getirdi. Mırıldanırcasına konuşmasına devam ederken, karyolasının karşısındaki dolapta bulunan küçük sandığı getirmemi söylüyordu.
Getirdim.
Ağırdı da, cüzdanından çıkardığı küçük bir anahtarla kilidini açtı ve içindekileri yatağının üzerine sermeye başladı, elleri titriyordu. Kümeler halinde ayırıyor, sonra bazılarının yerlerini değiştiriyordu. Sandığın içindekiler bittikten sonra dipteki ipi gösterdi ve kaldırmamı istedi. Kaldırdığımda yeni bir bölüm daha çıkmıştı sandığın altından, küçük kutuları kendi alıp bana veriyor ve kimlere verilmesi gerektiğini söylüyordu bir yandan.
İnanılmaz ve tarifi mümkün olmayan duygulara gark oluyordum. Öleceğini iyice kabullenmişti artık. Son vazifelerini yerine getiren mağrur bir kadındı, acıdan eser yoktu yüzünde. Oysa yediği uyuşturucu iğnenin etkisi çoktan geçmiş olmalıydı, yüzünü buruşturuyor gözlerini kısıyor ama umursamıyordu...
Avucuna aldığı şövalye yüzüğü parmağıma geçirdi, gözleri nemlenmişti, yağmura gebeydi sanki, ha yağdı ha yağacaktı. Kendine ne denli hakim olduğunu bildiğimden ağlayacağı aklımın ucuna bile gelmiyor sadece kendimi tutmayı becerebilsem diye düşünüyordum.
Yüzüğü parmağıma taktı "Bu Musa Kazım’ındı, takmayacağını biliyorum ama sende kalmasını uygun buldum, bu bilezikler gelinin, bunlar da çocukların..." diyerek, sonradan saydığım dört bileziği avcumun içine bıraktı.
Önceden ayırdığı eşyaları da kimlere vereceğimi söyledikten sonra gümüş bir tütün tabakasını açarak içindeki sedef kakma ağızlığı da gösterip konuşmasını sürdürdü. "Bunlar da Musa Kazım’ın, ikisini de Ali Efendiye ver, o sever cigarayı, kıymetini de o iyi bilir." dedi.
Görevini bitirmenin verdiği bir hazla tekrar yatağına uzanırken gitmemi istedi ve akşama kadar kimsenin yanına gelmesini istemediğini söyledi. Sessizce doğruldum, bana verdiklerinin hepsini içine koyduğum havluyla usulca çıktım dışarı. Yatak odasının önünde bulunan eski antre tabir edilen salonvari odanın içi kadınlarla doluydu, avluya zor attım kendimi. Limon ağacının altına oturup doyasıya hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Ağlamanın insanı nasıl rahatlattığını ilk kez o gün anlamıştım.
Serseri bir kurşundum, nereye gideceğim, nerede duracağım, kimin cinayetini işleyeceğim ve nerede durulacağım belli değildi, omzuma dokunan bir el bin yıllık bir aradan sonra kendime getirmişti beni.
"Sigara içer misin?" diyordu Ali Efe, içerim dedim ve üst üste kaç sigarayı birlikte içtik bilmiyordum.
Aklıma tütün tabakası ve sigara ağızlığı geliyordu ara sıra, nasıl verirdim Musa Kazım’ın eşyalarını bu adama diyordum.
Çünkü biliyordum Ali Efe’nin gizliden gizliye Vesile’ye aşık olduğunu, zaten bilmeyen de yoktu yakın çevrede...
Bir tek Vesile bilmezdi, ya da o da bilir de bilmez gibi yapardı, kim bilir...
Hem bilse bunları Ali Efe’ye vermezdi diyordum kendi kendime...
Üstelik Ali efe bu hediyeleri kabul eder miydi?
../...
YORUMLAR
Her hangi bir ölüm anının yaşanmışlığının aktarımından farklı değildi ve hiç etkilemedi okurken. Sizden hep iyi şeyler okumaya alışmış biri olarak ben bu bölümü pek görmek istediğim formatta bulamadım. Tabii ikinci bölüme şans vermeyecek ölçüde de kötü değildi, moralinizi bozmayınız.
Sonuçta profesyonel eleştirmen değiliz hiç birimiz.
Şiir konusunda daha mı yetkinsiniz acaba nacizane.
Başarılar
İpekyildiz
OlgunOnur
Evet gururlu bir gidiş, ve gururlu iki aşkın hikayesi öykünün tamamı...
Teşekkür ederim.
OlgunOnur
Böyle saça böyle tarak diyeyim bari.
Sonra siteden kopmalar, azalmalar, yakınmalar vs. vs... Böyle keyfi hareketlere devam edilirse yakında kimse kalmaz burda.