Ölülerin Devrimi, Bağımsız Hikayeler - Merceğin Ardında
Ölülerin Devrimi, Bağımsız Hikayeler
Öykü serisini wattpad’den takip edebilirsiniz:
www.wattpad.com/user/Drathanius
2. Bölüm - Merceğin Ardında
Akif, Atatürk Olimpiyat stadını en iyi şekilde görebileceği açıya, doğu tribününün çatısına çoktan yerleşmişti. Doğu tribünü hariç stadın her yerini baştan aşağı görebiliyordu.
Ölülerin devriminin üzerinden tam bir buçuk sene geçmişti. Olayların başlaması ile hızlı bir kaosa sürüklenen şehir, şimdilerde ise kısmen bağımsız ve askeri bir sistemle çalışan gruplarca parsellenmeye başlamıştı. Kara Ay üssünün laneti, insanları birlik ve beraberlikten çoktan uzaklaştırmıştı. Şehirde kendi başına hayatta kalan herkes bir süre sonra bu güçlü gruplarla bir şekilde karşı karşıya gelir ve o gruplar tarafından sahip çıkılırdı. Akif bu gruplardan birinde en iyi bildiği işi yapıyordu. O bir keskin nişancıydı. Olaylardan önce de polis özel harekatta keskin nişancı olarak birçok operasyonda görev almış, deneyimli ve dinamik bir özel harekat polisiydi.
Geniş ve alabildiğine yaşayan ölülerle kaplı olan stadyumda büyük bir ganimet yatıyordu. Olaylar yeni başladığında darbe yönetimi insanların toplandığı geniş alanlara yardım malzemeleri bırakmış fakat stadyumda yaşanan o kanlı günün ardından yardım paketleri sahipsiz kalmıştı. Akif ve ekibindeki diğer herkes bugün tam da bunun için buradaydı. Yaklaşık on beş günlük bir ön hazırlığın ardından tam da bugün erzakların alınması için her şey hazırdı.
Önceden kabaca gözlemlenen stadyumdaki bu çetrefilli görev, ekibin bugüne kadar giriştiği en verimli operasyon olacaktı. Bu ganimeti almak için yirmi üç kişi seçilmişti. Akif hariç herkes sahaya inecek, yaşayan ölülerle yüz yüze savaşacaklardı. Akif ise tepeden ekip arkadaşlarını kollayacak, işlerin kolaylaşmasını sağlayacaktı.
Sahaya inecek olan herkesi müthiş bir tedirginlik kaplamıştı. Yine de Akif’in bir yerlerden kendilerini kolladığı düşüncesi herkesi rahatlatıyordu.
Herkesçe sevilen ve saygı duyulan Akif’e "deli" derlerdi. Çünkü Akif insanlardan çok SSG08 model silahıyla konuşurdu. Bunu çoğu zaman ulu orta yapar ve bu çok normalmiş gibi davranırdı. Kimse bilmezdi bunun sebebini. Bazen bir çocukla konuşuyormuş gibi konuştuğuna şahit olurlardı ancak kimse sormak istememişti.
"Bak maça getirdim seni. Hep isterdin ya." dedi Arif. Sonrasında otuz saniye kadar sessiz kaldı ve zombilerin hırıltılarıyla dolu geniş ve kalabalık stadyuma merceğinden bir kez daha baktı. Sonra yüzü koyun uzandığı yerde az önce stadyuma doğrulttuğu tüfeğini yatay bir şekilde önüne koydu. Bir çocuğun saçlarını okşar gibi nazikçe okşadı silahını.
"Abilerin maç yapacaklar. Ben de... ben de hakem olacağım." dedi.
Bu iş bir an önce bitsin istiyordu Arif. Tam tepesindeki Güneş onun gibi beyaz tenli birisi için fazlasıyla can sıkıcıydı. Telsizden ince bir ses duyuldu.
"Deli. İki dakika sonra giriyoruz içeriye. Gazamız mübarek olsun."
"Amin. Dikkatli olun."
"Sana emanetiz." dedi telsizdeki sesin sahibi.
"Allah’a emanet olun." diye yanıtladı Arif. Karşıdansa bir cevap gelmemişti. Uzun konuşmalara gerek yoktu. Her şey çoktan en ince ayrıntısına kadar planlanmıştı. On birerli iki grup sahanın güney ve kuzey kapılarından giriş yapacak; yavaş ve temkinli bir şekilde zombilerin icabına bakılacak, sonrasında ise iki bine yakın yaşayan ölünün olduğu dev sahada kıyım için düğmeye basılacaktı.
Son bir dakikaya girildiğinde herkes nefesini tutmuştu. Stadın etrafı günler öncesinden temizlendiğinden kimse gizlenme gereksinimi duymuyordu.
"Güney taraf hazır."
"Kuzey taraf hazır"
"Başlıyoruz."
Üç cümlenin sonunda iki ayrı kapıdan içeriye girildi. Şimdilik Akif için yapılacak pek bir iş yoktu. Zaten stadyumun dışı o kadar da kalabalık değildi.
Akif stadyumdaki kanlar içindeki kalabalığa doğru kafasını ne zaman çevirse burada ne olmuş olabilir diye düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Yeşil çimlerin üzerinde yeşile dair hiçbir şey kalmamıştı. İnsanların bavulları arasında birbirine çarpa çarpa dolaşan yaşayan ölüler hafif iniltilerle geziniyordu. Yavrusunu koruyan bir anne gibi ganimetin etrafında etten duvar örmüşlerdi. Sanki zamanında kendilerine yar olmayan o malzemeleri korur gibiydiler.
İki grup da zombileri biçmeye başlamıştı. Kimse silahına davranmıyordu. Akif, Buğra’ya baktı. Kısa bir süre Nişantaşı’ndaki bir antikacıda beraber buldukları sapı sarı pirinçten ve ejderha işlemeli olan kukri model bıçakla, yaşayan ölüleri tek bir hamlede etkisiz hale getirişini izledi. Bir elli boyundaki bu kas yığını herif içerdiği tüm şiddete rağmen komik gelirdi Akif’e. Onu hep Roboroach adlı çizgi filmdeki kısa boylu ve daima sinirli olan Reg’e benzetirdi. Akif ve oğlu bu çizgi filme bayılırlardı. Böyle anlarda hep geçmişinden kopamadığı için kendine sinirlenir ve sırtını ciddi bir kaşıntı tutmaya başlardı. Bir keskin nişancı için dikkat her şeydi. Mermilerini incecik bir ipte yürüyen cambaza benzetir, tüfeğini ise o cambazın cesareti olarak görürdü. Cambazın dengesi ise Arif’in elleri ve nefesinden ibarettir. Tetiğe her bastığında onun için bir cambaz daha karşı tarafa ulaşmış olurdu. Özellikle tam da bugün karşı tarafa geçirmesi gereken sürüyle cambaz vardı.
"Deli yaklaştık. Müziği hazırla."
"Tamam" dedi Akif.
Müzik yaratıkların dikkatini dağıtacaktı. Bu sayede güney ve kuzey ekipleri sahada daha rahat çalışabilecekti. Her bir zombi etkisi hale getirilmeliydi. Bir önceki gün ekipte elektronik işlerinden anlayan birkaç kişi doğu çatısına bir ses sistemi kurmuştu. Kurdukları taşınabilir güç kaynaklarıyla desteklenen 30 desibellik sistem ortalık karışabileceği için test edilememişti. Operasyona katılanlara söylenmeyen bu ince detay büyük bir kumarın oynandığı anlamına geliyordu.
Akif’in yanında yirmi adet el bombası vardı. Bunlar sese doğru yaklaşan zombilerin toplu katliama kurban gitmesi için Akif’e verilmişti. Sese doğru gelip doğu çatısının altına toplanacak olan kalabalığın üzerine atılacaktı. Bu her ne kadar harika bir fikir olsa da her şey müziğe bağlıydı.
Akif, mp3 çaların oynatma tuşuna bastığında etrafındaki kolonlardan seksenleri kasıp kavuran, Alphaville’in o efsane şarkısı Big in Japan duyulmaya başlanmıştı. Güney ve kuzey ekipleri de bu sırada yavaş yavaş koltukların arasından iniyordu.
Müzikle beraber yüzlerce yaşayan ölü Akif’in tam altına doğru toplanıp aciz ellerini göğe doğru, Akif’e doğru kaldırdılar. Telsizden ilk bombayı atacağını belirtti Akif. Tam altındaki ona doğru uzanmaya çalışan ellere doğru bombayı salladı. Bomba mavi gömleği kana bulanmış, sağ elinin işaret ve serçe parmağı bulunmayan bir zombinin tam kafasına düşmüştü. Düşüşten yarım saniye sonra ise bomba patlamıştı. Kollar ve bacaklar gökyüzüne savrulmuş, patlamada havaya uçan yaratıkların kapkara kanları diğer yaratıkların üzerine sıçramıştı. Kopan kafalardan biri Batı çatısının altına kadar gitmişti. Bombanın düştüğü yerde ise toprak bir çukur oluşmuştu. Daha az önce patlayarak açılan çukur sese doğru gelen yaşayan ölülerle tekrar dolmaya başlamıştı.
Böyle gümbürtülere alışık olan ekip istifini hiç bozmamıştı. İki ekipte paralel bir şekilde yeşil sahaya yaklaşıyordu. Kale arkasına geldiklerinde hepsini ciddi bir korku kaplamış ve ilk defa karşı karşıya geldikleri bu muazzam kalabalık karşısında birbirlerine belli etmeseler de tir tir titriyorlardı.
Müzik devam ediyor, yaşayan ölüler Akif’in altına toplanmaktan vazgeçmiyordu. İkinci kez bombayı salladığında bu sefer bomba biraz daha geriye düşmüş diğer çukurla beraber kesişen iki küme gibi bir hal almıştı.
Akif, silahını eline alıp sağ gözünü dürbüne dayadı. Kuzey grubunu gözlüyordu. Ekipten birinin üzerine doğru gelen küçük bir zombi grubunu gözüne kestirdi. Tam kafasına nişan aldığı şişman yaratık ile yüzünün yarısı ısırılarak parçalanmış diğer yaratığı tek bir mermiyle yere doğru serdi. Mermi şişman yaratığın çürüyerek sertliğini yitirmiş kafa tasından hızlıca girip çıkmış daha sonra da yüzü parçalanmış yaratığın kulağından daha düşük bir ivmeyle girip beyninin sol lobunda saplanıp kalmıştı. İlk cambaz karşıya ulaşmıştı. Hemen ardından yüzü koyun uzandığı yerden hafifçe güney tarafına doğru döndü. İşte tam da bu sırada beklenmedik bir şekilde müzik durmuştu.
Güney ekibinin lideri öfkeli tonla: "Müzik neden durdu. Deli?"
"Bilmiyorum. Ses gelmiyor işte."
"Eğer müziği başlatmazsan canlı canlı yem oluruz!"
"Ben keskin nişancıyım, ses mühendisi değil. Anlamam bu işlerden."
"Ölelim mi yani?"
"Saçma sapan konuşma." Dedi Akif. "Bana biraz zaman verin"
"İyi öyleyse. Kale arkasına doğru geri çekiliyoruz. Sesi düzeltmen için bir dakikan var."
"Anlaşıldı."
Silahını yere bırakıp kabloları incelemeye başladı.
"Sikeyim böyle işi" dedi. Kendi kendine söyleniyordu. "Ne anlarım ben bu işten". Kablolardan ince bir duman yükseliyordu. Kısa bir süre sonra hızlıca alev aldı.
"Yanıyor bu Tuncer. Alev aldı."
"Dumanı görebiliyorum. Aşırı güç yüklendiyse kısa devre yapmıştır. Operasyonu iptal ediyoruz."
"Durun. Bu kadar ilerlemişken geri çekilemeyiz. Bir fikrim var."
Herkes pür dikkat Akif’i dinliyordu.
"Otuzar metre arayla altı kişi seyirci koltuklarına dağılsın. Oradan ateş etmeye başlasınlar. Farklı yönlerden gelen sesler onları küçük gruplara bölecektir. Bu sırada siz de işlerini daha kolay bitirebilirsiniz. Sizi kollarım." Dedi Akif. Telsizden üç saniye boyunca ses gelmedi.
"Herkes Akif’i duydu. İki taraftan da üçer kişi seyirci koltuklarına mesafeli olarak yerleşsin. Kalanlarsa dişe diş savaşmaya devam edecek. Sahadaki kimse gerekmedikçe tabancasına davranmasın."
Kale arkalarına çekilen gruplardan üçer kişilik iki küçük grup hızlıca pozisyon aldı. İki saniye de bir gerçekleştirdikleri atışlar, stadyumu inletiyordu. Akif gözünü dürbününe yerleştirmiş tüm dikkatiyle ateş ediyordu.
"Güzel atış Akif."
"Eyvallah." Alt tarafı tamamen parçalanmış, sürünerek ilerleyen bir zombi, Süha’nın ayak bileğini dişlemek üzereyken etkisiz hale getirilmişti. Mermi kafatasının üstünden girip yanağından çıkmış daha sonra da yeşilliğini uzun zaman önce yitiren çimlere girmişti. Bir sonraki atışını Buğra’nın, bıçağını gözüne sapladığı bir zombinin kafatasına doğru yapmıştı. Mermi, Buğra bıçağı sapladığı sırada yaratığın kafasına isabet etmişti ve Buğra’nın gözü gibi baktığı bıçağını vurmuştu. Bıçak, yaratığın yüzünü parçalayarak savruldu. Akif bıyık altından sinsi sinsi gülerken Buğra korkudan kıçının üstüne doğru düşmüştü. oturduğu yerden tüm gücüyle küfür ediyordu.
"Orospu çocuğu sen! OROSPU ÇOCUĞU! ÖLDÜRECEĞİM SENİ! KENDİ TÜFEĞİNLE ÖLDÜRECEĞİM ŞEREFSİZ DELİ!"
Buğra delicesine küfür ederken Akif, cevabını yaptığı bir başka harika atışla cevap vermişti. Buğra’nın hemen arkasında olan iki zombi etkisiz bir halde ağır çuvallar gibi Buğra’nın ayaklarının dibine düşmüştü. Buğra ise bu duruma karşılık tüm hiddetiyle bir yaratığı yakasından tutup yüzünü yumruklamaya başladı. Yakasını tuttuğu zombi çelimsiz ve kısa boyluydu. Buğra’nın savurduğu gülle gibi bir yumruğun ardından feri kaçmış sağ gözü, çukurundan fırlamıştı. Gelen ikinci yumrukta ise elmacık kemikleri ve çenesinin bir kısmı kafasının içine doğru çökmüştü. Buğra hırsını alamamış bir başka yaratığı yere yatırıp bacaklarını arasına almıştı. Yaratığın yüzünü elleri parçalanırcasına yumrukluyordu.
"AMINA KODUMUN DELİSİ, AMINA KODUMUN DELİSİ, AMINA KODUMUN DELİSİ!"
"Sikik taktiğin işe yarıyor deli efendi." dedi Kuzey ekibinin lideri.
"Sikiklere özel olduğu içindir." diye yanıtladı Akif.
Hava biraz kapanmıştı ve Güneş Akif’in peynir gibi bedenini artık yakmıyordu. Akif’se işine öylesine odaklanmıştı ki, karşıya geçirdiği cambazlardan bir ülkeye yetecek kadar sirk ekibi oluşturulurdu. Her şey iyi gidiyordu. Sahada tek tük zombi kalmıştı. Fakat bir anda hiç beklenmedik bir şey oldu. Başka bir askeri grup ani bir baskınla içeri girmişti. Batı kanadından tam on beş kişi otomatik tüfeklerle ateş etmeye başlamıştı. Birkaç saniye içerisinde seyirci koltuklarından ateş eden üç kişi acı içinde can vermişti. Kuzey ekibinin lideri bağırdı.
"Baskın! SİPER AL!"
Bir yandan kafalarının yanından vızır vızır mermiler geçen bir yandan da etrafındaki onlarca zombiyle boğuşmak zorunda kalan askerler, yerde etkisiz hale gelen üst üste yığılmış yaratıkları ve bavulları siper almışlardı. Baskıncıların fark edemediği şey ise Akif’ti. Baskıncılardan birisi Akif’in isabetli bir atışıyla tam göğüsünden vurulmuş ve geriye doğru savrulup kafasını bir betonun tam köşesine çarparak can vermişti. Beton, adamın beyinciğinin biraz üstündeki kafatası kemiğini güçsüzce savrulmuş bir balta gibi hafifçe yarmıştı. Bu isabetli atışın ardından baskıncıların açtığı ateş seyreldi ve siper arayışına girdiler.
Ganimet öylesine büyüktü ki doğal olarak başkaları da bunun peşine düşmüştü. Stadyumdaki zavallı askerler kafalarının ardındaki cesetlere isabet eden mermilere rağmen müthiş bir panik ve adrenalinle kendilerini savunmaya çalışıyordu. Bir yandan ateşin geldiği yöne doğru kör atışlar savururken bir yandan da - biraz da Akif’e güvenerek- üzerilerine doğru gelen tek tük zombiyi savuşturmaya çalışıyorlardı.
Akif baskıncılar tarafından kısa bir süre sonra fark edildi. Düşmanın açtığı ateşle gelen mermilerden bazıları yanından geçiyor bazıları ise bulunduğu yerin altına isabet ediyordu. Dikkatli olmak zorundaydı. Bu sırada Buğra’nın önündeki et yığınından siper yoğun ateşle beraber dağılmıştı. Seri bir şekilde ayağı kalktı ve cesetlerin üstüne basarak koşmaya devam etti. Üzerine doğru gelen aciz zombileri siper alıp zig zag çiziyor ve koşmaya çalışıyordu. Baskıncıların ateşlediği mermiler, etrafındaki zombileri delik deşik ederken, bir mermi şanslı bir şekilde sağ ayak bileğine girmiş ve ayağıyla baldırını bir arada tutan o ince kemiği parçalamıştı. Zavallı adam acı içinde ileriye, kan birikintisinin içine doğru yüzü koyun kapaklandı. Bütün yüzü ve göğüsü kan içinde kalan Buğra, acıyı henüz tam olarak hissetmiyordu. Vücudundaki adrenalin ve yüreğindeki öfke öylesine ağırdı ki bağırarak beylik tabancasını çekip önünde ne varsa ateş etmeye başladı. Mermilerini isabet ettirdiği iki zombi Buğra’nın tam üstüne düştü. Ayağındaki acıdan çok burun buruna olduğu etkisiz hale gelmiş cesedin çürümüş yüzü ve mide bulandırıcı kokusu onu yıpratıyordu. Adeta Gimli edasıyla savaşan Buğra kısa bir süre sonra bayılıverdi. Askerlerden bir çoğu Buğra’nın vurulduğu fark etmişti. Fakat hiçbiri yerinden dahi kıpırdayamazken telsizden Akif’in sesi duyuldu.
"Buğra’yı almalısınız. Eğer ona bir şey olursa ve biz yine de buradan sağ çıkarsak yemin olsun sizi ben öldürürüm. Beni iyi dinleyin. Sizi canım pahasına koruyacağım. üzerinizde ne kadar el bombası varsa batı kanadına fırlatacaksınız. Bombalar patladığında Buğra’ya yakın olan iki kişi de onu çekip bulunduğu yerden alacak. Sayıları az. Onları def edebiliriz. Bana inanın.
"Bombaları atmak için emrimi bekleyin" dedi Güney ekibi lideri. Bu sırada Akif baskıncılardan birini tam omzundan vurmuştu.
"Şimdi".
Emrin ardından bombalar birbirine yakın düştü ve çok büyük bir gümbürtü koptu. Dev bir toz bulutu yükselmişti. İşte tam bu toz bulutu sırasında iki kişi koşup Buğra’yı olduğu yerden uzaklaştırmak için yanına gittiler. Tam o anda toz bulutu hafifçe dağılmaya başladı. Akif ise Buğra’nın bulunduğu yere doğru bakan bir adamı ağzından vurmuştu. "Orospu çocuğu seni" dedi içinden. Hiç vakit kaybetmeden o tarafa bakan bir başka baskıncıyı da elmacık kemiğinden vurmuştu. Mermi adamın gırtlağına sağ taraftan yarım bir şekilde girmiş ve çıkmıştı. Kan adamın gırtlağından oluk oluk boşalmış, hırıltılar içinde geberen baskıncı kendi kanında boğularak kısa bir süre içinde geberip gitmişti.
Baskıncılar ateşi bir süreliğine kesmişti. Artık yeşilinden eser kalmamış dev sahada düşüp kalkarak gezinen zombilerin ağır ve pürüzlü hırıltıları tekrar duyuluyordu. Akif ise cambazları için yeni yuvalar arayışındaydı. Tüm bedeniyle ve ruhuyla beraber tüfeğine bağlanmıştı. Öylesine odaklanmıştı ki arkasından sessizce gelen baskıncıyı fark edememişti. Simsiyah bir çizme kafasına bir gülle gibi inmiş ve suratını yere çarpmıştı. Ne olduğunu bile anlayamadığı o sırada büyük bir bıçağın keskinliğini boynunda hissetmişti.
"Hele bir ters harekette bulun. Bak o tüfeğini götüne sokuyor muyum, sokmuyor muyum." dedi baskıncı.
Akif ise çarpmanın etkisiyle dünyası kaymış bir şekilde, yarı bilinçsiz yatıyordu. Baskıncı Akif’in ellerini ve ayaklarını plastik cırt kelepçe ile bağlamış ve hiç vakit kaybetmeden doğu kanadına sırtını vermiş ekibe cehennemi yaşatmaya başlamıştı. Çatıdaki baskıncının ateşi ile beraber diğer baskıncılar da Akif’in etkisiz hale getirildiğini fark ederek tekrar ateş etmeye başladılar. Ekiptekilerin hepsi durumu fark ederek can havliye doğu kanadının altına koştular. Kuzey ekibi lideri dahil bir çok kişi siper alamadan can vermişti.
Akif yavaş yavaş kendine geldiğinde belindeki bıçağın alınmadığını fark etti. Hızlıca elindeki ve ayağındaki kelepçeyi kesti. On metre ötesindeki baskıncıya doğru sessizce yaklaştı. Ayakta duran baskıncının sırtına güçlü bir tekme geçirdi. Zavallı adam metrelerce yükseklikten aşağıya, Akif’in atmış olduğu bombalarla açılan çukurlardan birine düştü. Düştüğü yer zombilerin kopan uzuvlarıyla doluydu. Herif tam bir cehennemin içindeydi. Kemiklerinin çoğu kırılsa da et parçalarının üzerine düştüğü için ölmemişti. Onu öldüren şey, belden aşağısı bulunmayan bir zombinin elleriyle sürünerek gelip onu elmacık kemiklerinden ısırıp yemeğe başlaması olmuştu.
Baskıncılar durumu fark etti. Tekrardan ateşi kestiler ve kaçmaya başladılar. İki dakika içinde hepsi toz oldular. Ekip kendini toparlayarak hızlıca kalan zombileri de hallettiler. Ortalık gerçek mana da bir cehennemdi ve cesetlerden adım atacak yer kalmamıştı. Görevin bittiğini fark eden Akif koşarak Buğra’nın yanına doğru gitti. Herkes Buğra’nın başına toplanmıştı. Yirmi üç kişi geldikleri sahada on iki kişi kadar kalmış, Buğra ile beraber bir kişi daha vurularak yaralanmıştı.
"Akif, dedi" Güney Ekibi lideri. "Bugün hayatta isek sayende." Biraz durup Akif’i iyice süzdü. "Neyse döndüğümüzde bol bol konuşacağız. Buğra ile Nail’i alıp hemen git. Burayı biz hallederiz." Sonra etrafındakilere bakıp "sırtlayın Buğra ile Nail’i sığır gibi bakmayın. Arabaya götürün hadi."
Nail’in bilinci açıktı fakat Buğra çok şiddetli bir şekilde kan kaybediyordu. İkisini de araca yerleştirdiler. Akif’te direksiyon koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. Buğra’yı karargaha yetiştirmek için gaza köklendi.
Herkes için unutulamayacak bir gün olmuştu. Yedikleri bu baskın bir son değil başka bir karargah ile olan ağır bir savaşın başlangıcıydı.