- 840 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KAÇAK EKMEK
NON KAÇAK (KAÇAK EKMEK)
Hiç de kısa sayılamayacak ömürlerinde bir şehir ya da kasabaya bir kerecik olsun yolu düşmemiş iki kafadar çobanın hikâyesi, Solhan ve civarında dilden dile dolaşarak günümüze kadar ulaşabilmiştir.
Günlerden bir gün, köyün iki fakir ve saf çobanı, her zaman olduğu gibi yine yarı aç ve çıplak bir halde, sırtlarındaki yufka ekmek dolu heybeleriyle sürülerini yayma serüvenlerini başlatırlar. Yokluk ve yoksulluk, onları hep kuru ekmeğe talim ettirmiştir. O güne kadar ekmekle katığı bir arada hiç görememişler. Katık bulduklarında ekmek, ekmek bulduklarında ise katık bulamamış bizim garibanlar. Monoton hayatlarında koyunlarının dışında yalnızca dağ, bayır, dere, tepe vardır. Açlık sorunlarını çözmek için buldukları tek çözüm yolu, her gün koyunlarından birisinin memelerinden sağdıkları çiğ sütü ekmeklerine katık yapmak olmuştur.
Günlerden bir gün, hayvanlarını suladıkları bir pınar başında kaçak mal satan bir katırcı grubuna rastlarlar. İşte bu tesadüfi rastlaşma, filmlere konu olabilecek bir diyaloga sahne olur. Katır sırtında taşıdıkları kaçak malları köy köy gezerek satmakla hayatlarını kazanan katırcılar, bizim çobanlarla karşılaştıklarında geldikleri şehirden aldıkları somun ekmek dediğimiz fırın ekmeğini yiyerek karınlarını doyururlar. Bizim gariban köylü çobanlar, böyle bir ekmeği hiç görmemiş, hiç yememişler o güne kadar. Heybeleri yufka ekmek dolu, ancak onlar, kendilerine yabancı olan bu ekmekten gözlerini alamazlar bir türlü. Kaçakçılar aç olduklarını düşünerek uzatırlar bir parça ekmeği kendilerine. Garibanlarım hiç tereddüt etmeden alırlar ve midelerine indiriverirler. Doğrusu hoşlarına da gider bu bembeyaz ekmekler.
Kaçakçı katırcıların bu jestine karşılık olsun diye heybelerinden esmer renkli buğday unundan yapılmış bir iki yufkayı katırcılara ikram ederler. Kaçakçıların canına minnet! Mis gibi taze ekmek bulunur da kaçırılır mı hiç? Her iki tarafı da memnun eden ekmek değiş tokuşu yapıldıktan sonra ayrılırlar oradan bizim gariban çobanlar.
Sürü bir hayli yol aldıktan sonra buldukları bir koru gölgesinde hayvanlarıyla birlikte kendileri de dinlenmeye çekilirler. Mideleri de iyiden iyiye açtır. Ancak o gün her günden farklı olarak daha heyecanlı ve aceleciler, çünkü torbalarında her zaman yediklerinden farklı bir ekmek var. Yere serdikleri peştamallarının üzerine bırakırlar esmer yufka ekmeklerini; tabi ki yanına da şehrin o bembeyaz somun ekmeklerini de. Onlara katık gibi görünür o beyaz ekmekler. Şehir ekmeğinden küçük küçük parçalar koparıp onu kendilerine ait yufka ekmeğe sararak yemeğe başlarlar. Somun ekmeği katık olarak kullanırken de dikkatliler, hemen bitmesini istemezler; onun için elleri o gün çok cimridir.
Bizim gariban fukaralar, iki farklı ekmeği ilginç bir tarzda yemeğe devam ede dursunlar; yanı başlarında iki jandarma beliriverir! Bizim çobanları alır bir korku ve telaş. Elleri, ayakları titremeye başlar; ne yapacaklarını şaşırırlar. Akıllarına gelen tek çözüm şekli, ekmekleri heybelerine koyup oradan kaçmak olur. Öyle yaparlar. Jandarma erleri, bunların kaçtıklarını görünce doğal olarak kovalama pozisyonunu alırlar. Jandarmaya göre kaçanlar yasak bir şeyler taşıyor olmalı heybelerinde. Belki de kaçak tütün, sigara, belki silah ve mermi gibi tehlikeli ve yasak şeylerdir.
Önde bizim gariban çobanlar, arkasında jandarmalar olacak şekilde kovalamaca devam eder bir süre. Bizim garibanlar “kaçmayın yoksa ateş ederiz” uyarısını duyunca kıçlarından kurşun yememek için kaçma işine son verirler ve teslim olurlar. Jandarma erleri üstlerini başlarını ararlar, ama hiçbir şey bulamazlar; tekrar tekrar yapılan aramalar sonuç vermez. Bu kaçışa bir anlam veremeyen jandarma erleri, sorularını sıralarlar birbiri peşi sıra:
-Neden kaçıyordunuz? Söyleyin bakalım.
Çobanlar:
-Valla asker beg biz kaçak ekmek istemedık; o kaçahçiler vardir ya, onler zorla bıze kaçak ekmek verdiler. Bızım ekmeki bızden aldiler kendi kaçak ekmeklerıni bıze verdiler. Bızım suçi yohtır.
Jandarma erleri duyduklarına inanamazlar.
-Siz bu ekmeğe mi kaçak diyorsunuz, bu ekmek hepimizin her gün yediği ve bizim memlekette üretilen buğdaylardan üretilmiştir, bunun neresi kaçaktı ki?
Askerlerin söylediklerinden pek bir şey anlamayan bizim şaşkın ve saf çobanlar, hala korku ve endişe içinde yalvarışlarına devam ederler.
“Ne olursunuz, bizi hapse atmayın, kaçak ekmek bizim değil, onların, kaçakçıların.”
Meselenin aslı anlaşılır ve bu defa da şaşkınlık geçirme sırası jandarma erlerindedir. Gördüklerine bir anlam vermeleri kolay olmaz. Bu ülkede hala her şeyden bihaber insanların var olmasına inanamazlar ve bizim zavallı çobanların sırtlarını sıvazlayıp oradan uzaklaşırlar.
Akşam köye dönen zavallı çobanların anlattığını duyan köylüler de duyduklarına inanamazlar. İşte o günden sonra bu komik ve ibretlik olay, nesilden nesile anlatılarak günümüze kadar gelir ve benim hikayemin konusunu oluşturur.