- 1100 Okunma
- 6 Yorum
- 3 Beğeni
Çöpçüleri niçin öldürmeliyiz*
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kafası dağınık bir suçlu gibi huzursuz ve karanlık hissediyorum kendimi. Birazdan geçebilir de bu ruh halim. Kuşku derinlik safhasında. Geçmeyebilir de ama. Orası beni ilgilendirir yalnızca. Şimdilik. Hatta sonrası için kesin kararım bu yönde. Katillerin geniş portresi ekranda. Boyunlarında ütülenmiş kravatlar. Alnı geniş. Burun uzun ve sivri. Pantolon düz dara. Gömlek, şükürler olsun bu da geçti polis kayıtlarına. Bir anlık da olsa suçluyum demek geliyor içimden. Bir o kadar dememeyi uygun görüyor ağzım. Çöpçülerin elleri geliyor aklıma çünkü. Ha bire. Dünden bugüne çok şey geçti. Değişim kaçınılmaz benim için. Çok şey istiyorum zamandan. Geçmişi karanlık bir kuyuya hapsedip kaçma fikri havalı görünüyor yukarıdan bakınca çöpçülere. Ama ayaklarım beni ele verecek kadar tedirgin, vazgeçiyorum çırpınmaktan: korku gibi korku. Kaçamayacağımı da biliyorum ancak. Beni kuşkulandıran şeylerin ne kadar çok olduğu veya kedilerinin nasıl zevzekçe bakıştıklarını bildiğim gibi sinsice bu tavrım. Onca şey ve elde var bir ben. Çok şey demek kelime israfından kaçmak olduğunu hatırlıyorum birden. Aklımda bir günah. Komşuya ne gerek var diyerek uykuya bırakıyor gözlerini annem. İçeride zangır zangır azap sıkışması...
Daha n’olsun.
Gecenin bir yarısında, hiç sebebi yokken -hiçbir şey sebepsiz değil- dışarı çıkma dürtüsü alıyor beni. Bekleyiş içerisinde dönüp duruyorum. Çıkmalıyım. Çıkarsam her şey aleyhime dönüşebilir. Çıkmıyorum. Apartmanların çatılarına bakıyorum. Karanlığa işeyen kedilere değiyor gözlerim. Toprak görünmüyor ortalıkta. Her şey apaçık ortada ve çıplak. Oh ne âlâ bir seyrediş biçimi bu. Başka birileri daha uyanık bu şehir keşmekeşinde. Benim ve bizim gibi tetikte. Ama bilmelerini de istemiyorum o izbeliği. O denli çelişki doluyum yani. Balkonun korkuluklarında yürüyen bir böceğe çarpıyor gözlerim bu defa. Dan. Dan. Yürüyor. Aheste Aheste. Tiksindirici bir yürüyüş üstünde. Dikkat dağınıklığımı böylece avuçlarıma alabiliyorum. Bunları demek zorundayım. Elimde yarıya kadar su olan bir bardak. Bardağın boş tarafı tahrik ediyor nedense beni. Azaltmalıyım. Dolu tarafından bakmayı beceremiyorum böceğe. Boşaltıyorum. Su sessizce yaklaşıyor suç mahaline. Dengesini yitiren böcek aşağı düşüyor. Güm. Kan revan her yer. Sessizliğin canına minnet. Neden kaydığı şuan için muamma. Düşürülüyor mu demeliydim yoksa? Demiyorum. Bir intihar vakası onunkisi! Benimkisi bir korku anatomisi. Kimsenin umurunda bile değil. Hangi müstehcen rüyanın derinliklerinde yolculuk ediyorlar? Çoktan bir suç işlendi bu şehirde. Kolluk görevlilerinin çok da şeyinde sanki. Yak bir sigara dememeyi seçiyorum. Gördüklerimi kimseye anlatmamalıydım bir de. Görmezden gelip içeri girmeliydim belki. Ya da gelişigüzel bir kırıklıkla yatağıma geçmeliydim. Annem bilmemeliydi gördüğümü. Bilse sus derdi kesin. Çok şey yapabilirdim anlayacağınız; ama hiçbişiy (üstünü çizdiğim yanlışlar umurumda değil) yapmak gelmedi içimden. Balkonun kapısını kapattım. Sabahı bekledim. Şinanay Şinanay. Çöpçüler ortalıkta yok. Vazife es geçilmiş. Kayda alındı ve tekrar edildi. Gereğinden fazlası mide bulantısına denk. Beyaz masa şuan için fazla kirli. Sonra dönülecek deyip dönmemek.
Hadi geçelim bunları. Edebi olmayan sarsıntılar geçiriyor içim, kusuyorum çürümüş kelimelerimi. (Güzel betimlemeler bunlar, bunların da üstünü çizeceğim. Çizdim.) Uykuyla boğuşuyorum. Karanlık bir kamelya altında kuşların göç edişini izleyebileceğime ikna ediyorum kendimi şimdi. Kar kabukları dokunuyor saçlarımın en olgun yanlarına ve ben görmüyorum hiçbirini. Duygusal sarsıntılar. Kuşlar da damdan düşebiliyormuş meğer. Olacak şey mi bu? Ama oldu. Oluyor. Olacak da.
reklam daniskası: ölülerinizi omzunuzda taşımaya son. Bizi arayın biz taşıyalım. İlk arayan on kişiye sürpriz hediyeler: ÖLENLE ÖLÜNMEZ!
Bir kez daha öğreniyorum. Sorun ne peki? Filler ne güzel ölürdü karanlıkta oysa. Fillerin fareden korktuğu masalları hatırlıyorum ansızın. Birileri bunlara inanmamı istemiş belli ki. Annemin bana hiç masal anlatmadığı gerçeği yüzüme çarpıyor sonra. Ben bunları sayıklarken annem balkonda iç çamaşırlarımı asıyordu. İçimdekilerin dışa vurumu bir balyoz gibi ezip geçiyordu damarlarımdan. Sakallarım büyümüş epey, ilk kez annemi dikizlerken fark ettim.
Suç mahalinde annemin dolaşması beni tedirgin ediyordu. Kuşku düşürmemeliydim. Parmak izlerim yıkanmış mıdır acaba? Abartmayı kesmeliydim hemen. Geri gidiyorum. Geriye kes vuruyorum. Ellerim titriyordu. Gözlerim mi buğulanıyor, yoksa karanlık mı indi gözlerimin içine? Amma da afili. Neden sessizlik ellerini tutmuyor çocukların? Ben öldürmedim. Diyorum. Fazla acıklı bir tonlama gerekiyor. Öldürdüysem öldürdüm. Sen. Sana. Ah hakim bey, bize dönün yüzünüzü. Ağzım benden habersiz sırıtıyor. Olacak şey mi bu? Dememeliydim. Siktirin gidin!..
Günahlarım ağır geliyor bedenime. Düşlerim hüzünlü şarkılar dinliyor uykusunda; haberiniz yok. Cesetler konuşmaz. Ama ben yaşarken de hiç konuşmadım zaten. Bir ölünün çığlıklarıdır bütün bunlar ya da bir utanma içgüdüsü. Aşağı iniyorum. Yerde bacakları kemirilen bir böcek. Karıncalar almış başını gidiyor. Karıncalar iyi niyet timsaliydi hani. O başka bu başka. Başkayız biz başka. Doğanın anlaşılması güç. Komik kanunlar aklımı çeliyor olmalı. Bir intikam duygusu sarıyordu bedenimi. Öldürmeliydim.
Bacakları eksik cesedin kabuklarını göz göre göre temizliyor çöpçüler. Elleri kirli, düşleri temiz. Neden süpürmeye meraklı bu çöpçüler.
YORUMLAR
çöpçülerle içindeki suç mahali arasındaki bağ, son baltayı da ben vurayım ormandaki son ağaca demek gibi bir şeydir belki de. belki de kendi barakasını kendi yıkan bir gecekondu sakininin hissiyatı. belki de "bütün çocukları ben öldürdüm, bütün yıkıntıların sebebi ben" demeye benziyordur.
hani "köylüleri neden öldürmeliyiz?'e onlarca sebep sayarken şükrü erbaş, ismet özel "öldürmesek de olur" der ya. yani eylemsizlik de bazen beter bir hal.
karanlıkta ve aydınlıkta.
Sema Enci tarafından 5/11/2017 12:54:23 PM zamanında düzenlenmiştir.
İnsanın içini titreten bir şeydi bu..bir kapının paslı kilidine kıvranan anahtar çaresizliği. Dilin pas tadı. Belki balkonların ağıdı, belki ruhunu sahiplenemeyen bedenin cesede giyinik hâli, çığlığın çıkmazlığı..için genişliğinin dışın darlığına sığamayışı.
Pek çok şeyi düşündürdü yazınız. Kelimelerin değerini bilen bir yazıyı okumak güzel,
Saygımla.
Şimdi hatırlayamadım, anlamı tam karşılayamayan kelimelerin üstü çizilsin öyle kullanılsın diyen bir düşünür vardı. dilin düşünce ile kıyaslandığında yetersiz kaldığı durumlar için. belli ki tam anlatılamayan durumlar var karakterin kafasında. üstü çizilmek yerine altı çizilen ifadeler çok güzel olmuş. aslında Şükrü Erbaş'ın dizeleri ile Kafka'nın Samsa'sı na da göndermeler var. Yabancılaşma ve çaresizlik insanı bu noktaya getirebiliyor. ben de karıncaları pek sevmem en ilkel hiyerarşiyi barındırdıkları, birey olamadıkları için. yine de onların suçu değil. Çok tebrik ederim.
Üç kere okudum dünden beri. Farklı saatlerde. Bir deney gibi. Zamanın okumayı ne yönde etkiledigini görmek istemek bi nevi. Hep aynı karanlıgı hissettim. Her okuyusta kendimi yürürken kendi kendime konuşuyormuş gibi düşündüm. İnsan ici çok acayip kalabalık degil mi? Bu adama kolaylıkla şizofren tanısı konabilir. Doktor amcalar bunu kendi standartlarına göre yaparlar. Adil ve dogru karar verdiklerini düşünürler. Oysa ici kalabalık insanlar normal sayılan yalnızların kriterlerine göre degerlendirilmemeli. Her insan aynı kavrayıs yetenegine sahip degilken herkesin aynı saat miktarınca egitim görmesi gibi bir sey bu da.
Bu hikayenin kahramanı bilinç akışına bırakmış kendini. Bu da hikayeyi cok gerçekçi kılmış. Bu adam cok uzak olmayan bir zamanda hayattan düşebilir. Bunu hissedecek kadar içindeydim yazının.
Son olarak alıştığımız Harun Aktaş hikayelerinden biri degildi. Etkileyici bulmama ragmen yazarın bu yazıyı gelişine yazdığı hissi uyandı bende. Ve bunun bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Yani nasıl desem; olanı göstermek gibi. İçte olan biteni. Sanatlı ve felsefik iceriginiz yerini salt buhrana bırakmış.
Ikinci ve üçüncü okumada kulaklarımda kıtırtı vardı hep.
Sıra bana mı gecti simdi? Eğer öyleyse sanirim lanet tutacak ve ebabile dönüşeceğim. Çünkü bu yazının üzerine ne yazilir, bir sey yazilabilir mi emin degilim. Keske ilk ben yazsaydım da çıtayı kendime yakın bir yerlerde tutsaydım.
Sizi okumak daima cok güzel.
Selamlar.
Aslında kendi ölümüdür bir böceği çatıdan yuvarlamak.. ölme isteğidir. zaten hiç konuşmuyordu kendi iç sesinden başka..ve insan yok olma sevdasına bakar yine bir böceğin kabuk bağlayışıyla.. insan yaralarına bakmak ister..ve ancak kendi yarasını kendisi tedavi edebilir.. istemek lazım bunun için..başkasının süpürmesi hiçbir şeyi kapatmaz.
çok güzel..