- 1471 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
DELİCE BİRŞEY
DELİCE BİRŞEY
Evlerin başköşelerinde radyolar ağırlanıyordu. Genç kızlar çeyizlerine mutlaka dantelli bir radyo örtüsü koymak zorundaydı.
Televizyonu hiç duymamıştık. Radyo çalarken de, o kadar insan nasıl bu kutunun içine sığıyor diye merak ederdik.
Her köyün yâda mahallenin mutlaka, bir delisi, bir velisi ve birde komiği olurdu. Veli’ye akıl danışılır, bilinmeyenler ona sorulur.
Komik adamın yaptığı şakalarla eğlenilir gülünür. Deliye ise zaman zaman dozu kaçan şakalar yapılırdı.
Elinden ip örme filesi hiç düşmezdi bizim delimiz olarak tanıdığımız kişinin. Aslında neresi deli bunun diye sorsakta! Deliydi işte herkes deli demişse delidir der geçerdik.
Hiç yüzü gülmeyen ak saçlı aksakallı bir adamdı. Dudağından üçüncü sigarasını düşürmezdi. İncecik parmaklı derin ve çok çukurda kalmış mavi gözleri vardı.
Başını öne eğer, kimseyle konuşmaz, hatta selam bile alıp vermezdi. Kendisine takılan büyüklerimiz olurdu, susardı! Tekrarında ise ana avrat söverdi. Bunu duyanlarsa kahkahalarla gülerdi!
Yaramazlıklarımızın gulyabanisiydi. Seni deliye verelim sözüyse kâbusumuzdu. Tek katlı kerpiç evindeki perdeler hiç açılmazdı. Kimsesi yoktu, Bazen yaşadığını bile unuttururdu komşularına. Kış aylarında bacasından gökyüzüne süzülen o incecik baca dumanından bilirdik sıcacık evinde huzurlu olduğunu.
Hakkında kimse doğru dürüst bir bilgi sahibide değildi. Nerelidir? Ne iş yapmıştır ailesi varmıdır kimse bilmezdi. Birgün yanımdan geçerken gözlerine gülümseyerek baktım. Aslında çok korkuyordum, Ama o gün korkmadığımı hissettim. Derin uçurumların dibindeki mavi su birikintisi kadar duru gelmişti gözleri. İnanılmaz bir güven vardı, huzur vardı bakışlarında.
Uzun siyah saçlarımı okşadı. Gülümseyip gitti. Çok mutlu olmuştum, sevinçle koşmaya başladım, bir bahçe duvarına tırmanıp oturdum ve gökyüzüne baktım, gözleri gibiydi. Huzur ve güven dolu.
Bir kaç gün hiç görmedim, ama her sokağa çıktığımda onu arardı gözlerim. Bir öğle vaktiydi, elinde içi gazeteden yapılmış kese kâğıtları dolu ip örme filesiyle gördüm onu. Yüz ifadesi yine çok sertti. Cesaretimi toplayıp! Nasılsın dedeciğim diye sordum. Gülümsedi, ceketinin dış cebinden çıkardığı bir elmayı bana uzattı. Aldım ve gülümseyerek koşup uzaklaştım.
Bir bayram sabahı, elimde kâğıttan bir şeker torbasıyla çıkıp, komşuları dolaşıp şeker toplamaya başladım. Evinin önünde durdum. Sonra vazgeçtim.
Tüm cesaretimi toplayıp ahşap kapının metal tokmağına sıçrayıp parmak ucumla dokundum. Bir kaç dakika sonra kapıyı açtı, şaşırmıştı! Bir an tereddüt yaşadı.
İçeri çağırdı, kalbim çok hızlı çarpıyordu nedense hala korkuyordum çocuk duygularımla.
Odaya girdim, Her yer muntazam ve temizdi. Bir sedire oturdum, hoşgeldin evlat dedi, hoşbulduk dedeciğim bayramın mübarek olsun dedim, elini öptüm.
Ve o korkutulduğumuz evin içini incelemeye başladım. Gittiğim her evden daha bakımlı ve düzenliydi.
Okuyor musun dedi. Evet, 3 sınıfa gidiyorum dedim. Aferin oku oğlum sadece oku,"okumak konuşmaktan daha güzeldir"
Bak evlat”kavak ağacına hangi meyveyi aşılarsan aşıla tutmaz sadece boyu uzar"
Bense sözlerini anlamaya çalışıyordum, unutmamak içinde hep tekrar yapıyordum içimden.
"Karanlıkta yıldız olmak, aydınlıktaki güneşten daha etkilidir. Çok şaşırmıştım, öğretmenim gibi konuşuyordu.
Köşede tahtadan yapılmış büyükçe bir radyo gördüm. İlk kez de üzerinde örtü olmayan bir radyo görüyordum. Radyonu sevmiyormusun dedim.
Seviyorum dedi.
Peki, neden örtüsü yok ya üşürse?
O canlı değil ki üşümez dedi.
Ama konuşuyor dedim, kahkahalarla gülmeye başladı.
Radyonu bana veririmisin dedim, Şaşırdı veririm ama sonra dedi. İzin isteyip çıktım yanından.
Aradan bir kaç hafta geçti, bir sabah "sala" ile uyandım, Anneme sordum kim ölmüş diye,"Deli" dedi.
Ağlamaya başladım, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum, dedeciğim diye bir cümleyi boğazıma düğümlenen şeyden ancak kurtarabiliyordum.
Bir süre sonra sokağa çıktım. Mahalleli kendi arasında, zavallı adam kimseye bir zararı olmamıştı diye onu konuşuyorlardı.
Saatler sonra,2 siyah araba girdi sokağa. Çok şık giyimli hanımlar beyler çıktı içinden ve eve girdiler.
Cenazeyi aldılar, Muhtarla bir şeyler konuştular. Sonra muhtar benim elimden tuttu, sessizce eve doğru yürüdük.
Gelenlerinse, onun oğulları olduğunu öğrendim. Biri kaymakam, diğeriyse orduda üst rütbeli bir subaymış. Korkutulduğumuz insan, herkesin deli dediği ama benim çok sevdiğim insan ise emekli öğretmen.
Bir kaç dakika bekledim orada, bakışları en sert olan oğlu beni yanağımdan öpüp, o tahtadan yapılmış radyoyu uzattı.
Aldım ve oradan uzaklaştım. Ne hissettiğimi ise bilmiyordum. Aradan yıllar geçti. O radyoyu hiç kimseye vermedim.Hep gözüm gibi baktım.Çalıştığım her işte göz ucumda oldu.
Yıllar geçti hala birlikteyiz. İşyerimdeki en değerli varlık, ona bakarım, silerim, dokunurum, arada birde açıp onu dinlerim. Delice birşey değilmi?
Olsun.Hangimiz bir şeylerin delisi değiliz ki,,…Yolunuz mavi olsun.
Sudi çandır